Sedef Ecer: AB günü kurtarmaya çalışıyor

Sedef Ecer'in 'E-mülteci.com' adlı oyunu geçtiğimiz günlerde Avignon Festivali’nde sergilendi. Ecer'le hem oyununu hem de iltica meselesini konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

Neslihan Güzeran  [email protected]

Kariyerini Avrupa’da sürdüren Sedef Ecer’in yazdığı oyunlar pek çok dile çevriliyor ve Avrupa’nın hemen her ülkesinde sergileniyor. Prömiyerini mayıs ayında 20. İstanbul Tiyatro Festivali’nde yapan “E-mülteci.com”un Fransızca versiyonu olan “E-passeur” temmuz ayında Avignon Festivali’nde sergilendi ve radyo yayınıyla geniş bir kitleye ulaştı. Oyunun iki farklı versiyonunun sergilenmesinin ardından Ecer’le farklı ülkelerde çalışma şansı bulan bir sanatçı olarak deneyimlerini sorduk ve gelecek projelerinden söz ettik.

E-mülteci/E-passeur.com’un konusunu özetleyerek başlayabilir miyiz? Hikâyenin merkezinde kadınların bulunmasının belli bir sebebi var mı?

Ülkelerin kalmadığı, sınırların her geçen gün savaşlar ve iklimsel felaketlere göre değiştiği bir dünya, pek de uzak olmayan bir gelecek söz konusu. Birleşmiş Milletler kendi kendini feshetmiş, tek bir muktedir kalmış, o da bir insan kaçakçısı. Joker tarzı bir adam, sahneyi ağlarla örüyor. Dünya nüfusu artık sadece mültecilerden oluşuyor, kimsenin evi yok, insanların tek adresi smartphone numaraları. Bu insan kaçakçısı da onlara cep telefonundan hizmet veriyor. Onun idare ettiği 2 milyar cep telefonundan 3 tanesinin içine giriyor ve 3 kadının hikâyesini izliyoruz. İnternette bıraktıkları ayak izleri üzerinden.

emultecicom_fotoaliguler-1 E-mülteci.com

Mülteciler konusuna devletler ve halklar düzeyinde ne tür yaklaşım farkları gözlemliyorsunuz? Oyunun iki versiyonunda değişiklikler yaptınız mı?

Halklar düzeyinde büyük bir korku var. Her tarafta aynı paranoya yaşanıyor ve bu gayet insani bir tepki. Memleketinize hiç durmadan akan bir nüfus var ve kendi kültürü, dili, dini, iş gücüyle geliyor. Öte yandan ikiyüzlü politikalarla günü kurtarmaya çalışan bir AB var. Türkiye ise baş edebileceğinin çok üstünde bir mülteci sayısıyla karşı karşıya kalmış. Ama ben iki tarafta da canla başla mültecilere yardımcı olmaya çalışan, dil dersi veren, battaniye toplayan, evini açan bir sürü insan tanıyorum. İşin tiyatro tarafına gelince, oyunun iki versiyonunda bunlardan kaynaklanan bir değişiklik yok. Ancak iki seyircinin biçimsel zevkleri farklı olduğu için rejide farklılıklar var: Fransız versiyonunda daha az video kullandım, müzikal ritmi biraz değiştirdim. Türk yapımda başkarakteri biraz daha showman olarak kurgulamıştım, Fransa’da daha sakin, daha soğuk bir adam yaptım. Bunun gibi, mazruftan ziyade zarfa dokundum.

Oyununuzun iki versiyonu iki önemli festivalde seyirciyle buluştu. Basında ele alınışlarını ve seyirciden gelen tepkileri karşılaştırabilir misiniz?

Fransız ve Alman basınında tiyatro gazeteciliği diye iki yüz yıllık bir gelenek olmasından kaynaklanan bir fark var: Orada basın işin yapısıyla, dekoruyla, karakterlerle falan ilgileniyor, analitik bakıyor, klasik metinlere yaptığınız referansları, bir önceki oyununuzdaki farkları falan inceliyor. Türk basınında birkaç istisna dışında bu konuları ele alan bir makale çıkmıyor. Genelde daha çok “yurtdışında sahnelenen Türk tiyatrocu” tarafım öne çıkıyor. Bir yandan onu da anlıyorum. Türkiye’de işlerim Fransa’daki kadar sergilenmediği için gazeteciler işlerimi takip etmemiş oluyor. Fransız ekiplerle Türkçe üstyazılı turnelere geldiğimizde de merak edip gelen gazeteci sayısı çok az oluyor açıkçası.

e-multeci-com-2 E-mülteci.com

Farklı projelerde çeşitli Avrupa ülkelerinde oyuncularla, yönetmenlerle çalışıyorsunuz. Özel olarak dikkatinizi çeken noktalar oluyor mu?

İlle de genelleme yapmak gerekirse, Fransızların daha söze dayalı bir gelenekleri var. Şiirsel tiratlar, metni öne çıkaran yönetmenler, çok iyi bir diksiyonla konuşan, nefes ritmi yüksek, telaffuz ve fraze konusunda çok hünerli oyuncular var. Almanlar ve Belçikalılar ise daha fizik oyunculuk veriyor.

Kariyerinizi Fransa’da sürdürme kararını nasıl aldınız? Fransızca yazmak seçtiğiniz konuları ele alışınızı etkiliyor mu, daha renkli hale getiriyor mu?

Fransızca yazdığım bir metin sahnede işleyince ben de devam ettim, yani karar alışım bu kadar basit aslında. Sonrasında da devamı geldi, her yazdığım metni sahiplenen bir yönetmen çıktı. Hatta bazen “Artık kimseye vermem, bunu ben sahneye koyacağım” diyorum, ama yine muhakkak birisi gelip elimden alıyor. O bakımdan şanslıyım aslında. Onlarca ekiple çalıştım. Yazmak yalnızlık gerektiren, acılarla boğuşmak zorunda bırakan bir faaliyet, oysa sahneye koymak, oynamak, dekor seçmek, sahnelere tempo bulmak, beste yapmak vs çok eğlenceli. Fransızca yazmam konuları ele alışımı etkiliyordur muhakkak. Seçtiğimiz dil beynimizin işleyişini değiştiriyor. Oyunları “renkli kılma” hakkında bir teorim var! Ben seyirciyi sıkmaktan çok korkuyorum. Sahnede hep bir şeyler olsun istiyorum. Galiba bu, tamamen benim Yeşilçam setlerinde büyümüş olmamdan kaynaklanıyor. Hani eski Türk filmlerinin o kitsch melodram havası vardır ya, ben onu çok seviyorum.

Ben karakterin psikolojisini değil ritmini çalışıyorum. Asla öyle “Aman kendi içinin derinliklerinde ara bul” demiyorum. O oyuncunun ev ödevi, beni ilgilendirmez. “Karakterin çocukluğunu, travmalarını arayacaksan prova dışında yap, sahnede lütfen dıştan içe çalış, ritmi bozma” diyorum. Oyunlarımın bir müzik partisyonu gibi ritmi var, psikolojik arayışlarla, duygusal gerçekçiliklerle pek uğraşmam. O oyuncunun işi.

E-Passeur (1) E-passeur

Şu anda üzerinde çalıştığınız projelerden bahseder misiniz? Önümüzdeki sezonda Türkiye’yle ilgili planlar var mı?

“E-mülteci” sürüyor. Fransa’da ve Türkiye’de prodüksiyon oluşturmakla meşgulüz, ama Türkiye’de tiyatro ekonomisi sıfır maalesef. İstanbul Festivali ve sponsorlarım olmasa asla mümkün olmazdı. Fransa’da işleyen bir ekonomik sistem var. 2012’den beri üzerinde çalıştığımız büyük bir proje bu yaz hayata geçiyor: “Lady First”. Kaprisli bir başkan karısının yazlık sarayındaki bir saatini anlatıyor. Bu, Fransa’nın efsanevi bir tiyatrosunda bir ay boyunca sergilenecek. Vincent Goethals sahneye koydu.

LadyFirst-3-Photo J. Jacques Utz Lady First

Almanya’da iki oyunum olacak. Hamburger Kammerspiele gibi çok önemli bir tiyatroda Alman tiyatrosunun duayenlerinden Hansguenther Heyme sahneye koyuyor. Aalen Şehir Tiyatrosu için Paris ve İstanbul’da geçen bir oyun yazdım, o da Ekim’de Tina Brueggemannn rejisiyle prömiyer yapacak.

2017 için dans tiyatrosu yazıyorum, Nice’te koreograf Lisie Philip sergileyecek. 2018’de yönetmen Laurent Maindon’un sahneye koyacağı bir işimiz olacak. Eski oyunlarımı isteyen topluluklar arıyor. Türkiye’den ilişkide olduğum topluluklar var, ama bizde oyun sahneye çıkmadan emin olamıyorum. Türk ekipler hep gaza gelip “Hadi hadi hemen haftaya bir şey yapalım” diyor, sonra hep muallakta bırakıyorlar.

Twitter’da Salih Ecer’in ölümünden sonra bulunan şiirlerinin yakında yayımlanacağını duyurdunuz. Kitabın hazırlık süreci nasıl gerçekleşti?

Evet, Salih Ecer’in ardında bıraktığı çok güzel işler ortaya çıktı. Hayat arkadaşı Lale’ye yazmış, adı da İnce Ayar Lalezar. Neredeyse yayına hazır şekilde bırakmış. Can Yücel’den Onat Kutlar’a tüm dostları var, ailesinden, bizlerden de söz etmiş. Onlar bir editörlük sürecinden geçti. Everest hazırladı, yakında çıkacak, bekliyoruz.