Kralın ölümü
Bütün dünya, Kraliçe 2. Elizabeth’in ölümünü konuşurken bir başka kral, İspanyolların büyük yazarı Javier Marías da hayata veda etti. ‘Edebiyatın kralıydı” gibi bir tariften bahsetmiyorum; çünkü onun krallığı lafın gelişi değildi. Gerçekten kraldı Marías. Edebiyat adası Redonda’nın hakiki hükümdarıydı.
1.
Karayipler’de bir minik ada… Büyüklüğü hepi topu bir kilometrekare. Unutulmuş, kimsesiz, insansız bir ada. Ama tarihsiz bir ada değil. Onu kayıtlara ilk geçiren Kristof Kolomb’tu.
1493’te adayı keşfeden Kolomb, ona Kastilya Krallığı adına el koyup bir de isim verdi. Santa Maria la Redonda…
Ama kâşif Kolomb ismini verdiği bu adaya hiç uğramadı.
Bu büyücek kayalık aslında hiç kimsenin ilgisini çekmemişti. Oraları hepten ele geçirmişken mevzubahis kayalığı da kendi hükümdarlığı altına alıveren Britanya ve arada bir kapağı oraya atan korsanlar hariç…
Bir de deniz kuşları hariç… Okyanusun ortasındaki bu ada kuşların uğrağıydı. Bir tür ihtiyaç molası için.
İnsanın ticaret güdüsü, burada da bir potansiyel gördü ve yaklaşık 150 yıl evvel, bu kuşların gübresini işlemek için bir iki tesis yapıldı. Derken barut imalatında kullanılan alüminyum fosfat madenciliğine başlandı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra o iş de bitti.
Redonda yıllar içinde Antigua ve Barbuda ülkesine bağlandı ama yine kuş uçmaz gemi geçmez bir yer haline geldi.
Sonra…
Sonra Redonda’nın ikinci hayatı başladı.
2.
İkinci hayatında Redonda, bir edebiyat krallığı haline geldi. Dükleri, düşesleri ve ona bir defa olsun ayak basmamış kralıyla bir gizem adasına dönüştü.
Roman tarihi ‘edebi’ adalarla doludur. Son örnek Orhan Pamuk’un ‘Veba Geceleri’ için tasarladığı hayali Akdeniz adası Minger. İlk büyük örnek de Homeros’un yazdığı İthaka. Odysseus’un yurdu, yolculuk mıknatısı, erişilmez İthaka.
Bu ikisinin arasında Thomas Moore’un ‘Utopia’sı var; Daniel Defoe’nun Robenson Crusoe’yu düşürdüğü, o her yere, her şeye uzak olmanın adası var, Robert Louis Stevenson’un ‘Define Adası’ var.
Arada koca bir edebiyat tarihi var.
Hepsi hayal bunların. Güzel hayaller.
Bir de Redonda var. O gerçek. Bir de kralı vardı Redonda’nın.
Kral, bu hafta başında öldü.
Redonda’nın kralı İspanyol yazar Javier Marías’tı.
3.
Bu uzun ve güzel bir hikâye. Ama olabildiğince basitleştirerek anlatmaya çalışacağım.
Her şey Redonda’yı gören bir tacirin, sekiz kızdan sonra sahip olduğu erkek çocuğun onuruna adayı sahiplenmek istemesiyle başladı. Tacir, hiçbir ulusun da orayı sahiplenmemesini fırsat bilerek ‘taç’ giydi. Biraz şaka, biraz heves ama sonuçta krallık da krallıktı.
Eh, kraliyet bu. Taç da taht da, her ne kadar hayali olsa da, babadan oğula geçiyor. Redonda’daki sistem de ilkin böyle işledi. Tacir babadan sonra krallık sırası, edebiyat çevrelerinde M. P. Shiel ismiyle tanınan oğuldaydı. Fantastik edebiyat türünde eser veren Shiel ile birlikte Redonda’daki ‘edebi’ krallık da başladı.
Shiel o kadar taht meraklısı bir kral olmadığından, hanedanın değişmesini önemsemeksizin, tacını bir şaire, kraliyetin ‘edebiyatçıbaşı’sı olarak ilân ettiği arkadaşı John Gawsworth’e miras bıraktı.
Gawsworth de bu mirası tepe tepe kullandı. Arkadaşlarına peynir ekmek gibi asalet unvanı dağıttı. Henry Miller, Dylan Thomas, Lawrence Durrell ve daha niceleri… Hepsi Gawsworth sayesinde, bu hayattan birer dük olarak ayrılmıştır.
Yalnız Gawsworht’ün alkol problemi vardı, üstüne üstlük sıklıkla beş parasız kalıyor, bu arada krallığını da sık sık satışa çıkarıyordu. Bu uğurda The Times gazetesine ilan vermişliği bile vardı. Ama ecel vakti gelip çattığında, belki defalarca sattığı adayı, daha doğrusu adanın tahtını, yayıncı Jon-Wyyne-Tyson’a bıraktı. Ada bu sayede yine edebiyatın sınırları içinde kaldı.
Wynne-Tyson’ın işleri başından aşkındı; bir de krallıkla uğraşacak durumda değildi. Hele tahtta hak iddia eden bir sürü kişiye laf anlatmak ona zor geliyordu. Çareler düşünürken, bu ilginç ‘edebi’ krallığı bir hikâyesinde konu edinen İspanyol yazar Javier Marías aklına geldi. Onunla temas kurdu ve taht için bir varis belirlemesini istedi. Yazar, madem bu işi kurguda ele almıştı, gerçekte de meseleyi çözüme kavuşturabilirdi.
Yayıncı, yazara, “Taht için birini seçebilir misiniz” diye soruyordu.
Aralarındaki mektuplaşma günlerce sürdü. Marías’ın sonradan aktardığına göre, bir tarafında müthiş bir İngiliz centilmeninin bulunduğu o sonu gelmez kibar mı kibar yazışmalar nihayet şu soruyla bitmişti:
“Neden tahta siz geçmiyorsunuz sayın Marías?”
4.
Marías bu teklifi kabul etti.
Romanlara layık bir teklif geldiğinde bunu reddedecekse, kendini artık bir romancı olarak göremeyeceğini düşünmüştü.
Sene 1997’ydi. Tacın başka talipleri de vardı.
Ama teklifi kabul eden Marías, diğer kraliyet taliplilerinin söylediklerine hiç kulak asmadı. Kendi kendine bu durumda “İngiltere ya da İspanya kralı ne yapardı” diye sordu.
Yanıtı da hemen bulmuştu: “Cevap vermezlerdi.”
“Ben de öyle yaptım. Çünkü en kralca hareket buydu: Cevap vermemek.”
5.
Böyle ıvır zıvır konularla uğraşmaktansa, enerjisini başka konulara harcadı Marías.
Ses getiren romanlarını, öykülerini yazdı. ‘Yarınki Yüzün’ üçlemesini, ‘Acı Bir Başlangıç Bu’yu, ’Berta Isla’yı, son olarak ‘Thomas Nevinson’u.
Ona ün kazandıran ‘Yarın Savaşta Beni Düşün’ü, ‘Beyaz Kalp’i, ‘Tüm Ruhlar’ı zaten çoktan yazmıştı.
Ama arada bir krallığına da dönüp bakıyor, onunla ilgileniyordu. O da halefi Gawsworth gibi unvan dağıtıyordu örneğin. Her yıl adanın ismiyle bir ödül, ödülle beraber de bir unvan veriyordu. Pedro Almodovar (Tremula Dükü), John Ashbury (Convexo Dükü), Francis Ford Coppola (Megalopolis Dükü), Umberto Eco (Önceki Günün Adası Dükü), W. G. Sebald (Vertigo Dükü), Orhan Pamuk (Colores / Renkler Dükü), Mario Vargas Llosa (Miraflores Dükü), Alice Munro (Ontario Düşesi), Milan Kundera (Amarcord Dükü) ve daha niceleri edebiyat krallığının asil üyeleri haline geldi.
6.
Kral Marías öldü. Tahtı henüz boş.
Dünyanın en güzel, en büyük, en görkemli, en edebi krallığının başındaydı.
Yavaş yazmasıyla ünlüydü. Nüfuz etmesi zor satırlarını önce daktilo eder, elle üstünden geçer, sonra tekrar daktilo ederdi.
“Neden bilgisayar kullanmıyorsunuz” diyenlere de “Zaman kazanmak için yazmıyorum” diye cevap verirdi. “Zamanı anlamak için yazıyorum.”
Şimdi zamana karıştı.
Edebi ve ebedi tüm kralların, kraliçelerin arasına…
Yenal Bilgici Kimdir?
Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.
Brezilya günlükleri: Anne biz artık zengin miyiz? 21 Temmuz 2024
Tourists, Go Home! 14 Temmuz 2024
100 bin oyla Meclis’e giren gergedan Cacareco’nun ilham veren hikâyesi 07 Temmuz 2024
Cézanne’ın dağı, Sisifos’un çilesi, hem tanıdık hem yepyeni 30 Haziran 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI