'Türkiye’den bir çocuk var ama Ermeni değil'
Nar Photos üyesi Erhan Arık'ın hazırladığı Gayan Sergisi Depo İstanbul’da açıldı. Sergi, 1915 sonrası Ortadoğu’ya giden Ermenilerin hayatta kalma çabasını anlatıyor.
Aynur Tekin [email protected]
DUVAR - İki yıl boyunca Tahran, İsfahan, Zaho, Duhok, Beyrut, Cubeyl, Antilyas, Ancar, Amman, Kudüs, Beytüllahim, El İzariya, Erivan, Aştarak, Antakya ve İstanbul’daki Ermeni mahalleleri ve köylerinde çekilen fotoğraflardan oluşan Gayan Sergisi Depo İstanbul’da açıldı.
HOROVEL DÜŞÜ(ŞÜ)
10 yıl önce bağımsız fotoğrafçılar tarafından kurulan Nar Photos, Türkiye’deki toplumsal meselelere kafa yoran kolektif bir ajans. Bağımsız bir yerde durmayı tercih eden Erhan Arık’ın yolu ise 2013’te Nar Photos ile kesişmiş. O günden bu yana da kolektifin bir üyesi olarak çalışmalar yapıyor.
1915’in toplumsal belleğine dair ilk çalışmasını 2011 yılında Horovel ile başlatmış Arık, Horovel’i ise uykusunu bölen bir düş ile: “Bir rüya gördüm. Ardahan'da dünyaya geldiğim, Ermenilerden kalan evimizin ahır olarak kullandığımız bölümündeydim. Rüyamdaki ses, evin bu en değersizleştirilen bölümü ile ilgili bana hesap soruyordu: ‘Neden bu oda bu kadar pis? Neden bir zamanlar ekmeğimizi pişirdiğimiz bu taş ocak bugün ahırın bir parçası olarak kullanılıyor?’ Ve hatırlayamadığım daha birçok soru ile irkilerek uyandım. Henüz güneş doğmamıştı ki ahırdaki o odaya doğru yürüdüm, kapıyı açtım, ocağın başına geçip taşlara elimi sürdüm ve sustum.”
Yaşadığı mekânın üzerine inşa edilen kimliğin kendisine ait olmadığını bir kez daha derinden anladığını söylüyor Arık. Resmi ideolojinin kendisine giydirdiği kıyafetlerden soyunup, bu meseleyle ilgili bir şey yapmak istiyor. İlk olarak sınırın Ermenistan tarafında kalan köylere gitmeye karar veriyor. Kararını bir dönem çalıştığı Agos Gazetesi’nden Pakrat Estukyan’a açıyor. Estukyan şöyle yanıtlıyor: “Madem Ermenistan tarafındaki sınır köylerine gideceksin, o zaman Türkiye’deki köylere git. Hem belki oralarda horoveller kaydedersin.” Arık, horovelin ne olduğunu bilmediğini söyleyince Estukyan babasına sormasını tavsiye ediyor. Hal böyle olunca “Horovel” için yaptığı yolculuğun ilk durağı hayata gözleri açtığı yer olan Ardahan’daki köyü oluyor. Babası horovel'i şöyle tanımlıyor: “Horovel, tarlada çalışırken hayvanlara okuduğumuz manilerdir.” Hangi dilden geliyor deyince de eski Türkçe olduğunu söylüyor. Arık o anın çok kilit olduğunu ifade ediyor ve şöyle diyor: “Ben yaptığım araştırmalar sonucu horovel'in Ermenice olduğunu biliyordum. Mesele de tam olarak bu. Bir taraf bunu biliyor, diğer taraf ise bunu ya bilmiyor ya da bilmek istemiyor ve gerçek dışı bir şekilde aktarıyor.”
'ACILARI GÖMMENİN YOLU'
Horovel’deki yolculuğunda 1915’e dair pek çok hikâyeyle tanışıyor ve hafızasında yeni kapılar açılıyor. “Karşındaki sana bir şey anlatırken senin belleğin de kaşınmaya başlıyor” diyor. Dinlediği bir hikâyenin sonunda söylenen “Var mı ölüler gibi acılarımızı gömmenin bir yolu” sözünü yineliyor. Yaptığı bütün yolculuklarda bir yerden sonra bir araya gelebilmeyi ve bir zeminde buluşabilmeyi bekliyor.
Horovel’de sözünü yeterince söyleyemediğini ve hikâyeyi biraz daha derinleştirmesi gerektiğine inanıyor. Ortadoğu’daki gayanlara yolculuğu da bu düşünceyle başlıyor. Neden Ortadoğu’yu seçtiğini şöyle anlatıyor: “Ortadoğu coğrafya olarak 1915’in belleğine en yakın yer. Hafızanın birinci güzergahlarına bu yolculuğu yapmanın temel nedeni diaspora deyince hep Batı’yı anlamamız.”
Arık’ın Gayan yolculuğu iki yıl sürmüş. Projenin başında Türkiye’ye hiç dönmeden devam etmeyi düşünse de pratikte öyle olmamış. Gittiği coğrafyalarda 1-2 ay kalmış ve ardından Türkiye’ye dönmüş. Seyahatlere ara vermesinin bir anlamda daha faydalı olduğunu belirtiyor: “Sahada bir süre sonra kayboluyorsun, nasıl bir şey ortaya çıkardığını göremiyorsun. Güvendiğin insanların yaptıklarına bakıp bunu kritik etmesi gerekiyor. Bu anlamda sürekli hareket etmeyişimin faydasını gördüm.”
Gayanlarda görüştüğü ve fotoğrafladığı ailelere nasıl ulaştığını şöyle anlatıyor: “Son birkaç yıldır meseleyle ilgili bir şeyler yaptığım için sahada önemli kontaklarım vardı. Oturup vakit geçirebileceğim ve bu hikâyeye zaman ayırabilecekler kontaklar. Onlar üzerinden insanlarla tanıştım ve bir süre birlikte zaman geçirdikten sonra çalışmaya başladım. Bu en azından iki haftayı kapsayan bir süreç.”
TRAVMAYI DEŞMEDEN
Gittiği her şehirde dernekleri, kulüpleri, radyoları ziyaret eden ve kanat önderleriyle buluşan Arık, hikâyesini dinlediği ve fotoğrafladığı herkesle bir karşılıklı kabul süreci yaşamış. İlk olarak neden orada olduğunu anlatmış ve birlikte vakit geçirmeye özen göstermiş. Proje boyunca hiçbir zaman ilk amacı fotoğraf çekmek olmamış. Sergide yer verdiği aile portrelerini ne kadar iyi fotoğraflar olduğuna göre değil de, kendisinde kalan hatıraya göre seçmiş.
Fotoğrafların hikâyesiyle ilgili bir söz söylerken kelimelerini özenle tartıyor Arık. Meselenin birincil öznelerinin yaşadığı travmayı gözeterek yaklaşıyor hem fotoğrafa hem de anlatıya. Hafızayı deşen “nasıl oldu, ne yaşadın” sorularına mesafe koyuyor.
Proje süresince, özellikle de evlere konuk olduğunda çevirmen yardımı almış. Fakat Lübnan’da Ermeni mahallesindeki hemen herkes Türkçe bildiği için çevirmene ihtiyaç duymamış ve rahatlıkla iletişim kurabilmiş.
"Türkiye’den birinin kalkıp 1915’in izini sürmek için Ortadoğu’ya yolculuk etmesi, gittiğin yerlerde nasıl karşılandı?" diye sorduğum Arık, şunları söylüyor: “Görüştüğüm insanlar, 1915’in öznesiydi. Benim Türkiyeli kimliğim, normalde önyargıyı çoğaltan bir şeyken oralarda derdimi anlatmam için bir yol oldu. ‘Türkiye’den bir çocuk var Ermeni değil ama bizim meselemizle ilgili bir iş yapıyor’ gibi bir bakış vardı.”
'YİNE BİR SAVAŞIN KIYISINDAYIZ'
Lübnan yolculuğunun son günlerinde, 80 yaşındaki biri Arık’ı görmek istemiş. Arık, yanına gidince şunları anlatmış: “Benim ailem 1915’ten çıkıp buraya geldi ve ailesinin yarısını yolda kaybetti. Buraya geldikten sonra da bir iç savaş yaşadık. O iç savaşın ardından bir asır sonra şimdi yine bir savaşın kıyısındayız. Benim bu dünyada hiçbir şeye karşı güvenim ya da inancım kalmadı. Bize dair bir şeyler için buradaysan şunu bilmeni isterim: Benim ailem şuna çok üzülürdü bizi katledenler de, biz gönderilirken üzüntüden saçlarını yolanlar da sizdiniz.” Arık, bu sözleri şöyle yorumluyor: “Bu oradaki refleksin iki ucu ve aynı zamanda bağlantı noktası.”
'1915’i BIRAK SADDAM’I KONUŞALIM'
Arık, yaptığı ziyaretlerde Ermenilerin bir yandan 1915’in hafızasını korunmaya çalıştığını bir yandan da büyük bir başkalaşma içinde olduğunu gözlemlemiş. Lübnan’da oturup konuştuğu insanların artık sadece Anadolu Ermenisi değil, Lübnanlı biri olduğunu vurguluyor ve Irak Kürdistanı’nda ısrarla 1915’i ve Ermeni kimliğini konuşmaya çalıştığı Narsık Amca’nın sözünü paylaşıyor: “Ya bırak 1915’i ben ne çektiysem Saddam’dan çektim, gel onu konuşalım.
Proje boyunca gördüklerini ya da hissettiklerini başkalarına aktarmaktan çok kendine söylediği sakin bir alan yaratan Arık, yazmaktan daha çok dinlemeye ve geçirdiği zamanı hissetmeye odaklanmış. Yolculuğa başladığı ilk zamanlarda günce tutsa da devamı gelmemiş.
1915’in gündelik pratiklere de yansıdığına ve insanların kendini var ederken bundan bağımsız davranamadığına dikkat çekiyor. Bunu özellikle İran’da metal müzik yapan bir grupla konuşurken hissediyor: “Metal grubunu kilise korosunda şarkı söyleyen çocuklar oluşturuyor. Bu çocuklar kilise korosundan arta kalan zamanda kendi müziklerini yapıyorlar. İnsanlar o coğrafyalarda bunu yapmak zorundalar. Bu oralardaki cemaat hayatının tamamında geçerli.”
Serginin kitaplaştırılmış hali aynı isimle Aras Yayınları’ndan çıktı. 66 fotoğrafın yer aldığı kitabın önsözü Horovel’in ateşini yakan ve Arık’ın “abi” diye seslendiği Pakrat Estukyan tarafından yazılmış. Arık önsözle beraber anlamış ki Estukyan da bir gayanda büyümüş.
Gayan, 16 Ekim’e kadar Depo İstanbul’da görülebilir.