Korkunun hükmü

Korku önce düşüncede, ezilmelidir. Görünmeden gözetleyerek korku yayan panoptikonun hükmüyle baş edebilecek en sağlıklı bünye, korkusuzluk panzehirini içmiş fertlerin kurduğu kitlesel birliklerdir.

Google Haberlere Abone ol

Seyfi Elçiboğa

Bir tehdit algıladığında insanın yüzü ekşiyerek gerilir, kasları donuklaşır, nabzı hızlanır, tansiyonu yükselir, solunumu yavaşlar; bedeni olası her tehlikeye karşı savunma konumunda tetikte bekler. Tehlike anında insan bedeni ve düşüncesinde ortaya çıkan buna benzer tüm tepkimeleri korku diye adlandırıyoruz. 

Korku ta yaşamın başından beri hayatta kalma dürtüsü olarak canımıza eşlik etti. Gök gürlemesi, yıldırımlar, vahşi hayvanlar insanı hep korkuturdu. Karanlıktan hep korktuk; çünkü karanlıkta görme duyusunu yitiren insan savunmasızdı. Kimi zaman aniden yüksek bir yerden düşercesine ürkeriz ya hani, bu korku da bize ağaçlarda yaşayan primat atalarımızdan miras kalmıştı, zira atalarımız için ağaçtan düşmek demek ölmek demekti. Korku hissettiğimiz anda işaret parmağını dudağımıza değdirip adeta tıslar gibi sssşşşss diye çıkardığımız sesler bile ceddimizin yılan korkusundan türettiği istemsiz hareketlerdi. Zira çeşitli laboratuvarlarda yapılmış deneylere göre, kendilerine yılan gösterilmiş ve yılanla ilk kez karşılaşmış yeni doğmuş çeşitli hayvan yavruları ve insan bebekleri çok korkmuşlardı.

KORKUNUN GENETİK AKTARIMI

Emory Üniversitesi’nde erkek laboratuvar farelerine bir yandan kiraz çiçeği koklatılırken diğer yandan patilerine elektrik verilir. Bu işlem birçok kez tekrar edilir. Bir süre sonra sadece kiraz çiçeği koklatıldığında dahi elektrik verilmiş gibi korkarlar. Yani fareler kiraz çiçeği kokusundan korkmayı öğrenirler. İki hafta sonra, aynı fareler daha önce karşılaşmadıkları dişi farelerle çiftleştirilir. Doğan yavrular önce hiç deneye katılmamış dişilerin yanına konur sonra da bu yavrulara kiraz çiçeği ile birlikte çeşitli kokular verilir. Sonuçta yavrular tıpkı baba fareler gibi, kiraz çiçeği kokusundan korkarlar. Bu deney tavşan gibi farklı hayvanlar üzerinde de test edilir ve her seferinde aynı sonuca ulaşılır. Özetle korkunun, genetik olarak aktarılan bir dürtü olduğu kanıtlanmış olur.

Değişen yaşam formumuz sıradan korkuları sıradışı düzeyde arttırarak saplantıya çevirdi. Böylece uygarlığımızın insana armağan ettiği dört yüzü aşkın fobi literatüre girmiş oldu: Dar alan fobisi, geniş alan fobisi, asansör fobisi, örümcek fobisi, yükseklik fobisi, boğulma fobisi... Gelgelelim ki aksi yönde bir durum da var. Finlandiya’da yapılan bir araştırmada insanlarda korku ve endişeyi azaltan yeni bir gen mutasyonu keşfedildi. P4HTM denen mutasyon, korku ve endişeyi azaltarak bireylerin daha cesur ve aynı zamanda sosyal iletişim becerilerinin gelişkin olmasını sağlıyormuş. 

ÖLÜM KORKUSU, ÖLÜMSÜZLÜK ARAYIŞI

En dehşetli korku, insanı çaresiz kılan, tüm korkuların rahmi olan ölüm korkusudur. 5 yaşına kadar çocuklar soyut kavramları anlayamazlar, 5-9 yaş arasında çocuklar ölen insanları dönüşsüz bir uzaklığa gidenler olarak algılarlar. Ölüm, çocuklarda ancak 9 yaşından sonra algılanır. İstatistiklere göre 20’li ve 50’li yaşlarda ölüm korkusu zirve yapar. Kadınlar erkeklere göre, orta yaşta olanlar yaşlılara göre, mülk sahipleri mülksüzlere göre, dindarlar dinsizlere göre, bedenen sağlıklı bireyler hasta bireylere göre, kariyer sahipleri vasıfsızlara göre ölümden ve ölmekten daha fazla korkarlar. 

Ölüm korkusunu aşmak için ölümsüzlüğü arayan insan üç farklı yoldan birini seçer: İlk yol dini inançları kapsar; ölümü daha yüce bir yaşam alanında sonsuza dek sürdürülecek yeni bir yaşamın başlangıcı varsayar, ikinci yol biyolojiktir; ölümle sonlanan ömrünü sonsuz bağlantı zinciri içinde yaşam süren türünün bir halkası varsayar, üçüncü yol yaratıcılıktır; biyografiyle; buluşlar, eserler, elde edilen şöhret eliyle toplumsal hafızada ölümsüzlüğü yakalamayı varsayar. 

Doğmuş olan her canlı ölümü karşılamaya hak kazanır. Yaşam ve ölüm birbirini bütünleyen, önsöz ile sonsöz gibi iki temel olgu. Yaşam dediğimiz olgu, döngüsü içinde doğmuş olunan çevre ve toplumsal yapı ile yavaş yavaş benlik kazanan bireyin ortak çabalarıyla yazılmaya başlanan kitabın önsözü ile sonsözü arasındaki öyküyü andırır. Bu bütünlüğü algılamak sorumluluğu üstlenilmiş, daha zengin ve daha mutlu bir yaşamı vaadeder.

Kendilerini toplumun üzerinde, daha özel hisseden bireyler, duyumsadıkları ölüm korkusunu, sahip oldukları gücü arttırarak aşmaya çalışırlar. Bu tip sosyal korkuları olan bireylerin eleştirilme ve küçük düşürülme gibi hususlarda aşırıya kaçan tepkiler göstermesi beklenir. Başkaları üzerinde otorite kurmaya çalışarak korkularını etki alanlarına yansıttıkları ve yaydıkları görülür. 

KORKUNUN TOPLUMSAL ÖRGÜTLENİŞİ

Sosyal bir varlık olarak insan korkak bir mizaca sahiptir. En küçük topluluk oluşumunda bile liderlik vasfı gelişkin olan birey öne çıkar ve diğerleri onun liderliğini kabul eder. İnsanın iradesini teslim etmeye ve itaate istekli olduğu, bu sayede sorumluluğu lidere devrederek vicdani muhasebeden kurtulduğu görülür. Yetkeyi devralan, sevilmek ile korku duyulan olmak arasında tercih yapan lidere göre toplumsal yapılar şekillenerek otoriter veya demokratik bir nitelik kazanır. Şayet toplumsal yapı otoriter nitelik kazanmışsa bu andan itibaren ferdi korkuların yerini içtimai korkular alır. 

Hükümdar adlı kitabında Niccolo Machiavelli: İnsanlara ya iyi davranmalısınız ya da onları tamamen ezmelisiniz. Çünkü halk hafif baskılara karşı intikam almaya meyillidir ancak ağır darbelere karşı direnç göstermez, diyerek liderlere öğüt verir.Hiçbirr şeyin devletten daha önemli olmadığı bir yönetimde halk üzerinde şiddet ve korkutmaya başvurulur ve liderin saltanatı için baskının her türü gerekli görülür. Panik ve korku ortamında kitleler kolaylıkla aldatılabilir, yönlendirilebilir ve böylece korkunun hükmü ile kitleler daha kolay yönetilebilir hale getirilir.

1785 yılında, Paris’te mimarlık yapan Samuel ve Jeremy Bentham kardeşlerden halkı kontrol etmeyi sağlayan bir yapı tasarlamaları istenir. Bentham kardeşler ortasında gözetleme kulesi bulunan yuvarlak bir bina çizerler. Binanın içindeki tüm odaların pencereleri gözetleme kulesine bakar. Tepesindeki ışıklar sayesinde gözetleme kulesinin içindeki görevli görülmez. Yapının temel felsefesi görünmeden gözetlemedir. Gözetim altındakiler kulede kimse olmasa bile gözetlenme korkusunu daima hissedeceklerdir. Bu yapının adına panoptikon denir. İşte, Foucault’un yeni bir iktidar biçiminin doğuşu dediği, George Orwell’in ise büyük birader diye adlandırdığı göz gibi bir kontrol mekanizması sayesinde modern toplumun denetim altına alınmasının temelleri atılmış olur. 

Hapishaneler, askeri okullar ve toplama kampları ile yayılmaya başlayan panoptikonun günümüz dünyasındaki en somut hali sosyal medya olarak somutlaşır. Sosyal medya kullanıcıları, iktidar erkince korku yoluyla sınırları çizilmiş bir ortamda, 19.yy’da İngiliz soylularının ormanlık alanda yükseğe kurulmuş ağlar altında avlanmak için özel olarak yetiştirdikleri, ağ kaldırılsa bile özgürleşmek için ağın çizdiği sınırları aşıp uçamayan kuşlar gibi tek tek vurularak avlanabilir.

İKTİDAR AYGITINA SIĞINMA

İktidar, boyun eğdirme ve cezalandırma yetkisine sahip otorite kaynağıdır. İktidarın meşruiyeti halkın gönüllü rızası ve yasalara dayanarak hüküm vermesinden ötürüdür. Bu vesileyle siyaset, devlet, iktidar ve hükümranlığın konuşulduğu her saha eş zamanlı meşruiyet sahasıdır. Bu minvalde iktidarlar süreklilik kazanmak ve meşru olmak adına araçlar kullanır. Teokratik rejimlerde ilahi bir güce dayandırılan korkutucu enstrümanlar, askeri rejimlerde zora, baskıya ve güce dayalı korkutucu yöntemler, demokratik rejimlerde hukuk ve seçimlere dayalı araçlarla otoriteleri meşrulaştırmak amaçlanır. 

Demokratik görünümlü çoğu rejimde iktidarı alıkoyan liderler, muhalefeti ordu, polis ve yargı eliyle susturur, medya mecralarını propaganda aracına dönüştürür, eleştiri ve alternatif düşüncelere izin vermez. Göstermelik seçimlerde seçmene kendilerini onaylama dışında başka bir yol bırakmazlar. Seçmenler, ülkeyi işgal edecek veya zayıf bırakacak amansız ve soyut düşmanların varlığına inandırılır. Bu düşmanlar kimi yerde devlet dışı oluşumlar, örgütler ve başkaca devletler gibi dış yapılardan seçilir, kimi zaman da bu düşmanların uzantısı veya işbirlikçisi diye kara propagandaya maruz bırakılmış muhalifler gibi iç unsurlardan seçilerek düşman ilan edilir. Tehlike demek her durumda sığınak ihtiyacı demek olduğundan, korkutulmuş kitlelerin iktidar aygıtına sığınması sağlanarak seçimler peyderpey kazanılır.

ABD başkanlık seçimlerinde yıllarca Cumhuriyetçi adaylar Sovyet işgali ile halkı korkutarak oy topladılar. Bush ve oğlu J.Bush halkı köktendinci teröristlerle, Donald Trump Çin’in ekonomik siyasal istilasıyla, Putin ABD ve Avrupa’nın Rusya’yı ekonomik ve askeri açıdan kuşatacağı tehdidiyle halkı korkutarak oy topladı. Türkiye'de halk uzun yıllar komünizm ve irtica tehdidiyle korkutulurken, SSCB’nin dağılmasının ardından bölücülük temel tehdit argümanı haline geldi. 

2002 yılında 59.187 kişi olan tutuklu ve hükümlü sayısını 2020 yılı başında 297.019 kişiye ulaştırmak, 7 yılda terör örgütü ile iltisaklı olduğu gerekçesiyle 1.9 milyon kişiyi soruşturmak, montajlanmış içerikler ve türlü iftiralarla kara propagandaya başvurarak muhalifleri itibarsızlaştırmak gibi uygulamalar (yeryüzünde 1,9 milyon kişinin altındaki 50 ülkenin varlığı hesaba katılınca) terör suçunun iktidara rıza göstermeyen herkese karşı bir baskı materyali olarak kullanıldığı sonucunu doğurur.

Korku, bulaşıcı olduğu gibi toplumda itaati derinleştiren ve beşerde iyileşmesi güç hasarlar bırakan yeni bir insan doğasını kurumlaştırır. İktidar tarafınca salınan korkunun ardından itaat ve biat eden halk tabakaları salt iktidara değil muhalefet partilerine de sığınır. Tehlike ve tehdidin seviyesi arttıkça sığınma hissi artar, dolayısıyla gerilen siyasi zeminde kutuplaşma denilen çatışmaya müsait bir toplumsal gerginlik hali belirir. Ancak yine de polis, ordu ve yargı eliyle uygulanan baskı kısa ömürlüdür. Korku ve baskının dozajı arttırıldıkça memnuniyetsizliği artan halkta karşıt duygu olan ve o da tıpkı korku gibi bulaşıcı olan cesaret duygusu öfkeyle beslenerek hızla yayılmaya başlar. Bu nedenle görevi dışında faaliyetlere meylederek meşruiyetini yitirmiş ve halkın gönüllü rızasını kaybetmiş hiçbir iktidarın toplumu korku aracıyla uzun süre yönetebilmesi mümkün değil. 

KORKUNUN PANZEHİRİ 

Ayıları, filleri, çeşitli sirk hayvanlarını korku hükmü ile terbiye etmiş insan, saltanatında da korku kırbacını bolca kullanır. Buna karşın hüküm altındaki insanlar da her türlü baskı ve zulme rağmen kırbaca direnerek var olmayı başarmışlardır. Korku nasıl ki düşüncede var olup büyüyen bir dürtü ise korkunun panzehiri olan korkusuzluk da düşüncenin kendisinde doğar. Korkusuzluğu var edip büyüterek korku dürtüsü yatıştırılabilir. Korkuyu aşmanın en etkili yolu, korku düşüncesi ortaya çıktığı andan itibaren kişinin kendine doğru sorular sorarak tehdit algısı hakkında bilinmezliği bilinir, görünmezliği görünür kılması ve bu sayede tehlikeyle baş etmenin yollarını bulabilmesinden geçer. Örneğin siyasal baskıcı iktidardan korkan ve bunalan bir yurttaşın sorması gereken en önemli sorular şöyledir: Daha mutlu, daha huzurlu ve daha eşit olmak için ne yapmalıyım, daha özgür ve daha güvende hissetmek için hangi adımları atmalıyım, ekonomik ve sosyal imkanlarımı yükseltmek için hangi tercihlere yönelmeliyim? 

Daha müreffeh bir hayat, daha sağlıklı bir bünye için korkunun hükmünü alt etmek mümkün. Korku, doğduğu yerde, düşüncede, ezilmelidir. Görünmeden gözetleyerek korku yayan panoptikonun hükmüyle baş edebilecek en sağlıklı bünye, korkusuzluk panzehirini içmiş fertlerin kurduğu kitlesel birliklerdir. Sivil toplumsal yapılar altında sımsıkı kenetlenmiş, içtimai gücünü türlü yaratıcılıklarla hayata geçirebilmiş bir toplumu korku argümanlarıyla yönetmek imkansızdır. Herkes korkar, cesur insanlar da, ancak sadece cesur insanlar ilerlemek için korkularını itici güç haline getirir. Hayaller yeterince büyükse tehlike ne olursa olsun hayallerden caydıracak kadar korkutucu olamaz.