Küçük merasim insanları: 'Kışın Herkes Dürüsttür'
Murat Çelik’in öykü kitabı 'Kışın Herkes Dürüsttür', Everest Yayınları tarafından yayımlandı. Sekiz öyküden oluşan kitap, yazarın kendine has sözdizimiyle bir yanı eksik kalan insanları anlatıyor.
'Eve Dönmeyen Hayvan' ile 2020 yılında Yunus Nadi Öykü Ödülü'nü kazanan Murat Çelik, yeni kitabı 'Kışın Herkes Dürüsttür' ile okurla yeniden buluştu. Sekiz öyküden oluşan kitabın dikkat çeken ilk özelliği, başında “ithafsız” ibaresinin yer alması. Yazarın ithafsız bir kitap yazdığını vurgulaması, öyküleri okudukça anlam kazanmakta. Zira, Çelik’in öykülerinde bir ada sahip olsun olmasın eksiklik hissi çeken, bu eksikliği çoğunlukla tanımlayamayan kahramanlar mevcut. Öte yandan ad meselesi de kitabın satır aralarında yer yer irdelenmekte.
“O karar topukladım. Köpek peşimden. Yürü oğlum dedim içimden. Gidelim. Ama kızım da olabilirsin tabii. Yürü yoldaşım. Sana ad vereceğim daha. Adı olanı yaşatıyorlar. Sahipleniyorlar. Ciddiye alıyorlar. Tasma bile takıyorlar. Eksiğin yok. Adını bulacağız.” (s.15)
Kitabın ilk metni olan “Habu,” öyküsündeki bu pasaj, sokakta rastladığı köpeği kendine yoldaş edinen, akıl sağlığı yerinde olmayan bir adama ait. Bu adamın köpeğin cinsiyetini umursamaması önemli çünkü “oğlum” ya da “kızım” hitapları, başka bir deyişle adamın yaşadığı coğrafyadaki cinsiyet farkından kaynaklanan ayrımlar onun için bir anlam ifade etmiyor. Ancak bu adamın insana ve insan dışı varlıklara karşı önyargısız bakışına karşın hayatta adlar, cinsiyetler ve sıfatlar büyük yer kaplamakta. Gündelik hayattaki sıradan konuşmalar dahi içinde sayısız kod barındırıyor. İnsanlar, bu kodlardan doğan rolleri bilerek veya bilmeyerek oynamak zorunda kalıyor. İşte gerek kentte gerek taşrada bu rollerden doğan karmaşık ilişki ağlarını irdeleyen metinler var okur karşısında.
“Şarkısını, Herkesini Uyutan Bir Koro” öyküsü bu bağlamda dikkat çekici. Serhat isimli on beş yaşlarındaki çocuk yıkanırken sırtını keselemesi için annesini çağırıyor. Ancak bu çağrısına onlara misafirliğe gelmiş olan Yasemin Abla cevap veriyor. Yasemin, Serhat’ın penisine dokunurken mastürbasyon yapmaya başlıyor. Ancak evin babası Fahrettin’in sesi gelince banyodan çıkıyor. Yasemin’in çıkışını gören Fahrettin oğlunu yanına çağırarak türlü sevgi gösterilerinden sonra gusül abdesti bilip bilmediğini soruyor. Oğluyla “gurur duyan” baba oğlunun kafasını öperken saçlarından “yasemin kokusu” alıyor. Asıl şaşırtıcı olan ise Yasemin’in banyoda birinin olduğunu anladığı kısım:
“Banyoda biri vardı belli ki. Fahrettin mi gelmişti yoksa? Öyleyse utanır, sıkılırdı; tuvaletten çıkacağı sırada karşılaşmaktan, burun burun kalmaktan korkardı. Hemen elini yüzünü yıkadı bu karşılaşmayı kurunca. Koltuk altlarına su götürdü. Memelerine sürdü elinin tersini, üşüdü, içi gıdıklandı.” (s.24)
Anlaşıldığı üzere Yasemin, evin babasını arzularken evin oğluna yöneliyor. Fahrettin ve Yasemin arasında daha önce bir yakınlaşma yahut daha fazlası olduğunu sezinliyoruz. Sonuç itibarıyla baba-oğul, aynı kadın üzerinden erklerini kurmakta beis görmezlerken her şeyi sezen anne kaderine boyun eğiyor. Ancak kimi örnekte ise anne kaderine boyun eğmiyor hem kendi kızına hem de komşunun kızına askıntı olan kocasını yakıyor.
Murat Çelik, sadece toplumsal rollerin, patriyarkal düzenden doğan kodların peşine düşmemiş. Her gün pek çoğumuzun oturup kafa yormadığı silik portrelerin de peşinde. Bir öyküde etrafını gözlemleyen anlatıcı, insanları bir senaryo metnindeymişler gibi numaralandırarak anlatmış mesela. Aynı öyküde balık tutan yaşlı bir amcaya da, cümbüş çalan Roman Serdal Abi’ye de rastlıyoruz. Pek de ortak yönü olmayan bu iki farklı kahramanın ortak paydası hükümeti eleştirmeleri. Nitekim, farklı kahramanların ağzından çıkarak öykülerin kıyı köşelerinde karşımıza çıkan siyasi iktidar eleştirisi de mevcut. Bu eleştiriyi bazı metinlerde yüksek dozda da görmekteyiz.
Ayrıca, sadece siyasi erki hicvetmiyor, toplumsal erki da gözler önüne seriyor yazar. Tabii toplumsal sorunların mazisini de unutmamak gerekir. Ulus-devlet inşa sürecinde diğer ulusların üst-kimliğe tabi tutulduğu, tek tip kültüre boyun eğmeye zorlandığı unutulmamalı. Nitekim, “Ş e r e f i y e t r i o” öyküsü gibi toplumsal erki hicveden öyküler de mevcut. Bu öyküye dönersek, kiracıları Kürt olan bir ailenin amcası üzerinden ırkçılık konu edilmekte:
“Amcam, bunları Kürtlerin yaptığını iddia etti, ‘İşte,’ dedi, ‘evi ne idüğü belirsizlere verirseniz olacağı bu.’ Babam ses etmedi çünkü amcamın çocuklarının haşarılığını biliyordu. Bir vakit sonra evlerin girişinde duran ayakkabılar kaybolmaya başladı, terlikler kesiliyordu, hatta Galatasaraylı çizmelerim çalınmıştı da üzülmüştüm, Bahar Teyzelere laf gidecek diye pek ses etmemiştim. Benim sessizliğim çok önemli değilmiş. Amcam, bu olaydan da Bahar Teyzeleri sorumlu tuttu, ‘İşte,’ dedi, “Kürtlere ev verirseniz böyle olur.” (s.68)
Görüldüğü üzere bu alıntıda ırkçılık dar bir anlamıyla işlenmiyor. Amca, kimliklerinden ötürü kiracılara öfke kusarken aslında bu öfkeyi kendisine ve ailesine kusmakta. Başka bir deyişle kendisinin ve çocuklarının ayıplarını örtmek için kiracıları günah keçisi ilan ediyor. Son olarak, yazarın “Zamanaşırı” isimli tahkiye şiir havasındaki öyküsünde ilk defa rastladığım bir deneysellik yaptığını da söylemeli. Öyküden bahsetmek gerekirse yakın Türkiye tarihinin kısa tahkiyesi, denilebilir.
Öykülerin diline gelirsek, Murat Çelik’in sözdizimiyle oynamayı seven bir yazar olduğunu söyleyebiliriz. Kelime kadrosuyla, yapılarını söktüğü ifadelerle, şiire çalan havasıyla dinamik metinlerle karşı karşıyayız. Yeri geldiğinde noktalama ve imlayı kendi emrine almaktan çekinmeyen bir yazar Çelik. Geçmişlerinden güven duyamayan, bugünlerine uyumlanamayan, sevgiyi tam anlamıyla tadamamış, bir yanı eksik kalan kahramanları konu edinen metinler çoğu zaman hayal-gerçek ikileminde bazen bir sanrıyı anımsatsa da siyasi ve toplumsal düzenin çarpıklığı üzerine kurulu bunlar. Orhan Veli’nin, Sait Faik’in “küçük adam” tipolojisini andırsalar da onlardan farklı olan bu modern kahramanlara ad bulmak için yine öykülere bakmalı:
“İlkin dükkânı düzdüler, iki günde oldubittiye geldi her şey. Küçük merasim insanları böyledir. Birdenlik. Uzun uzadıya plan yapacakların, detaylarla ilgileneceklerin zengin olması gerekir. Yoksuldur küçük merasim insanları, paldır küldürcüdür.” (s.63)