Korona virüsü tedavi süreci hastalıktan daha mı kötü?

Korona virüsüyle mücadele sürecinde avantaj ve dezavantaj dengesine ilişkin inançlar değişiyor. Fikir birliğine ulaşmak on yıllar alır ve Covid-19 henüz yeni bir hastalık.

Google Haberlere Abone ol

Danny Dorling

1968 yılında, son büyük grip salgınının doruğundayken, yüz bin Amerikalı da dahil olmak üzere, dünya çapında en az bir milyon insan hayatını kaybetti. O yıl, Yale Üniversitesi’nde epidemiyoloji profesörü olan A.M.M. Payne, şunları yazıyordu:

“Everest Dağı’nın fethinde yüzde 100’den daha düşük bir başarı oranı başarısızlık anlamına gelir; fakat çoğu bulaşıcı hastalıkta bu tür mutlak hedeflere ulaşmak zorunda değiliz; bundan ziyade, sorunu mümkün olan en kısa sürede, mevcut kaynakların sınırları içinde başa çıkılabilir seviyelere düşürmeye çalışmak zorundayız...”

MUTLAK DEĞİL, AKILCIL HEDEFLER GEREKİYOR

Bu mesajı tekrarlamaya değer; zira ‘mutlak hedefler’ arayanlar ile ‘baş edilebilir seviyeler’ arayanlar arasındaki ayrışma, var olan salgın bağlamında fazlasıyla belirgin. 21 Eylül’de BMJ (İngiltere Tıp Derneği Dergisi), İngiliz bilim insanları arasındaki görüşün, şiddetli Covid riski en fazla olanları korumanın mı yoksa herkes için karantina uygulamaya odaklanmanın mı daha iyi olduğu konusunda ikiye ayrıldığını aktardı.

Kırk bilim insanından oluşan bir grup, İngiltere’nin baş sağlık danışmanlarına 'virüsü tüm nüfus genelinde bastırmayı' amaçlamak gerektiğini dile getiren bir mektup yazdı.

Bir diğer mektupta, 28 bilim insanından oluşan bir grup, 'yaş ve sağlık durumuna göre riskte görülen büyük çeşitlenme karşısında (tüm insanlar için geçerli) tek tip yaklaşımların neden olduğu zararın, getirdiği yararlara ağır bastığını' öne sürdü. Bunun yerine, “Covid-19 karşıtı tedbir yanıtında, hedefi olan ve kanıta dayalı bir yaklaşım uygulanması” çağrısında bulunuldu.

Bir hafta sonra bilim yazarı Stephen Buranyi, The Guardian için, 28 yazarla birlikte mektuptaki pozisyonların, bilim insanlarından oluşan küçük bir azınlığın konumlarını temsil ettiğini savunan bir yazı yazdı. “Ezici bilimsel uzlaşma, hâlâ genel bir karantinayı destekliyor” diye iddia etti.

Birkaç gün sonrasında, 60’tan fazla doktor başka bir mektup kaleme aldı: “Çoğalan veriler ve gerçek dünya deneyimlerinden dolayı endişe duyuyoruz; tek yönlü bir yanıt, Covid’den kurtarılanlardan daha fazla hayatı ve geçim kaynaklarını tehdit ediyor.”

Bu ileri-geri gidişler, elbette bir süre daha devam edecektir; ne var ki buna dahil olanlar, karşıt bilimsel fikir ve bakış açılarını ‘rakip bir kamp’ olarak değil, şüpheci olmak ve öğrenmek için bir hediye ve fırsat olarak görmeye başlayacaktır.

BİLİMSEL FİKİR BİRLİĞİ ZAMAN ALIR

Küresel ısınma gibi bilimsel fikir birliğinin mevcut olduğu meseleler de var. Fakat fikir birliğine ulaşmak on yıllar alır ve Covid-19 henüz yeni bir hastalık. Karantinayla ilgili kontrolsüz deneyler hâlâ sürüyor ve uzun vadeli maliyetleri ve getirileri şimdilik bilinmiyor. İngiltere’deki bilim insanlarının büyük kısmının, bar bahçelerinin mi yoksa üniversitelerin mi kapalı olması gerektiği konusunda oturmuş bir fikre sahip olduğundan şüpheliyim. Konuştuğum insanların arasında, hastalığın artık endemik olduğunu düşünenlerden, hâlâ yok edilip edilemeyeceğini merak edenlere kadar bir takım farklı görüşler söz konusu.

Bazılarıysa, belirli bir sınıra kadar gitmeyen ya da yeterli modelleme yapmayan herhangi bir epidemiyologun şüpheli olduğunu ve görüşlerinin fazla dikkate alınmaması gerektiğini savunmakta. Konuyla ilgisi olmayan bilim insanlarının ve bilim insanı olmayan akademisyenlerin görüşlerini görmezden gelmeye devam ediyorlar. Buna karşın, bilim bir dogma değildir ve genelde, artan bilgi ve deneyim ışığında görüşlerin de değiştirilmesi gerekir. Ben bir coğrafyacıyım, bu nedenle akademik hiyerarşinin benim üstümde bu tür oyunlar oynadığını görmeye alışkınım ama insanlar bilginin ve koşulların değiştiğini ve yeniden değerlendirilmesinin gerekli olduğunu kabul etmek yerine meslektaşlarına hakaret etmeye başladıklarında kaygılanmaya başlıyorum.

ACIMASIZ BİR HESAP

Peki, tedavi hastalıktan daha mı kötü? Şu anda bizi bölen soru budur; bu yüzden nasıl bir yanıt verileceğini düşünmeye değer. Hangi yaklaşımların kurtardıklarından daha fazla cana mal olduğu noktayı belirleyebilmek için, kaç kişinin diğer nedenlerden, örneğin başka türlü yaşanmayacak olan (çocuk intiharları da dahil olmak üzere) intiharlar ya da alkol tüketimindeki artıştan doğan karaciğer hastalıklarından, teşhis veya tedavi edilmeyen kanser gibi hastalıklardan dolayı öleceğini bilmemiz gerekiyor. Bu durumda ekonomik sonuçlara karşı bu kayıp ya da zarar görmüş hayatlara ne gibi bir değer biçebiliriz?

Kusursuz verilerle kusursuz bir dünyada yaşamıyoruz. Covid kaynaklı ölüm riskinin neredeyse sıfır olduğu ve uzun vadeli etkilerin riskinin çok düşük olduğu düşünülen çocuklar açısından okula gitmemenin ya da artan aile içi istismarla birlikte evlerde mahsur kalmanın olumsuz etkilerini hesaplamak daha kolaydır.

Çoğunlukla genç olan üniversite öğrencileri için, daha sonra, büyük olasılıkla öğrenci Noel’de yaşlı akrabalarıyla birlikteyken bu enfeksiyonu taşımasının bedeline karşı, enfeksiyona şimdi yakalanmanın ‘maliyetini’ tahmin etmek de dahil olmak üzere, benzer bazı hesaplamalar yapılabilir. Yine de yaşlı insanlarla ilgili hesaplama -kusursuz bir dünyada bile- git gide daha karmaşık hale gelecektir. Eğer çok yaşlıysanız ve çok az zamanınız kalmışsa, ne gibi riskler almaya razı olursunuz? Yaşlı bir adamın şu meşhur sözü söylediği iddia edilir: “Weston-super-Mare yaşlılar evinde iki yıl daha yaşamak uğruna hiçbir şeyden vazgeçmeye değmez.”

Nature dergisinde yayınlanan yeni bir makalede, maske takmaya uyumun şubat ayından beridir yüzde 98’in üzerinde seyrettiği Hong Kong’da bile Covid’in yerel alanda yok edilmesinin mümkün olmadığı iddia ediliyor. Eğer orada bile mümkün değilse, hiçbir yerde mümkün olmayabilir.

TEDBİRLERİN GETİRDİĞİ YARAR-ZARAR DENGESİ GÖZETİLMELİ

Daha umut verici olan tarafta ise, başka yerlerdeki yaşlı insanlar bulaşma oranları yüksek ve genel kaynaklar yetersiz olsa bile korunuyor. Hindistan’da yapılan yeni bir araştırmada, “Yaşlı Hintliler için uygulanan sıkı evde kalma emirlerinin, toplumsal refah programları ve düzenli toplum sağlığı çalışanı etkileşimleri aracılığıyla temel ihtiyaçlarının tedarik edilmesi durumuyla birleştiğinde, Tamil Nadu ve Andhra Pradesh bölgelerinde bu yaş grubu içinde enfeksiyona daha düşük maruz kalmalarına katkıda bulunmasının akla yatkın olduğu saptandı.”

Diğer yandan, tek amaç ölüm oranını en aza indirmek değil. Hayatta kalanlar için sonuç hâlâ uzun süreli ve şiddetli bir zafiyet durumu olabilir. Bu durumun da dikkate alınması gerekir. Ne var ki, şayet karantina gibi belirli bir tedbirin zarardan ziyade yarar sağlayacağından emin değilseniz, mücadele esnasında bunu yapmamalısınız. 1970 yılında, Londra Hijyen ve Tropikal Tıp Fakültesi’nin dekanı olmadan kısa bir süre önce, C.E. Gordon Smith şunları yazmıştı:

“Tüm doğru halk sağlığı önlemlerinin temel ön koşulu, hem birey hem de toplum için avantaj ve dezavantajları konusunda dikkatli tahminler yapılması ve yalnızca önemli bir avantaj dengesi görüldüğünde uygulanması gerektiğidir. Genel olarak, bu etik, gelişmiş dünyada geçmişte yaşanan durumların büyük kısmında bir karar vermek için sağlam bir temel olmuştur; fakat daha hafif seyreden hastalıkların kontrolünü düşündüğümüzde, bu değerlendirmelere endüstrinin sağladığı kolaylıklar ya da üretkenlik gibi ziyadesiyle farklı hususlar da dahil edilmektedir.”

Avantaj ve dezavantaj dengesinin nerede olduğuna ilişkin var olan inançlar değişiyor. ‘Rakip kamplar’ söyleminin artık sona ermesi gerekiyor. Hiçbir bireysel veya küçük grup, çoğunluğun görüşünü temsil edemez.


Yazının orjinali The Conversation sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)