Kültür iktidarı oluşturmak
Kültür, kitlelerin değil, toplumların yaşama biçimidir. Demek kültür iktidarından söz edebilmemiz için, öncelikle bir toplumdan söz edebilmemiz gerekir. Bu bağlamda bir toplumun üretim biçiminden tüketim biçimine, yeme içme biçiminden barınma biçimine, inanma biçiminden inanmama biçimine, bilme biçiminden yaratma biçimine her şey kültürün içine girer.
Kültür iktidarı oluşturmak…Son zamanlarda bir kaygı, bir talep, bir düş kırıklığı, bazen de bir proje olarak karşılaştığımız ifade: Kültür iktidarı! “Kültür” kavramının en genel anlamı, toplumların yaşama biçimidir. Yani kültürel olarak iktidar olmak için, önce ortada bir toplum olması gerekiyor. Neydi toplum? Hatırlayalım: Birbirine ortak değerlerle bağlı bireylerden oluşan sosyolojik yapı. Bir yazarın (Tan, E.M.) . E. Durheim, A. Comte, T. Parsons gibi bilim insanlarından aktardığına göre, toplum, denge ya da düzene yönelen bir bütündür. Onlara göre toplumsal bütünleşmeyi sağlayan temel güç toplumsal değerler, normlar ve kurallardır (1990. “İşlevselci Paradigma ve Çatışmacı Paradigma”. Ankara Üniv. Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi: 557-571) Toplumu çatışan sınıfsal yapıların varoluşuna bağlayan görüşler de vardır. Bu görüşlere göre toplum, çatışan sınıfsal çelişkilerin diyalektik birliğidir.
Derli toplu bir toplum tanımını bir yazar şöyle yapmaktadır: “Toplum, topluluğa göre üye sayısı daha fazla ve yoğun olan, ben duygusunun egemen olduğu, özgür iradeye dayalı ilişkilerin yaygın bulunduğu, ikincil ilişkilerin ağır bastığı, tinsel ve özdeksel öğeleri bulunan, sistem niteliği taşıyan, insan ömründen uzun olan, kendi kendini sürdüren, kendi kendine yeterli olan, örgütlenmiş, kurumlaşmış ve yapılaşmış bir toplumsal birliktir” (Sayın, Ö. ; 1985. Sosyolojiye Giriş. İzmir: Erdem Kitabevi Bilim Dizisi.)
Toplumu ister homojen bir yapı olarak ele alalım, ister çatışmalı bir yapı olarak ele alalım sanki bizim için epeydir bu tanımlara uyan bir toplumdan söz etmek zordur. Bana öyle geliyor ki, biz toplum olma özelliğimizi çoktan yitirdik. Daha çok iç, bazen de dış dinamiklerin çabasıyla, ne yazık ki paramparça olmuş bir "topluluk" halindeyiz. Rastlantısal olarak bir araya gelmiş bireylerden oluşan bir yapının parçalarıyız yani. Ülkemize özgü siyasi partilerin egemen milliyetçilik anlayışı bile bireyleri en geniş çatı altında toplamayı amaçlaması gerekirken, tam tersine zaten parçalanmış ve lime lime olmuş toplumu iyice mikro parçalara bölme özelliği taşımaktadır. Kitle iletişim araçları, özellikle TV kanalları son derece güdümlü olduğu için, toplumu kitleye dönüştürme işlevini bile yapamadığından, kendi çalıp kendi oynayan medyamıza "kitle iletişim araçları" da denemez. Güdümlü ulusal TV kanalları sayısal olarak son derece fazla olmasına karşın, son yıllarda siyasal iktidar lehine bir kitle oluşturmakta başarısız görünüyor. Kitle, bireysel özelliklerin ortak özellikler haline gelmesi durumunda oluşan kalabalıkların toplamıdır. Kitleler üst zekayı değil, orta düzeydeki zekayı gerektiren kararları uygulamaktadırlar. Kitle içinde yer alan bireyler, ancak sayısal çoğunluğun verdiği güvenle, kendilerini tek başınayken bastırdıkları içgüdülerinin egemenliğine teslim ederek sorumluluk duygusundan kaçarlar. Böylece bilinçli kişilik kaybolur, bilinçaltı ile davranan kişilik etkin duruma gelir. Bu “kitle insanı”, ancak genellemelerle karar verir, ayrıntılı düşünemez. Kitlelerin üyeleri, zekâ olarak, bireylerden oluşan bir toplumun üyesi oldukları zamankinden oldukça düşük bir görünüm çizerken, kitle üyesi olduklarında duygusal açıdan çok daha güçlüdürler. Neredeyse tamamen duygularla davranırlar. Bu nedenle onları etkilemek için düşünceleri değil, duyguları tetiklemek gerekir.
Kitlenin analiz yapma, neden-sonuç ilişkisi kurma gibi yeteneği yoktur. Bu nedenle, çok kolay biçimde yönlendirilirler. Oysa bireylerin oluşturduğu toplum, kışkırtmalara karşı düşünceyle direnç gösterirler. Bu özellikleriyle kitleler büyük tarihsel ve toplumsal değişim zamanlarında topluma göre çok daha kolay ayaklanmaya uygundurlar. Siyasal partilerin toplum yerine kitleyi tercih etmelerinin nedeni, onu daha kolay etkileyebildikleri içindir. Kitle, kendi iç dinamizmiyle değil dış dinamiklerle hareket eder ve genellikle bir lider-öndere ihtiyaç duyar. Toplum ise bireylerden oluştuğu için kendi iç dinamizmiyle hareket eder ve onu çözmek, etkilemek daha zordur. Toplumsal yapının, siyasal iktidarlar tarafından sürekli parçalanmaya uğratılmasının nedeni sanırım anlaşılmaktadır.
Böyle bir sosyolojik özelliğe sahip olan yapı, aslında yönetilemez, kontrol edilemez. En iyi yönetilen toplumsal yapı, örgütlü, görece homojen olandır. Bu yapıları yönetenler isteseler de suç işleyemezler. Her hareketleri meşruiyet sınırlarında kalır. Çünkü karar mekanizmaları çok boyutludur ve kendilerini yalnız hissetmezler. Tek boyutlu karar mekanizmaları, iktidarlara büyüleyici gelse de yanlış yapma riski çok daha fazladır.
Evet, “kültür” kavramını biraz daha irdeleyelim. Kültür, kitlelerin değil, toplumların yaşama biçimidir. Demek kültür iktidarından söz edebilmemiz için, öncelikle bir toplumdan söz edebilmemiz gerekir. Bu bağlamda bir toplumun üretim biçiminden tüketim biçimine, yeme içme biçiminden barınma biçimine, inanma biçiminden inanmama biçimine, bilme biçiminden yaratma biçimine her şey kültürün içine girer. Böyle olunca, yaratma biçimi içinde sayabileceğimiz sanat olgusunu sadece kültür zannetmek, gündelik yaşamdaki kültür algısına denk düşer. Çünkü sanat, toplumların yaşama biçimlerinin sadece bir boyutudur. Oysa kültür, bilimsel anlamda ele alındığında, genel olarak iki boyuttan oluşur: 1. Maddi kültür (teknoloji, mimari, endüstriyel tasarım ürünleri ),2. Manevi kültür (bilim, sanat, dil, eğitim, hukuk, siyaset, gelenek, görenek, din ) Görüldüğü gibi sanat (edebiyat, tiyatro, resim-heykel, müzik, sinema), kültürün sadece bir boyutunu oluşturmaktadır. Siyaset de öyle. İktidarların ellerinde bulundurdukları kültürel bir mekanizma olan siyaseti, genel olarak toplumun kültürünü, yani yaşama biçimini belirleyen bir sihirli değnek zannetmeleri büyük bir yanılgıdır. Tıpkı eğitimi de istedikleri değerlere göre biçimlenmiş bireylerden oluşan bir toplum yaratmada sihirli değnek zannetmeleri gibi. Bu nedenle her siyasal iktidar mutlaka eğitim sistemine el atmıştır. Oysa eğitim, bir kültür aktarma ve öğretme aracı olarak, bireyin davranışını değiştirmede, yani yaşama biçimi oluşturmada, kültür oluşturmada zannedildiği gibi tek başına o kadar da etkili değildir. İstenen kültürün oluşması (davranış ve yaşama biçiminde değişiklik oluşması) uzun yıllar alır. Eğitimle toplumsal ve bireysel değişme arasında, eğitimden kaynaklanan tek yönlü bir ilişki yoktur. Eğitim ve toplum arasında karşılıklı bir ilişki vardır. Eğitim, toplumsal değişimin hem öznesi hem de nesnesidir. Yani eğitim, toplumu etkilediği kadar toplumdan etkilenen bir kültürel süreçtir. İstenen bir toplum yaratmada eğitimin işlevi mutlak güç değildir. Bireyler üzerinden toplumu değiştirmek isteyen eğitimin, süreç içerisinde bireyler üzerinden toplum tarafından değiştirildiği görülebilir. Yani bir de bakarsınız, toplumu değiştirmek istediğiniz eğitim sisteminiz toplum tarafından değiştirilmiştir.