Funda Eryiğit: Bir şeyleri lanetlemekten o kadar usandım ki…
Herkesin psikolojik olarak çok yorgun olduğunu söyleyen Funda Eryiğit, "Bugün yaşananlar çok acı… Bombalamalar, patlamalar, ölümler… Ama bu durumdan hepimiz suçluyuz ve gün geçtikçe daha da alışıyoruz ölümlere" diyor.
DUVAR - Yeşim Ustaoğlu’nun yönetmenliğini yaptığı "Tereddüt" filmi geçtiğimiz Cuma günü vizyona girdi. Festival döneminde adından sıkça bahsettiren filmin başrol oyuncusu Funda Eryiğit ile bir araya geldik ve "Tereddüt"ü konuştuk. Film üzerine konuşurken, başarılı oyuncunun tiyatro oyunu "Evvel Zaman"ı ve son zamanların popüler dizisi "Poyraz Karayel"i de konuşmadan edemedik.
Sana çok sinema filmi geliyor diye duydum. Seçici olmanın sebebi nedir?
Aslında bir tek sinemada seçici değilim. Genel olarak yaptığım her mecrada seçiciyim. Ama seçiciliğin kriterleri değişiyor tabi. Özellikle televizyon için… Sinema ve tiyatroda hikâye, senaryo gibi şeyler etken… Sinemada -daha kalıcı olması itibariyle- hikâye ve senaryo daha mühim tabi… Televizyonu, oyunculuk kariyerini oradan kurabileceğin bir şey olarak görmüyorum. Belki kariyeri kurarsın ama oyunculuk anlayışını geliştirebilecek bir mecra olduğunu düşünmüyorum. Tabi ki oynadığım her işte elimden geleni yapıyorum ama seçicilik konusunda kriterler değişiyor her zaman.
Seni, Yeşim Ustaoğlu’nun yönettiği "Tereddüt" filminde oynamaya iten sebep neydi?
Yeşim’le çalışmayı çok istiyordum. Oyuncuyla nasıl çalıştığını merak ettiğim bir yönetmendi. Görüşmek için çağırdığında "Ben seninle çalışmak istiyorum" dedi, "Ben de seninle çalışmak istiyorum" dedim. Sonra senaryoyu yolladı, üzerine konuştuk. Senaryoda anlattığı şey de benim çok ilgimi çekti. Rol de çok meraklandırdı. Bir taraftan korkuttu, bir taraftan heyecanlandırdı. O yüzden de çok düşünmedim üzerine, hissel olarak o tarafa kanalize olmuştum yani.
Filmde canlandırdığın "Şehnaz" karakteri, kentte yaşayan, orta sınıfa mensup her kadının biraz da temsilidir diyebilir miyiz?
Diyebiliriz sanırım ama Yeşim daha iyi cevap verebilir buna. "Şehnaz" üst orta sınıfa ait bir kadın… Eğitimli, psikolog… Tırnak içinde söylüyorum, 'Batılı' diye tabir ettiğimiz bir karakter… O karakterin iç dünyasında yaşanan şeyleri aktarma peşindeydik ama tabi ki yaşadığı yer, ev, ilişkileri genel olarak da yaşadığı üst orta sınıfa bir temsiliyet atfediyor aslında.
"Şehnaz" ve "Elmas"ın karşılaşmasını düşündüğümüzde "Tereddüt" için bir "kadın" filmi diyebilir miyiz?
Kodlamaları çok sevmiyorum. Genellemeleri de sevmediğim için aslında… Genellemelerden genel olarak hayatımda da hoşlanmıyorum ama film için bunu söylüyorlar.
'MODERN DÜNYADA TÜM İKTİDARLAR ATAERKİL'
"Bir kadın hikâyesi anlatıyor" diyebilir miyiz?
İki kadının hikâyesini anlatıyor aslında. İki kadının, ataerkil bir sistem içinde yaşadığı sorunlardan kuvvetini alan bir film "Tereddüt". Dolayısıyla, bu düzen içinde yaşayan iki kadının hikâyesine odaklanıyoruz. Filmi üretenler olarak, film için bir kodlamaya girişmek -bu bir kadın filmdir demek gibi- seyirciye ne düşüneceğini dikte etmek gibi geliyor bana. O yüzden izleyene bırakmak gerekiyor bence.
İki kadının ataerkil bir sistem içinde yaşadığı sorunlar tüm dünya için geçerlidir diyebilir miyiz? Bu durum "Tereddüt" filmini evrensel bir film haline getirebilir mi?
Modern dünyada tüm iktidarlar, tüm yönetim biçimleri aslında ataerkil yönetim biçimleri… Evrensel bir durum o yüzden bu.
"Tereddüt" yurtdışında birçok festivale de katıldı. Ödüller de aldı. Oralarda yapılan gösterimlerde seyircilerden ne tür tepkiler aldınız?
Seyirci çok etkilendi. Oryantalist yaklaşanlar da oldu. Türkiye’de bunlar mı yaşanıyor diyen de oldu. Tam tersine aynı sorunları kendilerinin de yaşadığını söyleyen seyirciler oldu. Ben filmi yurtdışında seyircilerle beraber de izledim. Fark ettiğim şey, seyircilerin düşünerek, durarak salondan ayrılmaya çalıştığıydı. Avrupa’da etkisi yüksek oldu.
İyi sinema filminde, iyi tiyatro oyunda, iyi dizide oynuyorsun… Seni seyirci için özel kılan şey ne sence?
Bunu ben söyleyemem, hep iyi işlerde oynuyorum diye. Bu, başkalarının diyebileceği bir şey…
Tamam, ama oynadığın işler, çeşitli mecralarda ödüller alıyor, övgüyle karşılanıyor. İyi işlerdesin hep…
Neden oyunculuk yaptığımı sürekli sorgulayarak oyunculuk yapıyorum. O yüzden tercihlerimi de bu belirliyor. Oynadığım işler insanlar tarafından ilgi görüyor, seviliyor ama bir sonraki işimi de insanlar ilgi göstersin, çok sevsin diye yapmıyorum o işi. Oyunculukla kurduğum bağın özü bu değil yani… Gerçekten heyecanlanacağım ve meraklanacağım işlerin peşinden koşuyorum. Hem oyunculukla ilgili hem de hayatımla ilgili…
'İNSAN, MÜLK EDİNMEYE NİYE İTİLİYOR?'
İyi işler demişken, şu an bir tiyatro oyununda da oynuyorsun. "Evvel Zaman" neyi anlatıyor?
"Evvel Zaman" kentsel dönüşümle ilgili bir oyun. Orta sınıfa mensup iki kardeşin, anneannelerinden kalan evi kaybediş süreci…
"Tereddüt"te de bir orta sınıf hikâyesi vardı. "Orta Sınıf"a kafaya takmışsın bu ara…
Evet, çünkü kendim de orta sınıfa mensup bir insanım. "Evvel Zaman"da orta sınıfın bağlanış kodları üzerine düşündük ve oyunda, orta sınıfın bakışına da eleştirel bir gözle bakmaya çalışıyoruz.
Bu durum da biraz da "mülkiyet" meselesi ile ilgili değil mi?
Mülkiyet üzerine bu ara sıkça düşünüyorum. "İnsan, mülk edinmeye niye itiliyor?" diye düşünüyorum. "İnsan için mülk edinmenin anlamı ne?", "İnsan, kendini mülkle tarif etme durumuna nasıl geliyor?" gibi soruların cevaplarını merak ediyorum.
Bu biraz korkuyla alakalı değil mi?
Evet, gelecek kaygısı çok çünkü bu ülkede.
'İNATLA ÜRETMEYE DEVAM EDİYORUM'
Bugünlerde akıl sağlınızı nasıl koruyorsunuz peki?
Herkesin psikolojik olarak çok yorgun olduğunu düşünüyorum. Tahammülsüz olduğumuzu düşünüyorum. Örgütlenemiyoruz da yani… Twitter’dan şikayet etmekten, bir şeyleri lanetlemekten o kadar usandım ki… Kendi vicdanımı tatmin ediyor gibi hissediyorum artık. Bir taraftan da alıştık yani buna. Bugün yaşananlar çok acı… Bombalamalar, patlamalar, ölümler… Ama bu durumdan hepimiz suçluyuz ve gün geçtikçe daha da alışıyoruz ölümlere. Hesap sorarken bile "Acaba mı?" demeye başladık. "Aman başımıza bir şey gelmesin!"
Umutlu musun peki?
İnatla üretmeye devam ediyorum. O bence hayatımızı hala kaybetmediğimiz anlamına geliyor.
"Evvel Zaman"a geri dönelim. Ne zaman, nerede oynuyorsunuz?
İKSV Salon’da oynuyoruz. Aralık ayı boyunca Pazartesi ve Salı günleri oynuyoruz.
'POYRAZ KARAYEL'İN AYKIRI BİR DİLİ VAR'
"Poyraz Karayel" devam ediyor bir yandan. Çok sayıda takipçisi de var. Seyirci için "Poyraz Karayel"i özel kılan ne sence?
Senaryosu diye düşünüyorum. Ethem’in (senaristin) dili daha doğrusu. Ethem’in kurduğu dil, aykırı bir dil yani… Dizilerde gördüğümüzün daha dışında bir dil kullanıyor. Sarkastik bir dili var yani… Bence en büyük sebeplerinden biri o.
"Siyasal"dan sonra "oyunculuk" okumamış olsan, ne yapıyor olurdun sence şu an?
Yani bilmiyorum, yine oyunculuk yapıyor olurdum herhalde. Hayat bu tabi, başka yere de götürebilirdi de…
Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki dönem arkadaşların "Funda derslere gelmezdi, hep tiyatro yapardı" diyorlar.
Valla çalışıyorduk o zaman ya… (Gülüyor) Çocuk tiyatrosu yapıyorduk o zaman. Provalar filan… Ayrıca onlar da okulu asıyordu. (Gülüyor)
"Siyasal"da okumuş olmanın oyunculuğuna bir katkısı oldu mu sence?
Dolaylı olarak olmuştur belki ama önemli olan şey şu bence… Başka bir disiplinle ilgilenmiş olmak, hayata bakışını değiştiren, yeni şeyler gösteren bir şey bence. O yüzden hayatla ne kadar bağın varsa insan olarak, oyuncu olarak da bir karaktere bakışınla o kadar bağlantısı var demektir. Oyunculuk, çok öznel ve biricik bir şey bence… Bir karakteri ben başka oynarım, başka biri çok daha başka oynayabilir.
'KÖŞESİNE ÇEKİLİP KİTAP OKUYAN YALNIZ KIZDIM'
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde, "Marks"ı, "Lenin"i, "Gramsci"yi, "Weber"i okuduktan sonra televizyon piyasasına girince keşke siyasete devam etseydim dediğin oldu mu?
Bu bahsettiğin şeyi konservatuara ilk girdiğim sene yaşadım. "Buralardan mı başlayacağız şimdi" deyip, köşesine çekilip kitabını okuyan yalnız kızdım. Ne zamanki birlikte sahne çalışmaya başladık, sonuçta sahnede olunca biriyle, birileriyle ortak bir şey yaratmaya başlıyorsun, bildiğin şeyler ya da bildiğini düşündüğün şeyler insan ilişkilerinde birebir bağlantısı olan şeyler olamayabiliyor. Şimdi düşündüğümde işte o dönemlerde biraz "snop" davrandığımı söyleyebiliyorum. Sette de şöyle bir durum var: Herkes bir işi yetiştirme derdinde ve o işi yetiştirirken o işin iyi olması derdinde. Çok şükür ki ben o anlamda şanslıydım, iyi setlerde bulundum. Beraberce, bütün ekip iyi şeyler çıkarmaya çalışıyor ve sen de oyuncu olarak, diğer oyuncu arkadaşların ile birlikte bunun bir parçası olarak, oradasın ve o iş bütün o ekibin ortak yaratımı olarak ortaya çıkıyor.