Kötülük sınırın üstüne de altına da yetiyor
Ortak acılar, kısa süre öncesine kadar gündemi işgal eden Türkiye-Suriye normalleşmesinin önünü açabilir mi? Sınır kapılarını koşulsuz açmak ve hava köprüsü kurmak 12 yıldır biriken husumetleri arkada bırakmak için iyi bir fırsat olabilirdi. Fakat verili koşullar yeni sayfa açma ümidinin de enkazın altına itildiğini söylüyor.
Deprem düşmanlık barındıran fay hatlarını da kırabiliyor. Tabii ki insani yardım diplomasisi bütün düşmanlıkları eritemiyor.
Tek adam rejimi kendi kibrinin altında kaldı. Yoksa husumet beslediği ülkelerin yardım elini havada bırakmakta tereddüt etmez. Tutarlı bir çizgi yok. Yunanistan’ın yardımını kabul ederken Kıbrıslı Rumları tersliyor. Dış ilişkilerde rotayı normalleşmeye kırdığı halde Yunan-Rum düşmanlığı siyaseten kullanışlı. Ermenistan sınır kapısının 34 yıl sonra insani yardım için açılması Erivan’la normalleşmeyi öngören yeni eğilimle uyumlu. Burada siyasi-iktisadi fayda beklentisi kararları etkiliyor. İsrail insani yardımı anahtar olarak kullanan ülkelerin başında geliyor. Felâketler karşısındaki refleksi hızlı ve etkili. İsrail’in yardımları da normalleşme ikliminde olgunlukla karşılandı. İnsani yardım diplomasisinin enkaza gömüldüğü yer Suriye.
Deprem sınırın altını ve üstünü birlikte vurdu. Halep, İdlib, Hama ve Lazkiye, Maraş-Hatay hattıyla aynı felaketi yaşadı. Kayıp sayısı şu aşamada 3500 civarında. 40 bini bulabileceği öngörülüyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre depremden etkilenen insan sayısı 26 milyon. Bunun 11 milyonu Suriye’de. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) yetkilisi Sivanka Dhanapala’ya göre Suriye’de 5 milyon 370 bin kişinin acil barınma yardımına ihtiyacı var. Ne var ki sınırın altı için insani yardımın kuralları farklı işliyor. 2011 sonrası kirli müdahalelerin şekillendirdiği fay hatları insani yardımı da dayatmalar ve cezalandırmaların bir aracına dönüştürüyor. Yardım yaptırım bariyerlerine takılıyor ya da koşullara bağlanıyor. Bu krizin pek çok tarafı var.
AMERİKAN YAPTIRIMLARI VE CAMBAZLIK
Suriye’nin 12 yıldır yaşadığı felaketin üzerine bir felâket daha binerken konuştuğumuz şey insani yardımların ABD-AB yaptırımlarını nasıl aşacağı. Amerikan yönetiminin 2019’da çıkarttığı Sezar Yasası, Suriye hükümetine doğrudan ve dolaylı yardım sağlayan kişi ve kuruluşları tehdit ediyor. Yaptırımlar Suriye’nin belini doğrultmasına, yeniden inşa sürecini başlatmasına ve iktisadi-siyasi normalleşmeye izin vermiyor. Savaş ülkenin makine parkını zaten tüketti. Hayati olan hiçbir şey yenilenemiyor. Suriye ilaç, tıbbi malzeme ve acil kurtarma ekipmanı temin edemiyor. Çekilmez hale gelen mevcut tabloya deprem eklendi. Uluslararası destek olmadan Suriye bu yıkımın altından kalkamaz. Suriye’nin BM Daimi Temsilcisi Bessam Sabbag’a göre yaptırımlar nedeniyle kargo şirketleri Suriye’ye uçak göndermeyi reddediyor. Gemiler limanlara yanaşamıyor.
Suriye yönetimi haklı olarak Batı’yı felâketi körüklemekle suçluyor.
Artan tepkiler üzerine ABD Hazine Bakanlığı deprem yardımlarıyla ilgili işlemlere yönelik 180 günlük bir yaptırım muafiyeti için lisans yayımlandığını duyurdu. Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad bunu “yanıltıcı bir hamle” olarak niteledi. ABD ve AB, yardımları Türkiye üzerinden silahlı grupların kontrolündeki alana kanalize etmeye çalışıyor. Suriye yönetimi de “terör örgütlerine desteğe dönüştüğü” gerekçesiyle yardımların Şam üzerinden gönderilmesini istiyor. Batı kanadı ise Esad yönetimine meşruiyet kazandıracağı savıyla Şam yolunu tıkıyor.
BM Güvenlik Konseyi’nden geçen karar, BM yardımlarının sadece Cilvegözü/Bab el Heva kapısından gönderilmesine izin veriyor. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Cilvegözü hattında yolun tahrip olduğunu belirtip hükümetin kontrolündeki bir kapının daha açılabileceğini duyurmuştu. Ama henüz gelişme olmadı. Türkiye-Suriye arasında 13 sınır kapısı var. İstenirse bir günde hepsi açılır. Depremden etkilenmeyen güzergâhlar hızlıca devreye sokulabilir. Hava köprüsü de kurulabilir. Yeter ki Saray karar versin!
Muhaliflerin kontrolündeki bölgeye açılan kapı da derde deva değil. BM’nin altı araçlık ilk konvoyu ancak felâketin üçüncü gününde Cilvegözü’nden İdlib’e geçebildi. Ertesi gün 14 araçlık ikinci konvoy buna eklendi. BM Genel Sekreter Yardımcısı Martin Griffiths dün “Şimdiye kadar kuzeybatı Suriye'deki insanları hayal kırıklığına uğrattık” diyerek durumun vahametine dikkat çekti. Beri tarafta Suriye hükümeti kendi kontrolünde olmayan bölgelere BM kurumları, Kızılhaç ve Kızılay’ın yardım operasyonlarına izin verdi. Fakat İdlib’in hakim gücü Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) “Cani rejime geçit yok” diyerek kapıyı kapattı. HTŞ yardımları kendi tekeline almak istiyor. BM’ye de bunu dayatıyor. Ankara, HTŞ’ye “Hadi oradan” diyebilir ama demiyor. BM, Suriye Kızılayı’nın 10 Şubat’ta gönderdiği yardımların Serakıb üzerinden İdlib’e geçişinin lojistik gerekçelerle ertelendiğini teyit etti. Halbuki Serakıb geçişinin açılması için BAE’nin arabuluculuk çabalarının sonuç verdiği söylenmişti.
Bir başka vahamet de şu: Kürtlerin liderliğindeki Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin Fırat’ın batısındaki bölgelere gönderdiği insani yardım konvoyu Türkiye destekli silahlı grupların engelini günlerdir aşamıyor. Konvoyda 30 petrol tankeri de yer alıyor. Güya özerk yönetime meşruiyet kazandırmak istemiyorlar.
KÖTÜLÜK KAPASİTESİ HER TARAFA YETİYOR
Yerel kaynaklara göre Rusya, Hama ile İdlib arasındaki geçişlerin iş makineleri ve yardımlara açılması için Türkiye’ye çağrı yaptı. Bu çağrıya da yanıt verilmedi. Ama sorulduğunda Çavuşoğlu, Suriye’ye uluslararası yardımların ulaştırılması için ellerinden geleni yaptıklarını söylüyor.
Kendi enkazına yetişemediği gibi halkın seferberliğini iktidarın bekasına yönelmiş bir tehdit olarak görüp her şeyi tekeline almaya çalışan, böylece asrın kurtarma fiyaskosuna ve koordinasyon rezaletine imza atan AKP yönetimi, Suriye’deki pozisyonunu etkileyecek insani müdahaleye bile tahammül edemiyor. Suriye’ye insani yardım gidecekse Batılı müttefiklerin önceliklerine göre gidecek! AKP korkunç trajediler yaşanırken bile İngiliz-Amerikan ajandasından şaşmıyor!
Hama-Serakıb hattından uluslararası yardımın yolu açılırsa İdlib’de Batı’nın tercih ettiği mevcut statüko korunamayabilir. Suriyeli eski diplomat Besam Ebu Abdullah “Nasıl Suriyelilerin kayıpları arasında bile ayrım yapacak kadar aşağılık olabiliyorsunuz?” diye soruyor.
Suriye açısından Batı’nın ortaklıktaki tercihi net: Terör örgütleri listesindeki HTŞ’nin yanı sıra İngiliz istihbaratının Suriye’ye müdahale aparatı olarak kuruluşuna yardım ettiği ve kimyasal saldırı tezgâhında taşeronluk yapmış olan Beyaz Miğferler.
Suriye’nin kendi topraklarındaki egemenlik hakkını gasp eden bir siyaset, felâket bir tablo karşısında da değişmiyor. Suriye sahnesindeki aktörlerin motivasyon ve çekinceleri sonuç itibariyle felaketin katlanmasına neden oluyor, kurtarılabilecek insanlar kurtarılamıyor, devamında yaralar sarılamıyor.
ABD’Yİ TAKMAYAN ÜLKELERİN SAYISI ARTIYOR
Fakat beri tarafta Amerikan tehditlerine rağmen depremin siyasi atlasta kırılmalar yaratan bir baskı ürettiğini de gözlemliyoruz. Pek çok ülke yaşadıkları tereddütleri geride bırakarak Suriye’ye elini uzattı. Geç ve yetersiz de olsa Suriye’nin müttefikleri Rusya ve İran dışında BAE, Irak, Lübnan, Ürdün, Mısır, Sudan, Tunus, Libya, Cezayir, Kazakistan, Ermenistan, Hindistan, Pakistan, Venezuela, Küba, Belarus ve Çin yardım kervanına katıldı. Dün itibariyle Suriye’ye gönderilen 60 uçaktan 30’u Şam, 20’si Halep, 10’u Lazkiye havalimanına indi. Bu seferberlikte BAE öne çıkıyor. Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah bin Zayed koordinasyon için dün Şam’daydı. Lübnan yaptırımlardan korkanlara “Yardımlarınızı Beyrut’a gönderin, biz Suriye’ye geçirelim” teklifinde bulundu. AB’den İtalya tıbbi ekip ve malzeme taşıyan iki uçakla olumlu yanıt verdi. İnsani yardımı bu dolambaçlı yola mahkum etmek bile korkunç yüzsüzlüğü anlatmaya yetiyor.
Felâket Şam’la ilişkileri normalleştirmek isteyen ama ABD’nin hışmından korkan ülkeleri de uyarıları daha az umursayan bir çizgiye çekebilir. Sözgelimi El Nahda’yı sırtından attıktan sonra dış politikasında belirgin değişiklikler yaşayan Tunus tam bu sırada Şam’daki diplomatik temsilciliğin seviyesini yükseltti. Irak, Cezayir, Umman, Ürdün, BAE ve Bahreyn Şam’la ilişkileri normalleştirmiş durumda. İnsani dayanışmaya rağmen Mısır temkinli tutumunu koruyor. Suudi Arabistan ise diyalog kanalını açık tutsa da İran’ın Suriye’den uzaklaştırılması şartına bağlı olarak adım atmıyor.
Ortak acılar, kısa süre öncesine kadar gündemi işgal eden Türkiye-Suriye normalleşmesinin önünü açabilir mi? Sınır kapılarını koşulsuz açmak ve hava köprüsü kurmak 12 yıldır biriken husumetleri arkada bırakmak için iyi bir fırsat olabilirdi. Fakat verili koşullar yeni sayfa açma ümidinin de enkazın altına itildiğini söylüyor. Hasılı kelam Erdoğan rejiminin kötülük kapasitesi sınırın üstüne de altına da yetiyor.
Fehim Taştekin Kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.
Rusya niye ‘Türkiye işgalci’ dedi? Ve Suriye’de birkaç senaryo… 18 Kasım 2024
Dünya barışını fanatikler sağlayacak: 'Tanrı Orta Doğu’yu Korusun!' 14 Kasım 2024
Erdoğan, Trump’ı yine tongaya düşürür mü? 11 Kasım 2024
Trump döndü, ABD iç savaştan sıyırdı... Ya dünya? 07 Kasım 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI