Köy Enstitüleri deneyimi neden unutulmuyor?

Kurulu düzeninin sarsılmasından korkan egemen sınıflar, enstitüleri kapatmakla büyük bir hata yapmıştır.

Google Haberlere Abone ol

Ali Arayıcı*

UNESCO tarafından saptanan yeni eğitim yöntemlerine ve stratejilerine göre, “eğitim, okul duvarları arasına sıkışmayıp insanın tüm yaşamı boyunca sürmelidir. Eğitimde toptan bir yenilenmeye gidilmeli ve eğitim gerçek bir halk hareketini hedef edinmelidir”. Köy Enstitüleri’nde varolan eğitim anlayışı da, işte UNESCO’nun saptadığı bu temel ilkeler doğrultusundaydı.(1)

Köy Enstitüleri’nde eğitimin temel ilkelerinden biri, demokratik eğitim, özgürlük, eşitlik, katılımcılık, birlikte paylaşımcılık ve güvence içinde yaşamaydı. Demokratik eğitimin kanıtı, kendisine tanınan özgürlük, eşitlik ve güvence içinde bireyin kişilik geliştirmesine gösterilen saygıdır. Kişilik ve insan odaklı eğitim, enstitülerdeki eğitimin temel amaçlarından biri oldu.

Enstitülerde öğrenim gören öğrenciler, sevgi, saygı ve güvenli bir ortamda eğitiliyordu. Bu konuda bir örnek vermek gerekirse, yönetici, öğretmen ve öğrenci ayrımı yapılmaksızın herkes; aynı dersanede etüt yapıyor, aynı kazanda pişen yemeği, aynı kaplarla ve aynı yemekhanede yiyecek gereksinmelerini sağlıyordu.

BİRLEŞTİRİCİ

Köy Enstitüleri'nde sevgi, saygı, eşitlik, güven, özgürce düşünme, eleştiri ve özeleştiri yapma temel unsurlardı. Farklılıklarla birlikte barış içinde “bir arada yaşama”, cins, renk, din, dil, etnik grup, ulusal-kültürel gibi herhangi bir ayrım yapılmaksızın demokratik bir yaşam egemendi.

Sosyalist eğitimin temelini oluşturan “eğitim üretim içindir” ya da “yaşamın kendisi içindir” anlayışı; Köy Enstitüleri'nin temel prensiplerinden biriydi. Enstitülerde eğitim, “iş içinde, işle birlikte” yürütüldü. Bu kurumlar, öğretmen ve öğrencilerin eliyle kuruldu. Enstitülerdeki çiftliklerde, öğretmenlerle öğrenciler birlikte çalışarak her türlü gereksinmelerini kendileri karşıladı.

Emperyalist “2. Dünya Paylaşım Savaşı” sonrasında, Türkiye’nin 1946’da çok partili yaşamı benimsemesiyle birlikte, dönemin tek partisi CHP; politikalarında olabildiğince, yeni kurulan DP (Demokrat Parti) karşısında taviz verdi. Bunun sonucunda, Köy Enstitüleri’nin amacından saptırılması, eğitim kurumlarında dinsel eksenli öğretimin artmasıyla birlikte; ayrımcılığı, ırkçılığı, gericiliği, “ötekileştirme”yi ve birçok sorunları beraberinde getirdi.

Öğretmen yetiştiren ve tüm eğitim kurumlarında öğrenciler arasında, ayrımcılık, bölücülük, ırkçılık ve “ötekileştirme” yoktu. Enstitülü öğretmen-yazar Pakize Türkoğlu, bu konuda şunları söylemektedir: “(...) Kimi Laz, kimi Kürt, belki Çerkez, Tatar, Yörük, Afşar olduklarını söylerlerdi. Ama, bunlar aramızda bizi belirleyici yanlarımız değildi. Şakalaşırken böyle konuşurduk. Ortak özelliklerimiz ve belirleyici yanlarımız, çalışkanlığımız, yurtseverliğimiz ve köylü olmamızdı”.

ÖNEMLİ ROLÜ

Kemalist iktidarların eğitim ve kültür politikalarının temel amacı, ulusal-kültürel kimlik sorununu temelden çözmek; resmî dilin (Türkçe’nin) dışında farklı dilleri yasaklayarak farklı etnik grupları, sınıfsal farklılıkları ve ulusal-kültürel kimlikleri yok saymak; Türk kimliği etrafında tekkimlikli-tekkültürlü bir ulusal-kültürel kimlik kazanmak ve yeni bir “ulus-devlet” yaratmaktı.

Kemalist eğitim ve kültür politikalarının uygulanmasında ve yaşama geçirilmesinde, Köy Enstitüleri'nin ve buralardan mezun öğretmen-yazarların önemli bir rolü vardır. Bu eğitim politikaları sonucunda, Türk olmayan öteki ulusal-kültürel unsurların “Türkleştirilme”si kısmen de olsa başarılmıştır. Bu kurumlarda öğretim gören aslı Türk olmayan; Kürt ve öteki ulusal-kültürel unsurların çocukları da ileride birer aşırı sağcı, ırkçı ve faşist Türk milliyetçisi olmuştur.

Bu durumu, 1970’li yıllarda, benimde öğrenci olduğum öğretmen yetiştiren Köy Enstitüleri’nin devamı olan İlköğretmen Okulları başta olmak üzere, Eğitim Enstitüleri ve yükseköğretim kurumlarında görmek olanaklıdır. Bu kurumlardaki ülkücü, aşırı milliyetçi, ırkçı ve faşist öğrencilerin önemli bir kesimini; Kürt kökenli unsurların çocukları oluşturmaktadır.

Yıllardır Türk olmayan farklı etnik gruplara, ulusal ve kültürel unsurlara karşı uygulanan bu eğitim politikası; bugünün Türkiye’sinde de özünü yitirmeksizin gittikçe artan ırkçı-şoven, “ötekileştirici”, gerici, ayrıştırıcı ve dinci faşist bir anlayışla geçerliliğini korumaktadır. Eğitim kademeleri, tamamen Ortaçağ özlemi duyan gerici, dinci, yobaz, “asimilasyoncu” ve çağdışı bir zihniyetin işgali altındadır.

YÖNETİME KATILMA

Okul özgürce düşünmenin, eşitçe paylaşmanın ve katılmanın, insan temel hak ve özgürlüklerine saygı duymanın, eleştiri, özeleştiri mekanizmasının geliştiği ve yaşama getirildiği bir yerdir. Öyle olmalıdır da. Köy Enstitüleri yaşamında, işbirliği ve dayanışma, birliktelik ve kolektif yaşam egemendi. Temizlik, yemek yapımı, yatak düzeni, erzak alımı gibi günlük işlerin büyük bir bölümünü; yönetici, öğretmen ve öğrenci üçlüsü birlikte yapıyordu.

Türkiye eğitim tarihinde, ilk kez Köy Enstitüleri'nde öğrenciler eğitimin yönetimine, iç işleyişine katılma, sorunları ve görevi birlikte paylaşma, seçme ve seçilme, birlikte yönetme hakkını elde etti. Enstitüler yaşamında özgür düşünme, eleştiri ve özeleştiri mekanizması egemendi. Hafta sonu yapılan törende, her öğrenci başkanı haftalık görevi bitiminde, çalışma raporunu sunuyordu.

Demokratik bir ortamda, öğrenciler arasında tartışmalar yapılıyor, özgürce düşüncesini söylüyor ve eleştiri yapılıyordu. Başkanda özeleştirisini yapıyordu. Öğrenciler, arkadaşlarını, öğretmenlerini ve gerektiğinde müdürlerini bile eleştiriyordu. Sonra yeni bir başkan seçimine geçiliyordu. Bu durum, enstitülerin devamı olan “İlköğretmen Okulları'”nda da uzun süre sürdü.

Gazeteci yazar Ahmet Emin Yalman’ın, bu konudaki şu sözleri önemlidir: "Çifteler Köy Enstitüsü’nün haftalık bir tenkit saati var. Bu saatte tam, hürriyet hüküm sürer, münakaşa tamamiyle serbesttir. Öğrenciler birbirini, öğretmenlerini, müdürü serbestçe tenkit edebilirler. Umumî hayatımızda hulûskârlığa yer vermeye davet edilen serbest tenkidin memleket bakımından ne kadar hayırlı bir kuvvet olabileceğini enstitüde hüküm süren güzel ruh, apaçık belirtmektedir”.

SERMAYENİN HATASI

Köy Enstitüleri, Kemalist devrim ve ilkeleri kırsal kesimde yaymayı, köyü-kente ve dolayısıyla siyasi iktidara bağlamayı; farklı ulusal-kültürel unsurları dil, din, ırk, renk ayrımı yapılmaksızın; tek kimlik ve çatı altında bütünleştirmeyi amaçlayan kurumlardan biriydi. Kurulu düzeninin sarsılmasından korkan egemen sınıflar, enstitüleri kapatmakla büyük bir hata yapmıştır.

Enstitüler'in amaçları, işlevleri ve etkinlikleri Türkiye burjuvazisinin çıkarlarına uygun olduğu gibi, her türlü gereksinmelerine de yanıt veriyordu. Deyim yerindeyse burjuva kesimi “eştiği kuyuya” bizzat kendisi düşmüştür. Bugün, Türkiye'de yaşanan acı olaylar, siyasi rejimin ve eğitimin içine düştüğü çıkmazlar, farklı alanlarda sorunların giderek artması ve cumhuriyet Türkiye'sinin kazanımlarının birer birer yok edilmesi olayları bunun bir göstergesidir.

Marksist eğilimli sosyalist yazar kuşağının öncülerinden Sabahattin Ali, konuyla ilgili olarak Marko Paşa adlı dergide şunları belirtiyordu: “Tekrar yabancı sermaya köleliğine girmeye özleyenler, en iyi vatansever rolündeler. On sekiz milyona irfan nurunu götürebilme yolunu tutan, içerde ve dışarda, dostun ve düşmanın hayran olduğu hür düşünce ve çalışma yuvaları Köy Enstitüleri, atılan tırpanla Ortaçağ müesseseleri haline getirilmek üzere...”dir.

Köy Enstitüleri’nin amacından saptırılması ve daha sonra da kesin olarak kapatılması olayını; dönemin Türkiye’sinde ve dünyadaki siyasi gelişmeleri ve değişmeleri göz önüne alarak değerlendirmek daha doğru olur. Böylesi bir yaklaşım, enstitülerle ilgili yalan yanlış değerlendirme ve yorumlara da açıklık getirmiş olur. Enstitüler, uzun bir süre daha devam edip tam amacına ulaşmış olsaydı; bugünün Türkiye’sinin sancısını çektiği birçok sorunlar gündemde olmayabilirdi.

NEDEN UNUTULMUYOR?

Bugün, siyasi iktidar, yeni rejimin inşası için, eğitimi bir araç olarak kullanıyor. Eğitim sistemini sil baştan değiştirip «dindar ve kindar gençlik» yetiştirmek için, gerici, yobaz, çağdışı ve ümmetçi bir yapıya dönüştürdü. Eğitim, "Türk-İslam Sentezi"nin sultası altında “dinselleşti”, dinsel derslerin girmediği bir kurum kalmadı. Asıl amaç, İslam ve şeriat kurallarının geçerli olduğu adı konulmamış bir “şeriat düzeni”nin kurumlarını oluşturmak, bunu savunan kuşakları yetiştirmektir.

Eğitimin içine düştüğü çıkmaz ve sorunların yanında, çağdaş, laik, demokratik ve bilimsel bir eğitim anlayışı doğrultusunda genç kuşakların yetiştirilmesi; nitelikli ve devrimci öğretmen yetiştirilmesi sorunları güncelliğini koruyor ve eğitim sorunlarının en başında geliyorsa; Kemalist eğitim anlayışının özünü oluşturan Köy Enstitüleri’nin değeri ve önemi, her geçen gün artmaktadır.

Eğitimde bölgeler, kadın-erkek ve köy-kent arasındaki eşitsizlik sürüyorsa; okul yaş çağında olupta insan temel hak ve özgürlüklerinden biri olan eğitim hakkından, yaklaşık 500 bin çocuk ve anadilde öğretim hakkından milyonlarca çocuk yararlanamıyorsa; eğitim ve bilim emekçileri açlık sınırında yaşamaya terk edilmiş, onların sosyo-ekonomik ve demokratik yönlü sorunları güncelliğini koruyorsa; Köy Enstitüleri yüzyıllar da geçse asla unutulmayacaktır.

Köy Enstitüleri’ndeki sosyalist eğitim anlayışını, tekrar bugünün eğitim sisteminde uygulayarak pek çok sorunun üstesinden gelinebilir. Sosyalist eğitim anlayışının temeli olan “eğitim üretim içindir” ilkesiyle üretime yönelik “politeknik” ve “mesleki teknik” okulların açılması düşünülebilir. Kuşkusuz, bunu geçekleştirecek olanlar ise, laik ve tam bağımsız bir ülke özlemi duyan Türkiye'de çağdaş düşünceyi benimsemiş aydın, demokrat, devrimci ve sosyalist unsurlarıdır.

1- Bkz.: Ali Arayıcı, Kemalist Türkiye'de eğitim sorunu ve Köy Enstitüleri -Eleştirel bir bakış-, Doruk Yayınları, İstanbul, Ekim 2020. s. 183-188.

*Prof. Dr. / Paris