Cüneyt Arkın'ın pişmanlığı
Cüneyt Arkın, sinema sektörüne dair anılarını, pişmanlıklarını anlattı. Arkın, '' Ama şimdi düşünüyorum da; keşke daha az film yapsaymışım da hayatı daha fazla yaşasaymışım'' dedi.
DUVAR - Türkiye'nin bir dönemine damga vurmuş oyuncu Cüneyt Arkın, filmlerinden ve pişmanlıklarından bahsetti.
Hürriyet'ten Cengiz Semercioğlu'nun yaptığı röportaj şu şekilde:
Gayet iyi gördüm sizi...
İki günde bir yüzmeye gidiyorum ve yürüyüş yapıyorum. O biraz beni ayakta tutuyor. Prostat ameliyatına kadar da gayet iyiydim. Bir doktor olarak bütün hastalıkların nedeninin hareketsizlik, bütün hastalıkların tedavisinin de hareket olduğunu söylüyorum. Prostat ameliyatı olmadan önce çocuklarla maç yapıyordum.
Futbol maçı mı?
Evet... Halı sahada...
70’ten sonra bile sahalardaydınız yani...
6-7 yıl oldu ameliyat olalı. O zamana kadar sahalardaydım. İki kez de prostat ameliyatı geçirdim.
HALKI TANIMAK LAZIM
Büyük bir sevgi var size karşı. Nedir bu Yeşilçam’ın ve sizin filmlerinizin sırrı?
Öncelikle Türk halkını tanımak lazım. Ben 20 yıla yakın alkol ve uyuşturucu konusunda bilgiler verdim. Karış karış Anadolu’yu gezdim ve sonra Türklerin olduğu Avrupa ülkelerine gittim. Türk halkı arif aslında. Onlarda öyle bir yaşama isteği, yenilmeme, her şeyle baş etme, karşı koyma var ki... Müthiş bir şey. Çocukluğumda bizim ağılın hemen önünde taş, toprak, kaya vardı. Yetmiyordu koyunların geliri bize. İki ablam, annem, babam, ben...
Çocukluğunuz Eskişehir’de mi geçti?
Eskişehir’de... Kayaları ezdik, tek tek küçülttük, küçülttük, sonra toprakla karıştırıp gübreledik. Babam 40 torba buğday getirdi ve onları ektik. Bir sabaha karşı bozkırın güneşinde beni uyandırdı ve ektiğimiz tarlanın kıyısına götürdü. “Bak oğlum, buğday filizleri büyüyor, sesini duyuyor musun?” dedi. Müthiş bir şey. Ben o filizlerin büyüme sesini duyarak yetiştim. Aileye ekonomik katkım olsun diye yılda 3 ay bekçilik yapardım. Orada çiçeği, böceği, yağmuru, güneşi, bulutu öyle bir yaşadım ki... Tüm bunlar bende bir yürek zenginliği yarattı. Ve ben Cüneyt Arkın olduğum zamanda da harcadım o güzellikleri.
Dolayısıyla o halka da geçti...
Varsa burada bir şey (kalbini gösteriyor), onu aktarıyorsun.
Ve karşılığını da alıyorsun...
Dedim ya bizim Türk halkı ariftir diye... Senin kendisine karşı olan hissiyatını anlıyor, hissediyor. Mesela şarkıcılar derdi ya, “Beni siz var ettiniz, sizin sayenizde şöhret oldum” diye. “Hadi oradan” derdim. Senin samimi olup olmadığını keşfediyor halk. Dürüst olup olmadığını hemen anlıyor. Sınavı geçtiysen, Türk halkının o minnet duygusunu aktarmadaki gücünü anlatamam. Teşekkür edecekken minnetle bakar, yüreği akar sana. Bir soğuk pınar gibi gelir boşalır. Türk insanı müthiştir, anlamak gerekir.
''BEN MESAJLARIMI KÖTÜ ADAM ÜZERİNDEN VERDİM''
Rahmetli Tarık Akan’la darbe öncesi “Maden”i çektiniz. O filmden sonra Tarık Akan daha da politikleşti. Ama sizin siyasi yönünüz ön plana çıkmadı...
Ben körü körüne siyaset yapmadım. Ama sosyokültürel bütün olayları kahramanın ya da kötü adamın bünyesinde topladım. Mesela “Yıkılmayan Adam” ve “Cemil Dönüyor”... Cemil’i geçen gün seyrettim, bugünün Türkiye’sini gördüm. “Cemil Dönüyor”, “Adalet” gibi filmlerimde hep Türkiye gerçekçiliği vardır.
“Mesajları kötü adam üzerinden verdim” diyorsunuz...
Tabii. Kötü adamsız film olmaz. (Gülüyor) Ben halkın yaşadığı gerçekleri kurguladım.
Özlüyor musunuz o günleri?
Güzel günlerdi. Benim en büyük kazancım, Türk halkını tanımak oldu. Her şeyiyle; örfüyle, yaşama biçimiyle, kültürüyle... Şimdi bir kesim bozuluyor Türk halkına, “Ak Parti’ye niye oy veriyorlar” diye. Çok kaba bir söylem bu. Türk halkını anlamak lazım. Bir de değişimi anlamak lazım.
Ya o değişimdeki Atatürkçü değerler? Geçen gün oğlunuz bu konuda bir tartışma yaşadı. Güzel de yanıt verdi.
Türkiye, Osmanlı’dan müthiş bir entelektüel kültür açlığıyla geldi, sanayi yokluğuyla geldi, teknoloji sıfırdı. Türk halkına mirastır bu. Ve o miras içinde bir de kırsal kesimden şehirlere göç oldu. Gecekondularda toplanan insanlar hâlâ o mirasın etkisinde... Mesela Osmanlı, İstanbul’u hiç değiştirmedi. Köyden gelen Anadolu insanı değiştirdi İstanbul’u. Yine de Türk insanı bütün bu entelektüel yokluğu ve sanayi yokluğunu gideremedi.
Sanayileşemedik. Çünkü sanayileşmek, büyük toplumsal değişiklikler getirir. Yolunu kaybetmemeye çalışıyor Türk halkı. Ama yol gösteren yok. Bu kapitalist emperyalizm öyle iç hesaplarla Türkiye’ye girdi ki, ulus devletimize kadar geldi tahrip etmeye. Bütün değerlerimizle oynadı, değersizleştirdi bizi.
SÖYLEYİN DİRİLİŞ’ÇİLERE OK YİYEN YÜZÜSTÜ DÜŞER Mİ?
Gençlerin tarihi filmlere ilgi duymasında “Kara Murat” gibi filmlerin de etkisi var...
Seviniyorum tabii buna. “Tarihi filmleri iyi ki çekmişsin Cüneyt Abi. Tarihimizi canlı canlı izliyoruz” diyorlardı her sınıftan insanlar. Mesela “Diriliş Ertuğrul”u izliyorum, orada börkü görüyorum, çadırı görüyorum. Bende tarihime dair gizli kalmış bazı duyguları kıpırdatıyor. Onun için böyle şeylerin yapılması lazım.
“Diriliş Ertuğrul”u seviyor musunuz?
İzliyorum. Güzel yapıyorlar. Büyük bir emek var tabii. Müthiş saygı duyuyorum. Bir de tarihle ilgili şunu söyleyeyim; tarih uzmanları çıkıyorlar ya sürekli ekranlara... Tarihi yanlış anlatıyor onlar.
AYAKÜSTÜ SEVİŞTİK AMA İŞİN SİHRİ VARDI
Setlerde bu anlattıklarınızı yapan adama tabii ki tüm kadınlar hayran olur...
Bak onu pek tadamadım ben. Vaktim yoktu. Gece gündüz çalışıyordum. Ayaküstüydü bizde her şey. Anladın sen. (Gülüyor)
Bugün de hızlı yaşanıyor ya her şey, siz daha o yıllarda keşfetmişsiniz...
Doğru, şimdi de ayaküstü sevişiyorlar. Ama arada bir fark var: Şimdi sihri bitti işin.
O zamanlar ayaküstü de olsa yine bir sihri vardı değil mi?
Olmaz mı, vardı. 2-3 mısra şiiri vardı işin... Süslemesi vardı...
Siz o süslemeyi iyi yapar mıydınız?
Ben hep acayiplere rastlardım. Bırak şiiri, hikaye bile anlatıyordum. (Gülüyor)
Hikaye yazar mıydınız sahiden?
Evet.
Kapı aralarında yazdıklarınızı değil, gerçekten yazdığınız hikayeleri soruyorum.
Duruyor ama kitaplaştırmadım.
Neden?
Yazdığım kitaplar okunmaya imkanı olan kitaplar olmasına rağmen onlar bile çok satmadılar.
KARA MURAT MI DÖVER BATTAL GAZİ Mİ?
Bir oyuncu 1 senede nasıl 15 film çeker?
20’ye çıktığım yıllar oldu. Hem de günde 12-16 saat çalışarak. Cumartesi-pazar dahil. Ama şimdi düşünüyorum da; keşke daha az film yapsaymışım da hayatı daha fazla yaşasaymışım. Çünkü delikanlılık, gençlik çağlarında oburca yaşayacaksın, dörtnala koşan atlar gibi aşklara, sevdalara gideceksin. Ben bunları ıskaladım. Neyse ki karımla çok büyük aşk yaşadık. Hâlâ ona çiçekler alırım, mektuplar yazarım.