Körler Kıssası’nın hikâyesi
Gert Hofmann, ‘Körler Kıssası’ adlı kitabında, altı adamın bir sabah resmi yapılmak üzere uyandırılmasını ve yürüyüşünü anlatırken aslında Pieter Bruegel’in tablosunun yaratılış sürecini kurguluyor.
Pieter Bruegel, 1568 tarihli 'Körler Kıssası' (veya 'Körlerin Yürüyüşü') tablosunu, Yeni Ahit’teki bir meselden ilham alarak çiziyor. Tablonun sağ aşağısında yere kapaklanmış “kılavuz”u izleyen ve her biri düşmek üzere olan altı adam, sol taraflarındaki kilisenin gölgesinde ilerliyor. Daha doğrusu ilerlemeye çalışıyor.
Bruegel’in, görmeyen gözlerini açarak yürümeye uğraşan altı adamı resmettiği dönemde körlük, hem Yeni Ahit’te hem de Kalvinizm’de bir ceza olarak niteleniyordu. Ressamın tablosunda da bu anlayıştan izler var; öndeki arkadaşlarını takip eden beş kör, bir boşluğa yuvarlanmak üzere. Matta’da İsa’nın ağzından çıkan “Bırakın onları; onlar yalnızca körlerin kör kılavuzudur, kör köre kılavuz olursa ikisi de çukura düşer” sözü, ressamın anlatımıyla paralel. Fakat Bruegel, yalnızca burada takılıp kalmamış; tablo dikkatle incelendiğinde altı dilencinin çeşitli hastalıklar nedeniyle körleştiğini hissettirmiş. Her iki durum da on altıncı yüzyılın başında körlere karşı dinî öğelerle bezenmiş önyargıların bulunduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bruegel’in bu dönemden esinlenerek çizdiği tabloda, hem söz konusu önyargılar hem de altı adamın yazgısı yer alıyor.
Gert Hofmann, ‘Körler Kıssası’ başlıklı novellasında, altı adamın bir sabah resmi yapılmak üzere uyandırılmasını ve yürüyüşünü anlatırken aslında Bruegel’in tablosunun yaratılış sürecini kurguluyor.
BELİRSİZLİKLER VE KARANLIKLAR SİLSİLESİ
Hofmann, o ânın hemen öncesini ve arka planını anlatır gibi kurmuş metni. Resmi yapılan ve resmi yapan arasındaki ilişkiye de yoğunlaşan yazar, altı dilencinin ruh hâlini şimdiki zaman kipi kullanarak bir boy öne koymakla kalmamış, yaşananları bu adamların dilinden anlatmış. Hofmann, tabloya baktığında unutulmuş altı adamla karşılaşıyor. Onların, resimleri yapılmak üzere sabahın kör karanlığında uyandırılması da yaşamları da bir muamma. Haklı bir soru soruyorlar: Resmimiz neden yapılacak? Buna, ne kendileri ne de onları uyandıran kişi yanıt verebiliyor.
Ressamın iştahını kabartan şey, “ölünceye kadar çağdışı kalacakları” düşüncesi olabilir. Belki de hemen herkesten farklı ve yoksul olmaları… Belirsizlikler ve karanlıklar silsilesi içinde hazırlanmaları istenen dilenciler hırpani bir hâlde, ellerinde asalar ve omuzlarında torbalarla hareketleniyor. Resme hazırlık faslı, altı körün birbirini giydirmesi, üstünü başını temizlemesi, yardım alarak yürümeye çalışması ve dışarıda kendilerini izleyenler olduğunu fark etmesiyle şekilleniyor. Hatta kaldıkları ahırın önünde kör olduklarına inanmayan bir çocuğa göze ihtiyaç duymadıklarına dair izahat vermeleri bile gerekiyor. Ardından yürüyüşe geçiyorlar: “Pencereler ve kapılar açılıyor, insanlar dışarıya çıkıyor, üzerimize üzerimize geriniyor, kim olduğumuzu anlıyor, sesleniyor ve şöyle düşünüyorlar: Ne kadar da tuhaf! (Herkes gibi onların da içinde beyin bulunan kafaları var.) Ve kendi kendilerine, akıl yoksunu mu, yoksa âlim mi olduğumuzu sorguluyor, büyük olasılıkla ardımızdan bakıyorlar.”
Kimsenin kendilerini görmek istemeyeceğini ve bu nedenle resimlerinin yapılmasının anlamsız olduğunu düşünen altı dilencinin birbiriyle ve çevrelerindekilerle kurduğu ilişkiyi teatral diyaloglarla okura sunan Hofmann, bakıp görmeyenler ve görmeden görenler ayrımını yerleştiriyor satır aralarına.
“Diğerleri dışarıdan insan gibi görünen canavarlarken bizler onurluyuz” diyen dilenciler, kendilerini izleyenleri “az çok” görürken körlüğü bilgece tanımlıyor: “Tanrı’nın yarattığı yeryüzü herkes için uçsuz bucaksızken bizim için çok daha büyüktür. Ama yine de gayet iyi ilerleriz, tek sorun ne yöne gittiğimizdir. Çünkü sadece ileriye değil, hem ileriye hem de geriye doğru yürüyor; sadece burnumuzun dikine değil, geri geri ya da daireler çizerek hareket ediyoruz. Hâl böyle olunca en küçük köy bile bizler için ansızın sonsuz büyüklükte bir alana dönüşüyor, böyle zamanlarda ya birbirimize tutunuyor ya da asamıza dayanıyor ve yola devam etmek istiyorsak derin derin nefes alıp vermek durumunda kalıyoruz.”
‘TANRI’NIN ÇÖP ÇUKURU’NDAN ÇIKIŞ
Kendilerini “kimi zaman büyüyüp kimi zaman küçülen noktalar” diye tanımlayan dilencilerin ilerliyor gibi görünen fakat aslında yerinde sayan hikâyesini anlatan Hofmann, dışarıdaki karanlık ve altı adamın içindeki aydınlık dünyayı resmediyor bir bakıma. Bu sırada resimlerinin çizilmesini bekleyen dilencilerin ortak sorusuyla karşılaşıyoruz: “Neden hep böyle oluyor? Güneş neden her zaman bizim bulunmadığımız, bulunamayacağımız tarafta oluyor?”
İnsanları ve havayı altüst ettikleri söylenen kör dilencilerin, ortalıkta serbestçe ve düşe kalka dolanmasına izin vermek ahali tarafından işkence olarak görülüyor. Belki de ressam, tam olarak bunu ölümsüzleştirmek için onları tuvale aktarmak istiyor. Konunun bir de resmedilecek kişilerin sanata uygun hâle getirilme aşaması var; ressamın nesnesine dönüşen altı adam bunun da farkında: “Bizi ağaçlıkların arasından alıyor ve resim için hazırlıyorlar. Bunun için yan yana durmamız gerekiyor, önümüzde bir o yana bir bu yana gidip geliyorlar. Her birimizde hoşlarına gitmeyen bir şey buluyorlar, kimseyi olduğu hâliyle beğenmiyorlar. Hiçbirimiz olduğumuz şekilde resmedilmek için yeterince iyi değiliz. Birimizin şapkasını geri itiyorlar, birimizin pelerinini düzeltiyorlar, daha uyurken üzerinde yapışıp kalan çalı çırpıyı resme uygun düşmediği için silkeleyip temizliyorlar.”
“Tanrı’nın çöp çukuru” dedikleri samanlıkta çürürken resimleri çizilmek üzere bir yerlere götürülen ve buna hiç anlam veremeyen, kendilerine önyargıyla bakan kitle karşısında bir direnç geliştirmek için sürekli “Biz” diyen ve kör gözleriyle dünyayı görmeye çabalayan altı dilencinin hikâyesini, bir tablonun yapım süreci üzerinden ve tek güne sığdırarak anlatıyor yazar.
Hofmann, Bruegel’in tablosuna baktığında yalnızca resmi değil, altı dilencinin resmedilmeden önceki ve resmedildikten sonraki hâllerini görüyor. Dahası, onlara biçilen toplumsal konumu ve geliştirilen önyargıların dinî arka planını da işliyor ‘Körler Kıssası’nda. Başka bir deyişle Bruegel’in resmettiği ânın tarihsel, ahlaki, toplumsal ve dinî kaynaklarını tuvaldeki altı körün gözünden aktaran yazar, günümüzde de önemli bir sorun olan ayrımcılığa dikkat çekiyor.