Oliver Ressler: Politikacıları güverteden atalım!
Avusturyalı sanatçı Oliver Ressler'in mülteci meselesine odaklanan sergisi "Kim Kimi Güverteden Atar?" SALT Galata'da açıldı. Ressler, soruna yol açan politikacılar ve iş adamlarının yakında güverteden atılacağını söylüyor.
DUVAR - Mülteci meselesi uzun zamandır politikanın olduğu kadar sanatın da gündeminde. Ancak Avusturyalı sanatçı Oliver Ressler 20 yıl önce, yani henüz popülerleşmemişken göçmenliği ele alan çalışmalar gerçekleştirmeye başlamıştı. Sanatçının SALT desteğiyle gerçekleştirdiği "Türkiye'de Suriyeli mülteci yok" video çalışması etrafında şekillenen kişisel sergisi "Kim Kimi Güverteden Atar?" sınırlar, vatandaşlık, sermaye ve alternatif emek kavramlarına bakıyor. Ana akımdaki romantik mülteci imgesine tokatlar atan sanatçıyla araştırma ve üretim sürecine dair bir röportaj gerçekleştirdik.
Serginizde göçmenlik, sınırlar, vatandaşlık, sermaye ve alternatif ekonomiler gibi birçok farklı tema yer alıyor. Önce şunu sorayım, bu farklı konuları tek bir bakışta nasıl topluyorsunuz? Bütün bu konular bu sergi için nasıl bir araya geldi?
Sınırlar, ulus devlet, göçmenlik, vatandaşlık gibi karmaşık konuları çalışmaya 20 yıl önce Viyana'da başladım. O zamanlar Avusturya'da sağcı partinin oyları seçimden seçime yükseliyordu. Ben de bu meseleler üzerine odaklanmaya başladım, arka planında neler var diye baktım. Martin Krenn başta olmak üzere farklı sanatçılarla yeni sağın göç gibi konulardaki bakış açısını anlamaya çalıştım. Göçmenlik o zamanlar hem Avusturya için, hem de tüm Avrupa için yeni bir konuydu. Bu konuları bir sanatçı olarak ana konum haline getirdim birkaç projeyle. İlerleyen yıllarda başka meselelere de odaklandım, ekonomi, direniş yöntemleri, alternatif ekonomiler, ekolojik meseleler gibi. Evet, farklı konu başlıkları ortaya çıkmaya başladı. Son üç yılda da bütün bu konular kişisel sergilerimde birleşmiş oldu, Salt Galata'da olduğu gibi.
Biraz akademik olarak bakalım. Bu konular nasıl aynı sergide bir araya gelebiliyor? Mesela ekoloji ve göç arasında nasıl bir bağ var? Hangi açılardan birleşiyor?
Bence bu konular arasında çok yakın bir ilişki var. Tabi ilk çalışmaya başladığımda bu kadar yakın değildi benim için de. Ancak zaman geçtikçe daha belirgin olmaya başladı. Mesela Birleşmiş Milletler'in insani müdahale istatistiklerine bakarsanız, bazı yardımların ekolojik sebeplerden kaynaklandığını görürsünüz. Suriye'deki savaşın ekolojik bileşenleri de var. Savaş tabi ki başka sebeplerden kaynaklandı, ancak ekolojik yönleri de var. Bu savaş aynı zamanda göçe de neden oldu. Bu nedenle ekoloji, savaş, göç gibi fenomenler temelde birbirine bağlı.
'TÜRKİYE'DE SURİYELİ MÜLTECİ YOK'
Bu sergi için çektiğiniz "Türkiye'de Suriyeli mülteci yok" filminin yanında eski birçok işiniz de yer alıyor. Sergiyi ve bu çalışmayı hazırlama süreciniz nasıl oldu? Ayrıca, araştırmalarınız için hangi teorisyenlerle çalışıyorsunuz?
Bu sergiye başlama sürecim SALT'tan gelen yeni bir iş üretme teklifiyle oldu. Birçok farklı konuda çalışıyorum ama burası için İstanbul'daki Suriyeli mültecilerle çalışmaya karar verdim. November Paynter ve Vasıf Kortun'la konuşurken işimi burada üretmek ve tüm serginin bu iş çerçevesinde kurulmasını istediğimi belirttim. Eski işlerimden de hangilerinin bu çalışmayla etkileşime geçebileceğini düşündüm. Serginin en geniş anlamındaki temalarla burada ürettiğim "Türkiye'de Suriyeli mülteci yok" işini birleştirdim. Göç, ulus devlet, enformel emek gibi konular dahil oldu. Eski işlerimle bu yeni iş arasındaki bağa önem verdim.
Arka plandaki araştırmaya bakarsak, genel olarak birçok şeyi okuyorum. Spesifik tartışmaları takip edip temel metinlere, kitaplara iniyorum. Mesela "Geçiş Hakkı" filminde röportaj yaptığım insanlar arasında Antonio Negri, Sandro Mezzadra, Arriella Azoulay var. Bunların hepsi önemli teorisyenler. Özellikle Negri diğer filmlerim açısından da önemliydi. David Harvey'in düşünceleri de genel bakışım açısından önemli.
Sanat ve aktivizmi nasıl birleştiriyorsunuz?
Benim sanatsal pratiğimde sanat ve aktivizm iç içe geçiyor. Başlangıç noktası olarak, belli konularla ilgileniyorum. Bu konuyu kendi sanatsal pratiğim yoluyla nasıl açıklarım diye düşünüyorum. Analiz ve eleştiri sürecinden sonra bunun aynı zamanda direniş formlarına dönüşmesi ve onlarla bağ kurması gerektiğini düşünüyorum. Şehirdeki farklı siyasi hareketleri birleştirmek ilgimi çekiyor.
Yıllar boyunca aktivistlerin seslerini sanat çalışmalarımın merkezine yerleştirdim. Aynı zamanda aktivistlerin kendileri de benim sanatsal çalışmalarımı eğitim ve propaganda amaçlı kullandılar. Benim çalışmalarım bir yandan, evet sanat dünyasında sunuluyor ama bir yanda da bu sanat çalışmalarının dışında, politik alanda gösteriliyor.
Bir tarafta araştırma süreci var, bir tarafta da sanatsal bir form. Peki araştırma sürecini bir sanat ürününe dönüştürme süreci nasıl oluyor?
Benim için kendimi ifade ettiğim dil farklı şekillerde olabiliyor. Bazıları kitap, makale yazar. Ben film de çekiyorum, medya enstalasyonu ya da billboard da yapabiliyorum. Bence çalışmalarım ilk önce sanat bağlamı üzerinden ilerliyor. Sadece politik bir açıklama değil yaptıklarım. Bu sayede politik sözlerin sanat dünyasında daha anlaşılır olduğunu düşünüyorum.
Basın toplantısında da sorulmuştu, ancak tekrar sormak istedim. Bir yandan serbest ticarete karşı olduğunuzu belirtiyorsunuz, ancak bir yandan da sınırlara karşısınız. Bu bir çelişki gibi durmuyor mu?
Şu noktadan tartışabiliriz bu konuyu. Küresel ısınma insanlığın hayatta kalması açısından kritik bir noktaya geldi. Bunun için acil çözümler aranmalı. En başta da serbest ticaretten vazgeçmeliyiz. Çünkü üretilenleri bir yerden alıp tüketilen başka yerlere taşıdıkça karbon emisyonları yükseliyor. Emisyonların yükselmesi kritik düzeye vardı. Bu tabi kompleks bir soru. Birçok şeyi etkiliyor ve birçok katman ele alınmalı. Küresel ısınma yükseldikçe küresel adalet hareketleri de artıyor. Sadece iklim adaleti değil. Karbon emisyonlarının dağılımına işaret ederken aynı zamanda tüm dünyamızın paylaşım şekillerine dair de bir şey söylüyoruz.
Çünkü bu dünyada birçok insan yaşıyor. Bazıları karbon emisyonunu çok üretiyor, bazıları çok az üretiyor. Tabi ki bu uzun bir süreç olacak. Genel olarak tarihin çoğunluğunda sınırlar yoktu. Bu son birkaç yüzyılın fenomeni. Kapitalist sistemin temel meselesi farklı formlarda emek ve tüketim oldu. Eğer toplumu yeniden şekillendireceksek, insanları daha adil şekilde dağıtmalıyız. Sınırlar artık belli sektörler açısından bir şey ifade etmiyor. Ama hükümetler buna karar veriyor. Tabi ki sınırları kaldırmayacaklar.
'SANATIN ÇÖZÜM OLACAĞINA İNANMAK NAİF BİR YAKLAŞIM...'
Sizce sanat çözüm yolu olabilir mi? Sanat bu sorunlara müdahale edebilir mi?
Sanatın çözüm olacağına inanmak naif bir yaklaşım olur. Ama daha geniş açıdan bakarsak genel bir hareketliliğin parçasına dönüşebilir. Eğer son hareketleri ele alırsak, mesela Occupy Wall Street eylemlerine, sanat çevresi buna katıldı. Yani sanatçılar, hem bir yandan sanatçı olarak üretimlerini gerçekleştirdiler, hem de birer vatandaş olarak bunun parçası oldular.
"İşgal Et, Diren, Üret" işinizde işgal edilmiş fabrikalara odaklanıyorsunuz. Sizce bu alternatif bir ekonomi modeli olabilir mi?
Bu çalışma üç kanallı bir video enstalasyonu, Milano, Roma ve Selanik'te yer alan işçi kontrolündeki fabrikalara bakıyor. Bence fabrika işgalleri dönüşüme dair büyük stratejinin önemli bir elementi olabilir. Hiyerarşi olmadan, patron, müdür, işletmeci olmadan işçilerin kendi kararlarını verebildiği örnekler önemli. Bu temaya uzun zaman önce odaklanmaya başladım. Birçok işçi kontrolündeki fabrikaya gittim.
İlk olarak 2005-2006 yıllarında Dario Azzellini'yle birlikte Venezüela'daki bir fabrikaya gidip çekim yaptık. O zamanlar mesela Avrupa'da hiç işgal edilmiş fabrika yoktu. Avrupa'nın ve dünyanın karşılaştığı ekonomik krizler nedeniyle işgal edilmiş fabrikaların önemli bir direniş formu olduğunu düşünüyorum.
Kazova fabrikasını ziyaret ettiniz mi?
Evet, Ocak ayında araştırmam süresince ziyaret ettim. Bu çalışmaya ek dördüncü bir film olarak düşündüm ilk başta. Ancak maalesef bu senenin Kazova direnişi açısından zayıf bir yıl olduğu izlenimini edindim. Yeni bir fabrikaya taşınmışlardı ve işçi sayısı azalmıştı. Çalışmamda daha büyük örneklere odaklanmak istedim.
Serginin ismine gelelim, anlaşılması zor bir isim. Kim kimi güverteden atıyor?
Bence işlerden bazılarının genel çerçevesi serginin ismine gönderme yapıyor. Ama işlerden bazıları direkt olarak birini güverteden atmayı gösteriyor. SALT Galata'nın bütün katlarına yayılan sahilde yatan adamları tasvir ettiğim "Kıyıya Vurmuş" fotoğraflarına bakalım. Çoğunluğumuz mültecileri sahilde hareketsiz, ölü olarak yatarken görüyor. Benim çalışmamdaki adamlarsa takım elbiseli, yani ya iş adamları ya da politikacılar.
Yani günümüz politikalarından sorumlu insanlar. Yakın gelecekte bunların bir kısmının da güverteden atılacağını düşünüyorum. Yani kimin atılıp kimin kalacağına dair potansiyeli de gösteriyor. "Ekonomi yaralı - bırakın ölsün" fotoğrafında batmakta olan kargo gemileri var. Yani ekonominin batması ve küresel ticaret meselesine dair bir metafor. Başlık aslında aynı zamanda editörüm Matthew Hyland'ın da önerisiydi. İsim koymakta çok başarılıdır.