Kuir arkeoloji mümkün mü?

Antik Çağ kültürlerinde gerek orta/üst sınıfın maddi kalıntıları olsun gerekse yazılı metinler olsun günümüzden çok da farklı olmayarak oldukça ayrımcı, fobik ve saldırgan bir içeriktedir...

Google Haberlere Abone ol

Queeriz – Buradayız!

Bize cinselliğin, şehvetin ve duyguların tek biçimi olarak heteroseksüelliği dayattınız. Oğlanlar kızları sever ve kızlar oğlanları. Sizin aşktan anladığınız, dinin buyruklarınca, bedenlerin üremesiyle kısıtlanmış; bizim evrenimiz ise arzular, hazlar, sevgiler ve yıldızlarla dolu.

Queer nefretini, farklılığa nefreti yaymaya son vermediniz. Bizi yaktınız, kapattınız, avladınız, sürdünüz, gazladınız, ihbar ettiniz, deli ilan ettiniz, üzerimize dersler verdiniz, gettolaştırdınız, kobay kıldınız, yadsıdınız ve kanıksadınız, test ettiniz, görmezden geldiniz ve bizlerden nefret ettiniz.

Heteroseksizminiz öfkemizi büyüttü, isyanımızı besledi. Nefretiniz aşklarımızı daha da güzelleştirdi. Bugün ve hiçbir zaman ne sizin cinselliğinizi ne normalliğinizi ne sıkıcılığınızı ne akıl hastalıklarınızı ne de tahakküm besleyen bu erkek egemen, ırkçı kapitalist sisteminize entegrasyonu istiyoruz. Size entegre olmamız tutkularımızdan vazgeçmemiz demektir.

Bizi bastıranları taklit etmeyeceğiz. Ne imajlarınız ne klişeleriniz ne potansiyel zevkleriniz ne de tüccarlarınız bizi ilgilendiriyor. Aşklarımız ve duygularımız normalleştirilemez, bedenlerimiz pazarlanamaz. Bizleri kapitalinizin içinde pazarlayamazsınız. Bizleri yönetemezsiniz.
QuEErAge” (Çeviren: Leman Sevda Darıcıoğlu)   
 

H. Arda Bülbül*

Kuir, temelinde cinsiyet kimliği, cinsel yönelim, din, dil, etnisite, renk, sınıf, sakatlık gibi varoluşlara yapılan etiketleme çabalarına karşı kimliksizleşme politikası olarak ortaya çıkmıştır. Genel bir tanımı olmadığı gibi doğası gereği de tanımlanamaz. Dolayısıyla yeniden inşa etmek üzerine değil var olanı yıkmak ve yerine yeni bir şey koymamak üzerine yoğunlaşmaktadır. Ancak söz konusu teori, pratikte yer bulmaya çalıştığında kendini sürekli yenileyen gittikçe karmaşıklaşarak içinden çıkılmaz bir düğüm haline dönüşen LGBTİ+ tanımlamalar için bir çıkış yolu olmuştur. Sonucunda LGBTİ+, aktivistler tarafından sahiplenilmiş dolayısıyla cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim konularını kapsar hale gelmiştir.


BAŞLARKEN

Söz konusu teorinin toplumdaki karşılığı artık adeta LGBTİ+ kapsayıcı mekanlar, akışkan kimlikler, LGBTİ+ bireylerin kendi yarattıkları güvenli alanlar ve daha birçok şey için bir tanım haline gelmiştir. Böylelikle kuir kuramın ortaya çıkışındaki tanımlanamaz ve/veya kimliklendirilemez olgusu toplumsal pratikte ortadan kalkmış ve özünün aksine bireyin kendini kimliklendirmesinde veya mekanların tanımlanmasında kolaylık sağlayan bir terim haline dönüşmüştür. Bu dönüşümde yazının girişinde okuduğunuz “queer nation” tarafından yayınlanan manifestonun da yeri büyüktür. Dönem itibariyle hakaretten çıkarılıp sahiplenilmeye çalışılırken istemeden kimlik olarak benimsenmesine zemin hazırlamıştır. Burada özellikle dikkat çekilmesi gereken manifestonun başlığında yer alan “we are queer, we are here” (kuiriz, buradayız) söylemi doğrudan kimlik olarak kuiri üzerine almaktır.

Arkeolojide ise görece yaygınlaşan feminist arkeoloji çalışmalarının ardından toplumsal cinsiyet arkeolojisi çalışmaları gündeme gelmiştir. Toplumsal cinsiyet çalışmalarının artık neredeyse bölünmez bir parçası haline dönüşmüş olan kuir kuram çalışmaları da beraberinde arkeoloji disiplininin içine dahil olmuştur. Hal böyleyken arkeolojik çalışmalar da yukarıda bahsi geçen karmaşıklıklar doğrultusunda şekillenmiş ve “kuirleşme” çabası ile Antik Çağ’a tekrardan bakılmaya çalışılmıştır. Burada arkeoloji disiplinindeki kuirleşme üzerine belli bir takım temel sorular akla gelmektedir:

1- Kuiri nasıl ele alacağız? Kendi doğası halinde mi yoksa toplumsal pratikte yer aldığı gibi mi? Yani kimliksizleşme mi LGBTİ+ politikaları üzerinden mi?

2- Tarih kuirleşebilir mi? Yaşanmış bir süreç ve bunun maddi kültür kalıntıları kuirleşebilir mi?

Burada bahsi geçen sorulara çok kolay olmamakla beraber temel çalışma alanını kuir teori üzerinden değil de arkeoloji disiplini üzerinden götürürsek açıklamalar daha anlaşılır olacaktır.

ANTİK ÇAĞ YAZININA BAKIŞ

Antik Çağ kültürlerinde gerek orta/üst sınıfın maddi kalıntıları olsun gerekse yazılı metinler olsun günümüzden çok da farklı olmayarak oldukça ayrımcı, fobik ve saldırgan bir içeriktedir. Özellikle antik metinlerde genellikle Attika’da yaşayan yazarlar tarafından kadınların gereksiz masraf oldukları, erkekleri baştan çıkardıkları ve tehlikeli oldukları sıklıkla yazılmıştır. Köleler hakkında ise kadınlar ve öküzlerle eş oldukları ancak bir vatandaşın bunlara sahip olduğu takdirde aristokrat bir erkek/Atinalı bir vatandaş olabilecekleri gibi söylemlerde bulunuluyordu. Bunun yanı sıra mültecilerle ilgili, akıllarının çalışmadığı ve ancak kölelik gibi mesleklerde yer alabileceklerini; Hellence konuşmayan yabancı halklar için ise barbar oldukları, bir kültürlerinin olmadığı ancak eğitilebilecek halde olduklarını; Hellence konuşulan ancak diyalektiği beğenilmeyen halklar için ise ’sesi köpek gibi’ tarzında benzetmelerle dalga geçilecek söylemlerde bulunuluyordu. Bu doğrultuda Antik Çağ yazarlarının diline günümüz teorileri ile yaklaşılabilir ve dillerinin kullanım şekli politik bir biçimde eleştirilebilir. Ancak bu sadece edebi metinlerin eleştirel bir çözümlemesi olur. Çünkü yazarlar için kendi çağlarında karşıt bir söylem üretilmemiştir ve yapılan modern çalışmalar yargı dağıtır hale gelirse çalışmanın niteliği anakronizme sürüklenmekten kurtulamaz.

Duvar resmi, Üst Paleolitik Dönem, Lascaux Mağarası / Fransa.

CİNSİYETSİZ Mİ? CİNSİYETİ BELİRTİLMEMİŞ Mİ?

Maddi kültüre baktığımızda ise özellikle toplumsal cinsiyet/kuir çalışmalarında bazı figürinler ve duvar resimlerindeki figürler için cinsiyetsiz olduğu, bazı figürinlerin kadını temsil ettiği için “ana tanrıça” olarak yorumlandığı hatta bu figürinlerin anaerkil toplumsal yaşama dair işaretler olduğu yorumları yapılmıştır. Bunun en yaygın örneğini oluşturan Çatalhöyükteki “ana tanrıça” figürinleridir. Yakın zamanda yapılan araştırmalar sonucunda, Çatalhöyük toplumunda yaşayan bireylerin ölü gömme, iş bölümü gibi günlük pratiklerinin cinsiyete ilişkin farklılık göstermediği, bunun yanı sıra beslenme alışkanlıklarının yaşa dayalı bir çeşitlilik gösterdiği ortaya konmuş ve bu verilerle yaşa dayalı bir hiyerarşinin olabileceği ileri sürülmüştür.

Antik Çağ söz konusu olduğunda dönemin özneleri artık var olmadıkları için yorumlamalardaki esneklik büyüyebiliyor. Ancak şu var ki Antik Çağdaki cinsiyet algısının -temel ötekileştirmeler haricinde- detaylı bir araştırmasını yapamıyoruz. Örneğin bazı duvar resimlerinde cinsel organ belirtilmediği için -yine bazı figürinlerin de aynı sebeple- cinsiyetsiz olduğu ileri sürülmektedir. Burada bazı temel sorular ortaya çıkmaktadır:
Duvar resimlerindeki figürler veya figürinler iddia edildiği gibi cinsiyetsiz ise cinsiyeti belli olan, çağdaşı eserlere baktığımızda nasıl bir yorumda bulunabiliriz? Bunlar gerçekten cinsiyetsiz miydi yoksa cinsiyeti mi belirtilmedi? Cinsiyet belirtecek uzuv/lar bilinçli bir şekilde mi işlenmedi? Bu gibi sorulara cevap vermek ne yazık ki henüz mümkün gözükmemektedir. Ancak şu anki bilgilerimiz doğrultusunda figürlere cinsiyetsiz demek yerine “cinsiyeti belli edilmemiş” demek daha ayakları yere basan bir yorum olacaktır.

Bunun yanı sıra kuir çalışmalar sırasında bu “cinsiyetsiz” veya cinsiyeti belirtilmemiş figürinler “non-binary” olarak tanımlanmaya çalışılmıştır. Non-binary tanım olarak bir cinsiyet kategorisiyle sınırlanmayan, mevcut olan ikili sisteme başkaldırarak bu sistemi reddeden bireylerdir ve aslında tanımı itibariyle politik olarak yüklüdür. Bu durumda başka bir soru ortaya çıkar. Bu figürinler ikili cinsiyet sistemine başkaldıracak ne yaptı? Adak eşyası, mezar hediyesi gibi belli bir amaç doğrultusunda yapılan söz konusu figürinler için cinsiyetini belirtecek bir gereklilik duyulmamış olmalıdır. Bu eşyaların alıcısı (müşterisi) tarafından ihtiyaçları doğrultusunda temsil ettiği şey önemlidir. Cinsiyet her zaman temsil edilmeyebilir. Nitekim sağlık kültü ile ilgili olan adak eşyalarında; kulak, bacak, el, ayak gibi belirli uzuvlar amaçları doğrultusunda cinsiyet belirtilmeden yapılmaktadır. “Kuir” bakış açısıyla bu adak eşyalarını cinsiyetsiz olarak yorumlamak mümkün değildir.

Yine bir başka örnek de Çek Cumhuriyeti’ndeki bir kazıdan gelir. Kazıda açığa çıkarılan bir mezarda erkek iskeletine rastlanılmış mezar hediyesi olarak çeşitli kaplar ortaya çıkarılmıştır. Söz konusu nekropolün genelinde erkekler sağ tarafına, yüzleri batıya bakacak şekilde, kadınlar ise sol tarafına, yüzleri doğuya bakacak şekilde yerleştirilen bir gelenekle gömülmüştür. Konumuz olan “unik” erkek iskeleti ise sol tarafına yatırılıp yüzü doğuya çevrildiği için yorumlayıcısı tarafından eşcinsel ya da travesti olarak değerlendiriliyor.

İnsan figürü, Tunç Çağı, Manisa Arkeoloji Müzesi.

Travesti, trans-vestizm yani kıyafet değiştiren anlamına gelip bireyin günlük performansıyla ilgilidir ve yatış pozisyonuyla anlaşılabilmesi mümkün değildir. Bunun dışında “travesti” ile söylenmek istenen eğer transgender/trans+ birey ise beyan ve/veya deneyim ile ilişkilidir ve yine yattığı yön ile bağlantı kurulamaz. Ne yazık ki homoseksüellik de yine beyan ile ilişkili olup yattığı/yatırıldığı yön ile belirlenebilecek bir yönelim biçimi değildir.

Bunların yanı sıra araştırmacıların ilk eşcinseli bulma ve kuir çalışmalar yapma hevesi bitmez ve kadim medeniyet Mısır da bu çalışmalardan nasibini alır. Khunumhotep ve Niankhkhnum’un mezarı Sakkara’da tespit edilmiş her mezarda olduğu gibi çeşitli rölyefler duvar resimleriyle süslenmiştir. Mezar sahipleri olan Khunumhotep ve Niankhkhnum’in kraliyet manikürcülerinin gözetmenliğini yaptıkları hiyerogliflerden anlaşılmaktadır. Mezar odasının içerisinde bulunan “unik” bir rölyefte bu iki erkeğin birbirlerine sarıldıkları tasvir bulunmaktadır. Başka mezarlardaki eş tasvirlerinden yola çıkarak bu jest ile iki erkeğin eşcinsel olduğu ve mezarda bunun betimlendiği ileri sürülmüştür. Ancak bahsi geçen jest Antik Çağ’da sadece eşler arasında değil akrabalık ilişkisi olan tüm cinsiyetlerde yapılan bir harekettir.

Bu örnekler kuirin teorik yapısının yanı sıra toplumsal pratik yansımalarının birer çalışma ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Teorik olarak, ortaya çıkış biçimi ile ele alınacak olursa kimliklendirme çabalarından uzaklaşmak olarak değerlendirilebilir. Özellikle yazısız dönemlere veya erken demir çağı gibi belli geçiş dönemlerine ait nesnelerin halihazır kabuller ve ezber bilgiler ile doğrudan kimliklendirilmesi problemler barındırmaktadır. Örneğin Arkaik devirde oturan figürlerin hemen hepsinin Tanrıça Kybele olarak sınıflandırılması veya yazısını bilmediğimiz ve kendi kültürü özelinde tanımlı bir ikonografisi olmayan figürleri merkez kabul edilen coğrafyalar üzerinden tanımlamaya çalışmak, diğer bir deyişle kalıba sokmak gibi sorunların çözümünde yardımcı olabilir.

Bu bağlamda Antik Çağ kültürlerinde toplumsal dinamiklerin nasıl değişkenlik gösterdiğini hem yazılı belgelerden hem de maddi kültürlerinden kabaca tahmin edebiliyoruz. Bunun yanında toplulukların LGBTİ+ bireyleri veya homoseksüel performansları bir farklılık olarak görmediklerini de biliyoruz. Dolayısıyla bireylerin bu varoluşlarının tüm kontekslerde görsel sanatlara yansımış halini bulmak pek mümkün gözükmemektedir. Antik Çağ görselinde karşımıza çıkan temsiller daha çok bireyin işi, ev hayatı, topluma karşı sorumlulukları gibi daha çok toplumsal normları ortaya koyan ve yaşayış biçimlerini gösteren görsellerden oluşmaktadır. Bunun yanı sıra Antik Çağ’da oldukça renkli cinsel hayat sahneleri gözükse de bunlar kontekstleri bağlamında eğlenilen veya kutsal sayılan mekanlarda karşımıza çıkmakta olup mezar gibi hafıza mekanlarının başında gelen kontekstlerde yaygın buluntu grubunu oluşturmaz.

Sonuç olarak Antik Çağ görsellerinde bireyler kendi var oluşlarının temsiliyetini gösterirken temel kaygı toplumun getirisi olan normlarla bir yaşam sürdüğünü göstermek ve “iyi, erdemli, dürüst, dindar, hayırsever” vb. bir hayata sahip olduğunu vurgulamaktır. Dolayısıyla LGBTİ+ ve kadın hareketi söz konusu dönemlerde sistematik bir biçimde örgütlenmediği için görsellerde politik olarak propagandasının yapılıyor olduğunu düşünmek günümüzden bir bakış açısının ötesine geçemez.

*Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Araştırma Görevlisi