YAZARLAR

Kötüyü bilmek

İnsanın kendi güçsüzlüğüyle, eksikliğiyle ve ölümlülüğüyle ölümü çoğaltarak baş etmeye çalışması, başkasının üzerinde iktidar kurarak tanrıcılık oynaması, insan oluşun yüz karalığı.

Annemin çok sık kullandığı bir duadır; “Allah hepimizi iyilerle karşılaştırsın.” Bu cümleyi anlıyordum da idrak edişim tabii ki kötülerle, kötülükle karşılaşa karşılaşa oldu.

Kötülük tuhaf bir şey, bulaşıcı özelliği var bir kere, yayılıyor, çoğalıyor. Şiddetle katmerleniyor. Yakıyor, yıkıyor. Dipsomanik bir hali de var, sınırı yok, başlayınca bir kez sonuna kadar gidesi gelebiliyor insanın.

Geçtiğimiz haftalarda sokak hayvanlarının türlü kötü muameleyle toplatılması, kötülük üzerine düşünme ve yazma isteği uyandırdı bende. -Çünkü kötülük savıcı bir eylem olarak yazmak!- Sosyal medyada korkunç görüntülere maruz kaldık bir çoğumuz. Yüzlerce hayvan hakları savunucusunu, hayvan severleri karşılarına alan bir grup “emir kulu” ne yapmak, nereye varmak istemektedir?

İnsan canlısı iyi ve kötünün bileşiminden oluşan bir varlık. Salt iyilik ya da salt kötülük diye bir şey yok. Kişinin nereye meylettiği, neyi çoğaltmak istediği, neyi tercih ettiği onun yaşam öyküsünü oluşturuyor zaten. Ama ben şunu biliyorum ki kendi içindeki kötüye temas edemeyen o kötüyü hep başkalarına yansıtıyor. Hep öteki kötü, hep dünya kötü, herkes ona düşman.

Erich Fromm, Sevginin ve Şiddetin Kaynağı isimli kitabında şiddet biçimlerinden bahsederken ödünleyici şiddeti güçsüzlükten doğan, güçsüzlüğü ödünleyen bir şiddet türü olarak tanımlar. Ona göre yaratamayan insan yok etmek ister; yaratırken, yok ederken salt bir yaratık olma rolünün ötesine geçer. Yani bir nevi tanrıcılık oynar. Evet ne yazık ki onun tanrısı kötülük yapan bir tanrıdır. Bir canlı üzerinde tam ve kesin denetim sağlama dürtüsü sadizmin özünü oluşturur diyebiliriz. Sadizmin özü başkalarına acı vermek değil, ötekinin üzerinde iktidar kurmak, onu isteklerimizin çaresiz nesnesi durumuna sokmak, onun tanrısı/efendisi olmak, onunla istediği gibi oynamaktır.

Erich Fromm’a göre insanın içindeki ödünleyici şiddetin güçlü olması yaşamın kendi sakatlığına/eksikliğine dayanamayıp başkaldırmasındandır; insanın yıkıcı ve sadist bir yeti geliştirmesinin nedeni insan olması, bir nesneye dönüşmüş olması, yaşamı yaratamadığı için yok etmeye kalkışmasıdır. Ödünleyici şiddet, yaşanmamış bir yaşamın sonunda zorunlu olarak doğan bir şiddet türüdür. Ödünleyici yıkıcılığın tek çaresi insanın içindeki yaratıcılığı, insanca güçlerini üretici bir şekilde kullanma yetisini geliştirmektir.

Kötülük şiddete dahil, şiddet de kötülüğe içre bir kavram, her ikisi de ölüm dürtüsünün hizmetinde, yaşamı dışarıda bırakıyor ve adeta yaşamı kucaklayanlara haset ediyor. Ölümden korktukça yaşamı düşman bellemek, ölümden korktukça bu dünyaya yıkıcı yollarla kazık çakmaya çalışmak elbette acınası. İnsanın kendi güçsüzlüğüyle, eksikliğiyle ve ölümlülüğüyle ölümü çoğaltarak baş etmeye çalışması, başkasının üzerinde iktidar kurarak tanrıcılık oynaması, insan oluşun yüz karalığı. Sokaklardan toplatılan hayvanlar, kesilen ağaçlar, yapılan inşaat çılgınlığı, öldürülen kadınlar, zulmedilen çocuklar, farklı olanı yok etme çabası, adaletsiz, güvensiz, hileli hurdalı ortam vs. Biz kötüyü çok iyi biliyoruz, tanıyoruz. Kötülüğün çoğaldıkça çoğaldığını da… Bunlara seyirci olmak zor, çok zor. Bu zorluğun panzehiri ise sanırım ısrarla yaşamı savunmak ve yaşamdan yana olmak. Çünkü unutmamak gerekir ki yaşam da ve dolayısıyla iyilik de bulaşıcı.

Yeni yılın ilk yazısında hepimiz için iyiden yana olmayı, iyiye hizmet edebilmeyi, yaşamı savunabilmeyi, iyi biri olmaya çabalamayı diliyorum ve elbette iyilerle karşılaşmayı… “İyi bilirdik” lafına sözde değil, sahiden mazhar olabilmeyi…


Tuğçe Isıyel Kimdir?

Klinik Psikolog/Psikoterapist. Londra'da Middlesex Üniversitesi'nde ve Türkiye'de psikanalizle ilgili çeşitli eğitimler aldı. EFTA-Avrupa Aile Terapisi Derneği (European Family Therapy Association) tarafından sertifikalanan Aile ve Çift Terapisi eğitiminin temel ve ileri düzeyini tamamladı. Kurucusu olduğu Polente Psikoloji’de yetişkin, çift ve aile alanında psikoterapist olarak çalışmaktadır. Aynı zamanda “Psikanalitik Edebiyat Okumaları” isimli bir atölye çalışması yürütüyor ve çeşitli dergilerde inceleme, deneme, eleştiri türünde yazılar yazıyor. Ya Hiç Karşılaşmasaydık isimli kitabın yazarıdır. Tezer Özlü’ye Armağan kitabına yazılarıyla katkıda bulunmuş, İstanbul’un Sakinleri adlı öykü kitabını ise yayıma hazırlamıştır.