Kült ölümsüzdür: Doğan Kuban 2.5 milyar yaşında aramızdan ayrıldı

Çok sevdiğiniz o rengârenk akide şekerlerinden anılar bıraktınız bize. Kulaklarımızda kahkahanız, sevgi, hayranlık ve gururla anacağız tüm paylaştıklarınızı, paylaştıklarımızı.

Fotoğraf: Aras Neftçi
Google Haberlere Abone ol

Yıldız Salman*

Doğan Bey, hiç şüphesiz, ülkede yetişmiş, bizleri de yetiştiren entelektüel akademisyen neslin en parlak örneklerindendi. Biyografisini ayrıntılandırarak anlatacak değilim. Etkileyici karizmasını var eden, kendisi, imgesi ve dünyaya bakışı hakkında birkaç söz edebilirim ancak.

Nedendir bilinmez, liseyi bitirirken sadece mimar olmak istiyordum. Çok heves ettiğim bu mesleğin eğitimini almaya başlamadan iki de kitap okumuştum, “Mimarlık Kavramları” ve “100 soruda: Türkiye Sanat Tarihi”. İlk bu kitaplarda öğrendim ismini. Birkaç yıl sonra da Taşkışla’nın koridorunda gördüm. Etkileyici bir özgüvenle elleri cebinde yürüyen uzun boylu, heybetli birisi kürsü kapılarından birine yaklaşırken etrafını sardılar. O zaman öğrendim, “Taşkışla’nın tanrısı” denirmiş. Kimin kitaplarını okumuşum ben…

Doğan Bey, bir özgüven anıtı.

Nasıl olmasın? Henüz yirmili yaşlarından başlayarak defalarca farklı pozisyonlarda yurtdışı deneyimi olmuş, her deneyimini bir başka üretim ile çoğaltmış, her dönüş sonrası bu üretimlerini aktaracağı olanakları sonuna kadar kullanmış. Hem beslenmiş, hem beslemiş.

1964 yılında Fullbright Bursu ile gittiği Amerika dönüşü koruma alanı için tarihi bir konferansa katılır. Bugün de koruma alanında en önemli uluslararası örgüt olan ICOMOS’un ülkedeki ilk temelini Venedik’te katıldığı konferans sonrasında atacaktır. Kendisi o kadar basit ve net anlatır ki hikâyeyi; “Verzone’nin asistanıydım, ülkede koruma konusunu bilen üç beş kişiden biriydim. Venedik’te bana teklif ettiler, sen bunu Türkiye’de kur dediler, ben de kurdum”.

Tartışmaktan çok keyif alan biriydi Doğan Bey. Baskın özgüveni, kimilerini kendisiyle tartışmaktan geri tutsa da o, ısrarla ortaya çeşitli tartışma konuları atar, dişine göre birini bulmaya çalışırdı. Düşünsel sohbetler, tartışmalar onu da beslerdi, tam da bu nedenle tartışabildiklerini başka severdi. Bir de iyi soru soranları. Ona göre “soru sorma ihtiyacının olmaması, modern olmamak” demekti. Kavramlar ve kelimelerle de aynı özgüvenle oynadığını, çeşitli yazılarının ilk derlemesini yaparken fark etmiştim. Toplum kültürü üzerine kaleme aldığı bir dizi yazısında sorguladığı “çağdaş” ve “çağdan” kavramları o dönem çok ilgimi çekmişti.

Doğan Bey, kışkırtıcı ve zorlayıcı bir zekâ.

Bilgiye ulaşan yolun anahtarı, keşfetme merakıdır. Merak aşılamakta tanıdığım en becerikli birkaç kişiden birisi. Asistan olduğum günden kendisi emekli olana kadar tüm derslerine girdim. Asistanı olmak dışında, müdavim öğrenciydim diyelim. Aynı konu her seferinde insana başka bir pencere açar, gözündeki bir başka perdeyi kaldırır, yeni yeni sorular ürettirir mi? Böyle bir anlatıcıdan vazgeçilebilir mi?

Mimarlık Fakültesi’nde yeni başlayanlar için düzenlenen açılış dersleri, deneyimleyenler için unutulmazdır. İstanbul’dan bir dizi yapı gösterip “kimler bu yapıyı gördü?” diye sormak, kalkan sayılı ele bakıp, “o zaman birazdan anlatacaklarımı anlamayacaksınız” demek, mesleğe henüz yeni adım atanlar için ne zor bir ilk sınav! Ya meraka kapılıp bilgilenmenin keyfine yol alacaksınız ya da ümitsizlikle kırılıp gücenip geri duracaksınız.

Yeterince tanımayanlar, ya da derinliğine aşina olmayanlar için kimi söylemleri rahatsız edici bile olabilir, öyle algılayanlar olmuştur mutlaka: “İstanbul artık koca bir köy” derdi. Üzerine düşünmekte fayda var, konu sadece İstanbul değil.

2000’li yıllarda sıkça farklı açılardan bizlerle paylaştığı collapse (çöküş) teorisini koruma ile ilişkilendirirken verdiği uç örnekler sarkastik zekâsının en tehlikelilerindendi. “Toptan çökecek şehir, hâlâ neyi korumaya uğraşıyorsunuz?” Hep bir ağızdan verilen cevap gecikmezdi: “Aman Doğan Bey, kürsü dışında sakın böyle konuşmayın, anlaşılmaz, biz de düzeltemeyiz, Doğan Kuban dedi derler”.

2016 yılıydı, birkaç hafta sonra 90 yaşına basacaktı, sohbetimiz sırasında gözleri parlayarak, “90 yaşıma giriyorum, doğum günümde herkesi toplayacağım, sonra da Paris’e gideceğim, ama bu kez hiç çalışmayacağım, fotoğraf bile çekmeyebilirim, elim cebimde sevdiğim yerlerde gezip, yiyip içeceğim” dedi. İmrenilesi bir yaşam enerjisi.

Doğan Bey, inatçı bir iyimser.

Alanında ilk olmanın avantajlarını da yaşamış, İtalya’da aldığı koruma eğitimi sonrasında Türkiye’de yeni yeni gelişen koruma alanında çalıştığı gençlik yıllarını “kurullarda, şehir planları, mimarlık, restorasyon konuları olduğunda, biz ne dersek o olurdu” diye anlatan birisinin değişen zamanla ve değişen değer yargılarıyla baş etmesi zor olmalı. 1969’da İstanbul İmar Müdürlüğü’nce kendisinden istenen İstanbul Koruma İmar Planı ve Raporu’nun büyük emekler ile hazırladığı ve bugün 1960’ların sonu İstanbul’u için eşsiz bir belge değeri taşıyacak olan paftalarının kaybını çok haklı olarak hayıflanarak anardı. Benzer şekilde İzmir, Erzurum, Sivas, Kastamonu, Gaziantep gibi birçok il için hazırladığı koruma raporlarındaki tespitlerin yüzde 5'inin bile bugün kalmadığını söylerdi. Ancak bu gerçekçi tespitler bile iyimserliğini ve ümidini kırmayı başaramadı. İlk kez 1970’lerde koruma planını yaptığı İzmir için 2000’li yıllarda Ahmet Piriştina’nın danışmanı olarak yeniden heyecanla çalıştı.

Doğan Bey, soyutlama ustası.

Aynı sohbette, İtalya’da yayınlanan ve kurgusunu çok beğendiğim bir kitaptan bahsetmiş, bir benzerini yapmak istediğimi söylemiştim. Kendisi bu projenin olmazsa olmazlarındandı haliyle. “Koruma nedir?” diye sordum. Beklediğim derin yanıt hemen geldi.

“Kendi hayatımdan bakıyorum, 90 yaşındayım. Sadece 90 yaşında da yaşayabilirim. Aslında 80 senesini hatırlıyorum, fotoğraflarla, anlatılanlarla 90 oluyor. İnsanın en zengin yaşamı kendi yaşından uzun yaşamasıdır. Ama ben sorduklarında, 90 yaşımdayım demiyorum, ben 2.5 milyar yaşımdayım diyorum. Burada, bahçede bir ginkgo biloba ağacı var, dünyanın en eski ağaçlarından birisi. Ben onunla beraber yaşıyorsam, tarihin diyelim 2.5 milyar senesiyle berabersem, o yaştayım diyorum. İnsanın zenginliği bilgisinin zenginliğidir, bilginin zenginliği de onun derinliği ile ilgili. Derinlik de bilgiye sahip olmak ve bilgiyi anlamakla mümkün. Gelişmiş insanın özelliği uzun sürede yaşamak. Koruma gelişmiş insanın işidir. Bilimde süreç önemlidir, süreç de zaman içinde oluşur. Dolayısıyla zaman ile ilgili bir işte olmak insanı uygar yapar, özverili, özgür, alçakgönüllü, geniş görülü olur, kendisinin çok da önemli olmadığını anlar. Koruma da bu zaten, insanın dünya ile ilişkisini, üretilen bilgiyi, tecrübeyi uzun süre yaşatmak.”

İkinci sorumu sordum hevesle, yanıtı bekliyorum. “Restorasyon nedir?”

Restorasyon binadan binaya değişen bir olgu, restorasyon yapmak için herhangi bir eserin yapıldığı, üretildiği döneme ilişkin durumları bilmek lazım, neye ağırlık verilerek yapıldığını, bunları bilmezsen, ortamı bilmezsen, neyi koruyacağını da bilemezsin, işi tamire çevirirsin. Ne kadar yanlış anlarsan o kadar yanlış yaparsın. Koruma, tarih bilinci demek ama restorasyon için tarih bilinci yetmez, estetik bilgisi de gerekli. Estetik bilgisi derken, senin beğenip beğenmemen değil; tarihte üretilmiş olanın kendi güzelliğine varabilmen önemli.

Doğan Bey, yorulmaz bir üretken.

“Üretim, senin dünyadan keyif almanı sağlayan bir şey” derdi. Dediğini de yaptı doğrusu. 2018 yılında, 92 yaşında, sanattan siyasete, eğitimden şehirciliğe farklı konular üzerine düşüncelerini aktardığı ve çözüm önerilerini paylaştığı kitabın başlığı “Umutsuzluk Yakışmaz”.

Ülkenin farklı dönemlerini farklı yaşlarda deneyimledik Doğan Bey ile. Mesleki açıdan belki de en belirgin ortak derdimiz, korumayı anlatmakta, toplumu korumaya ikna etmekte çektiğimiz güçlük. Yıllar geçti bu durum değişmedi. İnatçı bir iyimser, yorulmaz bir üretken dedik ya, olumsuzluklar arttığında, umutsuzluk kapıya dayandığında “Bu iş böyle olmayacak, bir manifesto yazmalı” diyerek umutsuzluğu savuşturuşuna tanık olanlar ne şanslı! Ben de bu şanslılardan biriyim, tüm lisansüstü çalışmalarımı danışmanlığında yapmış olmakla birlikte kendisine hiç “hocam” diye hitap etmemişlerdenim. Tekne kazıntısıyım ben, Doğan Bey’in son doktora çocuğuyum.

Günlerden 22 Eylül 2021. Kültürel mirasın korunması ve koruma uzmanlığı ile ilgili bol tartışmalı günler yaşıyorum. Sabah bir mesaj grubuna şöyle yazdım: “Son 5 günde o kadar doldum ki, çok yakında bir koruma manifestosu yazabilirim. E, ne de olsa Doğan Bey'in rahle-i tedrisinden geçtiğim için sıkışınca aklıma hemen manifesto yazmak geliyor :)" Bu mesajı yazdıktan 15 dakika sonra aldığım haber o gülücüğü boğazıma öyle bir düğümledi ki.

Doğan Bey, devingen bir ışık.

Çok az doğrudan öğüt verdiğini hatırlıyorum ama “kendi aydınlığını -varsa tabii- önce en yakın çevrene vereceksin” derdi sık sık.

Bu dünyada bana, bizlere, çevrenize, yolu bir vesile size, ürettiklerinize değen herkese cömertçe saçtığınız ışıklar sizinle olsun!

Çok sevdiğiniz o rengârenk akide şekerlerinden anılar bıraktınız bize. Kulaklarımızda kahkahanız, sevgi, hayranlık ve gururla anacağız tüm paylaştıklarınızı, paylaştıklarımızı.

*İTÜ Mimarlık Fakültesi öğretim üyesi