Sermet Yeşil: Tiyatroyla dünyayı değiştiremeyeceğimi biliyorum
‘Ermişler Ya da Günahkarlar’ oyununun yönetmeni ve ‘Gülümse Yeter’ adlı dizinin oyuncusu Sermet Yeşil, “Tiyatroyla dünyayı değiştiremeyeceğimi biliyorum, 40 yaşındayım, anladım ama insan değişecek. Her insan da bir dünyadır... “ dedi.
DUVAR - Gündemin içine düştüğümüz şu günlerde sanat varlığını korumaya devam ediyor. Her şeye rağmen nefes alacağımız sezonun yeni oyunları kendini göstermeye başladı... Bunlardan biri Eskişehir Şehir Tiyatrosu’nun sahneye koyduğu ve Amerikalı yazar Anthony Horowitz’in kaleme aldığı ‘Ermişler Ya da Günahkarlar’... Yönetmenliğini oyuncu Sermet Yeşil'in yaptığı oyunun oyuncu kadrosunda Basri Albayrak, Ali Eyidoğan ve Burcu Tutkun yer alıyor.
Oyun, insanoğlunun iç dünyasının karanlık taraflarına yolculuk ederken, korku ve şiddetin yarattığı cazibenin nedenlerini sorguluyor. Gerilim dozu yüksek oyun sezon boyunca Eskişehir ve İstanbul’da seyircisiyle buluşmaya devam edecek.
20 yıldır oyunculuk yapan, Eskişehir Şehir Tiyatroları sanatçılarından Sermet Yeşil ile Taşra Kabare'de bir araya geldik. ‘Gülümse Yeter’ adlı dizide de rol alan Yeşil ile bu kez oyunculuğundan öte yönetmenliğini ve oyununu konuştuk.
Eskişehir Şehir Tiyatroları’nda yeni bir oyun sahneye koydunuz; ‘Ermişler Ya da Günahkarlar'. Oyunculuktan sonra bu kez yönetmenlik deneyimi... Nasıl gelişti?
‘Ermişler Ya Da Günahkarlar’ zamanımın büyük kısmını aldı. Yönetmen olmak gibi hedefim yoktu ama bunu da yapmam gerekti. Bununla birlikte çok şey öğreniyorum oyun yönetirken.Kendi hastalıklarıma dair, kendi oyunculuğuma dair de geri dönüşler alıyorum.
Yönetmenlik işi tesadüf mü oldu peki?
Geçen sezon kapanırken bu sezonun oyun programını çıkartmıştık, temmuz ayında gündem değişince bizim de repertuvara bakışımız değişti. Dolayısıyla benim için de bir fırsattı ve doğru bir zamanda yapmış oldum.
Gündeme göre programınız da değişiyor mu?
Tabii, mutlaka şekilleniyor. Ne oynayacağımız, nasıl oynayacağımız, nasıl bir organizasyonla yapacağımız, hepsi değişiyor. Çok ince ayrıntılar var; neticede Eskişehir Şehir Tiyatroları vergilerle yapılan bir hizmet. Şehrin hislerini, durumunu hesaba katmak zorunda kalıyoruz. O yüzden program değişti, değişince de bana fırsat doğdu. Uzun bir yolculuğu oldu oyunun. Oyunun, insan aklının, vicdanın derinlerinde çalışan bir yapısı var, o yüzden yönetmeninin masa başı çalışması, sahne çalışması uzun sürdü ama eli yüzü düzgün bir oyun ortaya çıktı. Bu sezonun yeni oyunu olarak da 9 Aralık’ta galasını yaptık. Sonrasında İstanbul’da da oynayacağız.
'ÇOK MU POLİTİK DİYE DÜŞÜNÜYORLAR'
‘Ermişler ya da Günahkarlar’ dönem olarak politik bir sürece denk geldi. Seyirciyi ne bekliyor?
Bu isme bakınca, acaba çok mu politik diye düşünüyorlar, ermiş miyiz yoksa günahkar mıyız? Böyle bir ortamda ne yaparsan yap politik oluyor. Ülkedeki politik akım keskinleşince ister istemez size de yansıyor. Mutlaka her oyun kadar kendi metni içinde tartıştığı değerler açısından mutlaka politik bir tarafı var ama şu anki konjonktüre oturan bir durumu yok. Türkiye’nin gündemine oturur mu oturmaz mı çok ilgilendirmiyor beni.
KATİL KİM!
Oyunun sorduğu bir sorusu var. Dolayısıyla seyirci o sorunun ardından kendi sorusunu soruyor değil mi?
Aradaki çizgi çok ince... Oyunun orijinal ismi ‘Akıl Oyunları’ ama oyunun çevirisi yapan Zeynep Avcı ‘Ermişler Ya da Günahkarlar’ diye çevirmiş, bence çok da doğru bir çeviri. Oyunun kendi içeriğine çok daha iyi oturuyor. Ama ‘Akıl Oyunları’ olarak da şöyle bir avantajı var; bir Agatha Christie romanı gibi sürekli katil kim oyunu oynuyoruz ki zaten oyun üç kişilik. Aslında her şey gözümüzün önünde olup bitiyor, biz bunlara tanık oluyoruz, tanık olduğumuz şeye inanıyoruz. Oyunun temel sorusu katil kim!
Bu soruyla birlikte seyircinin kendini sorgulaması da kaçınılmaz oluyor değil mi?
Kişinin kendi vicdanına inip kendini sorgulaması muhtemel. Oyunun kendi yapısı ile ilgili. Çok polisiye ilerliyor oyun. Bir intikam arzusu üzerinden yürüyor. Karakterlerin derinliklerinde özdeşlik kurduğumuz anlar oluyor. Kendimizi gerçekten Hitleri anlamaya başlarken yakalıyoruz...
Yıllardır oyuncu olarak sahnedeydiniz, şimdi bir yönetmen olarak o sahneyi yönetiyorsunuz, nasıl bir duygu?
Oyuncuyu bir yönetmen olarak izlemek farklı... Kendi hastalıklarımı da gördüm oyuncu olarak, bunlarla mücadele etmeyi de oyuncu arkadaşlarımdan gördüm ve çözdüm.
Nelerdi onlar?
Sahnenin çerçevesi ile, fotoğrafı ile ilgili... Bunu unutabiliyoruz, teknik olarak iş hastalığı olarak yapışıyor üzerimize... Yapmamam gerekenleri hatırladım, ezber yapmanın ne kadar zor bir iş olduğunu vs... Sonra, bir sürü çıkarımlarım oldu. İyi bir damıtma oldu benim için... İlmikten geçtim. Bir oyun çalışmış kadar oldum.
İstanbul’da da devam eden oyunlarınız var değil mi?
Burada ‘Moda Sahnesi’ndeki oyun devam ediyor: ‘Seviyoruz ve Hiçbir Şey Bilmiyoruz’. Zorlu’da da oynayacağız.
Tabii bunun yanında televizyon diziniz ‘Gülümse Yeter’ de yer alıyorsunuz. Yönetmenlik, oyunculuk dizi... Zor olmalı?
İşim bu, mesleğim bu. Televizyon işini yadırgamıyorum. Meslek olarak yapılmalı. Televizyon da, mesleğimin bir parçası. Para kazanıyorum, deneyim kazanıyorum, yeni yeni oyuncularla tanışıyorum. Kendi ekolümden vs... Oyunculuk “Piyasa”sını Türkiye’de gözlemliyorum. ‘Gülümse Yeter’de de Erdal Özyağcılar'la çalışıyorum, benim için Yeşilçam’ın klasiklerinden biri Erdal abi, çok önemli sinema filmleri var. Ondan çok şey öğreniyorum: Pratik, işe yaklaşma biçimi, disiplin...
'TELEVİZYON DENİLEN ŞEY PİYASA'
Peki bu ‘piyasayı’ nasıl değerlendiriyorsunuz?
Televizyon denilen şey piyasa evet, onun içinde hepimiz varız. Onlarla da iletişim halinde olmamız gerekiyor. Uzayda yaşamıyoruz. Damıtıyorum burada kendimi. Sinemada daha seçiciyim. Vakit buldukça eğilmeye çalışıyorum sinemaya. Tiyatro vazgeçilmez, geldiğim yer, gideceğim yer... Tüm bunların ötesinde oyunculuğun farklı tarafından bakmayı seviyorum, çünkü bu bir meslek.
Dizi oyunculuğu içinde o kadar karanlık tarafından bakmıyorum bu işin. Bunların hepsi ticari bir seçim...
Seyirci onu beğenmediğinde zaten tuşa basıyor. Son kararı seyirci veriyor. İş anlamında ahlakı bir başarısızlık değil, ticari bir başarısızlık. Çünkü o arada bir pasta var ve o pastanın bir bölümü için anlaşıyor... Televizyonda başarıya imza atabilir ama tiyatro için zor. Tiyatro yapabilir ama bence başarılı olamaz. O başka bir disiplin. gözünü korkutmak isterim tabi. Çünkü orası başka bir alan, o alanda biraz durmak gerek...
Uzun yıllardır Eskişehir’desiniz... Dizilerde yer aldınız. Popüler kültürü nasıl hissediyorsunuz?
Bunu en yoğun Eskişehir de hissediyorum. Popülaritesi yüksek bir kanalda olduğunuzda daha görünür oluyorsunuz. Eskişehir’de sokakta seyirciyle karşılaşıyorum, sohbet etmeye çalışıyorum, o televizyonda her hafta evine konuk olmuş biriyle sohbet ediyormuş gibi sohbet ediyor. “Burada ne işiniz var” diyor, ben de “tiyatro yapıyorum” diyorum. “Aaa tiyatro mu var” diyor... Onu tiyatro çağırıyorum... Yanında çocuk varsa çocuk oyunlarına yönlendiriyorum.
Bu durumu biraz avantaja çeviriyorsunuz sanırım.
Avantaja çevirmek zor. Popüler kültür başka bir savaş alanı. Kültürel aktarım olarak ya da sanatsal aktarım olarak tiyatro sanatıyla popüler kültürü karşılaştırmak çok doğru değil. Ne oyuncular var, biliyorsun! Onlar da popüler kültürün içine giriyor. Ama onları da eminim tiyatrodan biliyorlar artık. Bu bir yol, süreç... Seyirciyle karşılaştığımda bunun farkındalığını arttırmaya çalışıyorum. 15 yıldır Eskişehir’de sahne açıyoruz, hala bilmeyenler var, belki bu bizim ayıbımız tiyatrocu olarak...
Devlet tiyatrolarıyla ilgili bir yasadan söz edildi. TÜSAK Yasa Tasarısı... Tiyatronun bire bir içindesiniz, neler oluyor?
Bir yasa tasarısından söz ediliyordu... Ödenekli kurumların yeniden tasarlanması vs... Devlet, sırtında kambur olarak görüyor, Devlet Opera ve Bale'sini... En kızgın dönemlerde önümüze getiriyor. Görünmeyen bir elle kafamıza vuruluyor, biz kendimize geliyoruz; "aman ha sakın bir şey yapmayalım, kapatacaklar tiyatroyu ‘ya dönüşüyor. Devletin elinde kozmuş gibi bulunduruyor bu! Bu sadece şu anki iktidarla ilgili değil, bu eskiden de böyleydi, 20-30 yıl öncesinde de... Ben öğrenciyken de konuşuluyordu; devlet yükümlülük altındaymış gibi... Bu konunun tartışılmasını ben tehlikeli buluyorum: Özellikle Trabzon’da, Van’da, Sivas’ta, Adana’da...
Orada, içeriği tartışılır ama, 7 yaşındaki bireylerin, çocuk bireylerin bir odaya girip karşılarında yeni bir dünya açıldığında, -yeni bir masal anlatmaya başlanıldığında iyi ya da kötü fiziksel durumdan söz ediyorum ve çok cüzri bir miktarla yapılıyor bu- o kadar önemli ki... Bu çocuklar 20 yaşına geldiğinde sokak ortasında birbirlerine şiddet uygulamayacak, birbirlerini bıçaklamayacaklar.
Çünkü o karanlıkta yeni bir şey öğreniyor, yeni bir pencere açılıyor önlerinde... Temas ediyorlar. Bu tiyatrolar kapatılırsa, o atmosferi sağlayacak yapı bulmak çok zor. Bunu devletin elden bırakmaması gerekiyor. İşin tam da burasında duruyorum. Bir öğrenci yurdunda yanan çocukların olduğu bir coğrafyada, tam da burada durmak istiyorum. Yangın merdivenin açık olması gerektiğini söylüyorum, bu açıklık ancak 7 yaşında tiyatroya gitmiş bir yurt müdürünün yapacağı bir şey çünkü.. Evet, köklü bir değişim gereklidir tiyatrolar için ama elden kaçırılmaması gereken devlet tiyatrolarının çocuk oyunlarına verdiği desteği çekmemesidir.
Bu da devletin görevidir diye düşünüyorum. Ama ne yazık ki devletler açısından sanat aykırıdır. Dünyayı değiştirmiyor ama insanı değiştiriyor ve o yüzden tehlikeli görünüyor... 40 yıl önce de böyleydi, sadece bugünün meselesi değil.
Sanat önemli o halde...
İşin olmazsa olmazı... Tiyatroyla dünyayı değiştiremeyeceğimi biliyorum. 40 yaşındayım, anladım ama insan değişecek. Her insan da bir dünyadır aslında.
İnsanı değiştiren sanat ama bugün insanların sanatla uğraşı azaldı. Daha çok gündemle ilgileniyoruz biz...
Sanata bir şey olmaz. Bin yıldır aynı şeyi yapıyoruz, bir hikaye anlatıyoruz ;dönem dönem azalır, bir bomba patlar üç hafta seyirci bulmazsın, ama sonra yeniden başlar. Geçer... Brecht’in bir sözü vardır, “ekmek kadar elzem değil”, önce ahlak sonra ekmek. O ahlakta o kadar kolay kazanılmıyor. Toplumsal travmayı atlatmak için üç kuşak harcamak gerekiyor, şuan ki kuşakta bir travma geçiriyor. Bu travmayı atlatmak için tiyatro tek ilaçtır demiyorum ama sanat bu ilaçlardan biri. Bu ilacı almak isteyenler vardır mutlaka...