YAZARLAR

Kredi kartı aidatından finansal içerilmeye: İktidarın manevra alanı daralmışken

Şimşek programı 2025 sonunda ya da 2026’da sona erdirildiğinde yerine ne gelecek? Önce bolca borçlandırılmış, sonra gelir şokuyla karşılaşmış, şimdi de talep ettiğini alması imkansız kılınan milyonları bir plan, açılım, genişleme, seferberlik ya da hiç olmadı iktidarın öngördüğü değişim doğrultusunda harekete geçirmek siyasal iktidar açısından bir nebze daha zorlaşmış bulunuyor.

11 Ekim Cuma günü Meclis’e sunulan kanun teklifi birçok alım satım işleminden yapılan kesintilerin yanına kredi kartı limiti 100 bin liranın üzerinde olanlardan yıllık 750 TL’nin Savunma Sanayii Destekleme Fonu’na aktarılmasını öngörüyordu. SSDF’ye 13 milyarı aşan ek gelir yazacak bu düzenlemeyi önümüze koyanlar başka kesintilerin aktarımıyla birlikte fona 80 milyar TL’ye varan bir doping gerektiğini anlatmaktaydı. 

15 Ekim’de ise AKP Grup Başkanvekilinin açıklamasına göre bu adım ertelendi. Başka birçok politika uygulamasında olduğu üzere birkaç ay sonra tekrar gündeme gelmesi, bir karambol sırasında tartışılmadan yasalaşması ihtimali halen varlığını sürdürüyor. Ancak o kadar çok tepki yükseldi ve ufak çaplı bir kredi çöküşü olasılığı dahi belirdi ki, Erdoğan yönetimi durmak zorunda kaldı.

Bu olayı daha geniş bağlamda değerlendirmekte fayda bulunuyor. Türkiye’de finansal içerilme süreci 2010’lar sonunda başka bir menzile aktı ve orijinal fikirle ilişkisi zayıflatıldı. Ancak bu yeni finansal içerilme yaklaşımı bizzat daha öncekinin başarısı nedeniyle (daha borçlu toplum kesimlerinin yaratılmış olması nedeniyle) ve de 2016-22 arasını biçimlendirmiş gelir şoku (emekçilerin toplam gelirden aldığı payın hızla gerilemesi) yüzünden devam ettirilemiyor. Kredi kartı aidatında geri adım da bu yaşananların dolaylı bir sonucu olarak duruyor.

KAÇ ADET KART? KAÇ ADET BORÇLU?

Bankalar arası kart merkezinin verileri Türkiye’de kredi kartı sayısının 2024 yılı Eylül ayında 125 milyonun üzerinde olduğunu söylüyordu. Her yetişkine iki karttan daha fazlası düşüyor.

Kanun teklifinin öngördüğü 13 milyar TL’yi aşan etki, aynı zamanda 17 milyondan fazla kartın limitinin 100 bin TL olduğuna işaret ediyor. Ancak buradan kalkarak kanun teklifinin sadece orta ve üst orta sınıfları (bu kesimden kabaca 7-8 milyon bireyi) hedef olarak bellediğini söylemek mümkün değil. Bir kişinin 100 bin üzeri limitli bir kartı ve altı limitli birkaç kartının bulunabildiğini hesaba katarsak, 10 milyonu aşkın kişiden yılda 750 TL koparmanın amaçlandığını söyleyebiliriz.

Yüksek enflasyon nedeniyle kredi kartı limitlerini 2025 yılında 100 binin üzerine çıkaracaklarını da düşünürsek sayı daha da artıyor.

OLAYIN BAĞLAMI VE İPİNİ KOPARMIŞ İKTİDAR

2023 yılı sonlarında daha sistematik bir hal almaya başlayan Şimşek programının bir yılı geride kalmak üzere. Bu program enflasyonla mücadeleyi öngören klasik bir istikrar paketi niteliğine büründü, muhalefetin ekonomide alternatif söz üretme kapasitesini aşındıran neoliberal hegemonya nedeniyle öfkeyi masseden Erdoğan yönetimi planlarını hayata geçirebildi.

Devletin harcamalarını değil vatandaşın (daha ziyade alt ve orta gelir grubundakilerin) tüketim talebini baskılamak bu paketin ana unsuruydu. Yüksek faiz, kredi genişlemesine vurulan kademeli dizginler ve asgari ücret zammında da görüldüğü üzere önü açılan ücret kayıpları Şimşek’in öngördüğü talep baskılamayı yarattı. Programın yüzde 17 ila yüzde 25 arasına sıkıştırılmış bir asgari ücret artışıyla 2025 yılına sarkacağı biliniyor. Şirket fiyatlama davranışında bir sorun görmediği için neden bu enflasyonu kontrol edemediğini kendine soraduracak. Şimşek’in programı yanılsatıcı tasarruf tedbirleriyle okul temizliğini askıya alıp, doludizgin savunma sanayi harcamasına yönelen bir devlet görüntüsü ortaya çıkardı. SSDF’ye bütçeden aktarımdansa bu yükün bir kısmının farklı biçimde toplumsallaştırılması için de dahiyane bir fikir bulunuverdi.

Ancak ipini koparmış bu iktidar görüntüsünü, bir de son yıllardaki gelişmeleri hatırlayarak canlandıralım. Türkiye’de 2010’ların sonunda emeğin gelirden aldığı pay hızlı bir şekilde düştü. Hangi yıldan başlattığınıza, hangi çeyreği veri aldığınıza göre oran değişebilir, ancak bu dönemde emeğin gelirden aldığı payın yüzde 35 civarından yüzde 25 civarına gerilediğini görüyoruz. En zengin yüzde 5’in gelirden aldığı pay yüzde 30’u geçerken, gelir dağılımı adaletsizliği de artış gösterdi. Bu arka planda 2018-19 krizinin atlatılmasını izleyen pandeminin ilk dalgaları sırasında giderek emek yoğun yeni bir üretim atılımı yapılabileceği düşüncesi Erdoğan yönetimine hakim oldu. Bu yönetim, düşük ücretle de olsa çalışan, çalışmaya devam eden kitlelerin en tepedekiyle gönül bağının aşınsa da kopmayacağını düşündü. Aynı zamanda yeni ihracatçı, emek yoğun sektörlerdeki sermayelere fırsat penceresi sunulmak istendi. Sonuç para politikası odaklı bir sanayileşme girişimi ve küresel gelişmeleri okuyamadığı için yüksek enflasyona yol veren bir ekonomi yönetimi idi. Bu yıllar zarfında emeğin reel kayıpları telafi edilmedi, aksine ücret baskılamasıyla emek yoğun ihracatçı sektörlerdeki canlanmanın Türkiye ekonomisi için yeterli olacağı propagandası yapıldı. 

YENİYE GEÇİŞ VE SONRASI

Bu dönemin finansal içerilme söylemi ile 2000’lerinki arasında çok büyük farklar var. 2010’lar sonunda Erdoğan yönetimine hakim olan tasavvur, devlet çağırdığında dövizini-altınını bozduran emekçi, kampanya yaptığında yeni konut almak için sıraya giren orta sınıf heveslilerden ibaretti. Milliyetçi ve faşizan bir haleye bürünen fedakarlık istekleriyle örülü bu hane-ev-vatan özdeşliği yaratma isteğine başka çelişkilerle birlikte Borçlandırma Siyaseti kitabımda değinmiştim.

2010’ların sonundaki kayma, değişen siyasal iktisadi ortamın sonucuydu ancak ayrıca eski yöntemin sınırlılıklarına da işaret ediyordu. Pandeminin ilk yılında olduğu üzere milyonlarca kişiyi borçlandırmaya girişebilir (bu ucuz kredilere yedi milyon kişi başvurdu yaklaşık iki milyon kişi ilk kez kredi kullanıcısıydı) bunu bir destek görünümüyle sunabilirsiniz, ancak sadece birkaç yıl sonra yüksek faiz koşullarında bir istikrar programı ile düşük gelirli hanelerin talebini baskılamayı enflasyonla mücadele yolu olarak benimsemişseniz önceden yaptığınızı tekrar tekrar yapamazsınız. Ya da hanelerin önce altına sonra 2018’den 2021’e kadar da dövize olan hücumunu engelleyebilirsiniz, fakat yüksek faiz koşullarında yeni kampanyalarla istediğiniz kamçılama etkisini yaratamayabilir, hizaya girmiş borçlular ordusunu kutsallık atfedilen değerler (örneğin ülke savunmasına katkıda bulunma) doğrultusunda seferber edemeyebilirsiniz.

Kısacası borçlandırma siyasetine hakim olan söylem 2000’lerde rasyonel, hesaplı ve yatırımcı birey vurgularıyla bezenmişken 2010’lar sonunda fedakar, hizmetkar, katılımcı vatandaş anlatısıyla biçimlendi. Ancak daha borçlu bir toplum yaratılmışken, gelir şokuyla karşılaşmış hanelere ek yük bindirmek tehlikeli bir hal aldı. Bu tehlike borçlandırma siyasetinin çelişkilerinin türlü biçimde ve dolayımlarla açığa çıkması ve fedakarlık bekleyenlerin ikiyüzlülüğünün farklı biçimlerde deşifre olmasından ibaret. Son örnek geçtiğimiz haftalarda SSDF’ye böyle bir aktarımı eleştirenleri hain ilan eden bir faşist parti liderinin, sonrasında kimseye hakaret etmediğini ifade etmek durumunda kalması ve üstelik Erdoğan yönetiminin geri adımıyla da açığa düşmesiydi.

Bu tartışmanın genel siyasal iktisadi arka planla bağlantısı bulunuyor. Şimşek programı 2025 sonunda ya da 2026’da sona erdirildiğinde yerine ne gelecek? Enflasyonu düşürmek bakımından görünen başarısızlık, örneğin bir yıl sonra hızlı bir dönüşle talep patlaması koşullarının yaratılmasını (faizlerin hızla düşürülmesini, yeni kredi kampanyalarını) daha netameli hale getiriyor. Siyasi planlar doğrultusunda (yeni bir tür plebisit) bu tarz bir dönüş her zaman mümkünse de önce bolca borçlandırılmış, sonra gelir şokuyla karşılaşmış, şimdi de talep ettiğini alması imkansız kılınan milyonları bir plan, açılım, genişleme, seferberlik ya da hiç olmadı iktidarın öngördüğü değişim doğrultusunda harekete geçirmek siyasal iktidar açısından bir nebze daha zorlaşmış bulunuyor.


Ali Rıza Güngen Kimdir?

Siyaset Bilimci, araştırmacı ve çevirmen. Doktorasını ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi’nde tamamladı. Türkiye’de borç yönetimi, devlet bankaları, küresel Güney’de finansallaşma ve devlet kuramı alanlarında yayımlanmış çalışmaları bulunmaktadır. Araştırmalarına York Üniversitesi'nde devam etmektedir.