Türkiye'de Azeri opera sanatçısı olmak!

Hayalini gerçekleştirebilmek için askerlik yapmak zorunda kalan ünlü bir opera sanatçısının İran’dan Bakü’ye ve İstanbul’a uzanan bir yol hikayesi… Üç farklı coğrafya, üç farklı hayat… Son durağı İstanbul’da hem Kürt yanlısı hem FETÖ'cü hem de ‘düzenin adamı’ olarak damgalandığı ve sanat projelerini destekleyecek bir kurum bulamadığı için neredeyse çok sevdiği müziği bırakma noktasına kadar gelmiş bir sanatçı…

Google Haberlere Abone ol

1973 yılında İran’ın Artavil şehrinde doğan Ramin Farhangniya dünyada Farsça opera söyleyen birkaç isimden biri… Müziğe küçük yaşlarında babasının hediye ettiği akordeonu kendi kendine öğrenerek başlamış. Müzik okurken, hocası ‘böylesine güçlü bir tenor sesin herkeste olmadığını’ söylediği için şan derslerine devam etmiş. Eğitimini Bakü’de tamamlayan sanatçı, ünlü sahnelerde konser vererek ismini uluslararası arenaya taşımış.

Türkiye’de pek çok yerde sahneye çıkan ve ‘Barış ve Halkların Kardeşliği’ temalı konserler de veren Azeri asıllı İranlı tenor Ramin Farhangniya Azerice, Farsça, Türkçe, Lazca, Yunanca, Ermenice, Kürtçe, Rusça, Gürcüce şarkılar söylüyor. Birkaç ay evvel Türk eşi ve evlat edindiği 5 yaşındaki kızı ile Bodrum’a taşınan müzisyenle İran’da, Azerbaycan’da ve Türkiye’de bir opera sanatçısı olmanın şartlarını konuştuk.

iran7

Sizin coğrafyadan ve Azeri kökenlilerden genelde muhteşem sesler çıkıyor. Havasından mıdır suyundan mıdır; nedir bunun sebebi?

Kesinlikle çok doğru söylüyorsunuz. Azerbaycan bölgesinden ve İran Azerilerinden şahane sesler çıkıyor. Ülkedeki tüm mersiye ya da ezan okuyan sanatçıların çoğu benim doğduğum Artavil şehrinden çıkmıştır. Bu sanatçılar tüm ülkede çok önem verilen ve gerçekten de çok sevilen sanatçılar. Bilmiyorum sebebini, belki sizin dediğiniz gibi, havası suyu doğası farklı olduğu için böyle olabilir. Hatta insanın yedikleri bile etkiler sesini.

Bizim ülkemizde de özellikle Güney Doğu bölgesinden muhteşem sesler çıkıyor; bu belki de yedikleri acıdan kaynaklanıyordur.

Tabii ki insanın doğduğu ya da büyüdüğü yer çok önemli, bunu hafife almamak gerekiyor. Sonuçta çevre, tabiat genetiği etkileyen faktörler.

İran gibi müziğin yasak olduğu bir ülkede, nasıl oluyor da opera gibi İran’la hiç bağdaşmayan bir müzik türünü seçebildiniz?

Aslına bakarsınız dünyada Azerice ve Farsça operalar mevcut, fakat fazla bilinmiyor. Mesela en sevdiklerim Leyla ile Mecnun’la Köroğlu operalarıdır. İran Azerisi olduğum için çocuk yaşımdan beri çok farklı müzikleri ve sanatçıları dinleyerek büyüdüm. Onların söylediği şarkılar beni o kadar etkiledi ki müzikteki yolumu çizmeme sebep oldu. Bunun üzerine İran ve Bakü’de şan ve opera eğitimi aldım ama bu benim için hiç kolay bir yolculuk olmadı.

Neden?

Siz de biliyorsunuz ki, devrimden sonra İran'da müzik yasaklandı. 2 yıl sonra yasak kalktı ama bu sefer de müziğe çok büyük kısıtlamalar getirildi. Daha çok dini müziklere ve ilahilere izin verildi. Yani devletin istediği müzikler çalınmaya başlandı.

İçinde aşk, tutku, sevgi olan bütün şarkı sözleri de yasaklandı diye biliyorum.

Kesinlikle doğru. Hala bu kısıtlamalar var. Neredeyse 38 yıldır sistem hâlâ aynı. Sanatçılar çok sıkıntı çekiyorlar çünkü konser vermeleri yasak olduğu için sanatlarını doğru düzgün icra edemiyorlar. Kadın sanatçılar sadece enstrüman çalabiliyorlar ama kesinlikle şarkı söyleyemiyorlar. Zaten sahneye çıkıyorlarsa mutlaka saçlarını örtmeleri lazım.

Kadın sesi, uyarıcı olduğu için mi?

Öyle görülüyor. Kadınlar şarkı söyleyebilse bile onları sadece kadınlar dinleyebilir. Şeriat denen sistem böyle bir sistem ve şeriat dediğiniz düzen, kadınlar için daha zor bir düzendir.

‘ENSTRÜMANIMI TAŞIDIĞIM İÇİN BAŞIM BELAYA GİRDİ’

Müzik yaptığınız için başınız hiç belaya girdi mi?

Tabii. Mesela sadece enstrüman taşıdığım için 3-4 kez polis tarafından durduruldum ve sorguya çekildim. Tek suçum enstrümanımı taşımaktı. Düşünsenize, hocamın evinden kendi evime doğru arabamla yol alıyorum ve polisler beni durduruyor; arabada enstrüman olduğu için de beni karakola götürüyorlar. Enstrüman taşıdığın zaman seni düğünden gelmekle suçluyorlar çünkü düğünlerde müzik yasak.

İran’da müzikle ilgilenen gençlerin durumu nasıl şu an?

Zor. Zaten doğru düzgün bir konservatuar yok ve yetenekli gençler çalışabilmek için özel hoca tutmak zorundalar. Ben bunun için çok mücadele ettim gerçekten ve hiçbir sisteme boyun eğmedim. Gelişmeme engel olacak her sisteme karşı çıktım ve çok zor şartlar altında kendimi eğittim; bunun bedelini de ödedim ki hâlâ da ödüyorum. Sonuçta bu gibi sistemler gelişmeye karşı sistemler… Ve bunlar geri gitmeye mahkumdurlar.

Bir zamanlar İran, felsefenin, edebiyatın, müziğin, sanatın merkeziyken bu hale gelmesi sizi eminim çok üzüyordur.

Üzmez mi? O yıllarda yaşamak büyük ihtimalle benim için daha farklı olurdu. En azından sanatımı doğru düzgün icra edebilirdim. Bir sanatçı için en korkunç şeydir sanatını icra edememek ve konser verememek!

İran’dan ne zaman vazgeçtiniz?

Okullardaki din ve mezhep baskısı yüzünden çok sıkıntı çektim. İran'daki eğitim sistemi ezbere dayanır. Bir gün öğretmenim bütün sure ve ayetleri Arapça okuyup ezberlememizi istemişti. Ben sadece tercümelerini okuduğum ve duaları anlamanın okumaktan daha önemli olduğunu söylediğim için beni tüm sınıfın gözü önünde dövmüştü. O an bu sistemin bana uygun olmadığını anlamıştım.

seran-ic3

‘İRAN’DAN ÇIKABİLMEK İÇİN ASKERLİK YAPTIM’

Peki ne yaptınız çıkabilmek için, yasal yollarla mı ülkeden çıktınız?

İlginçtir, İran'da pasaport alabilmeniz için askerlik yapmanız gerekiyor. Normalde dünyada hiçbir güç bana askerlik yaptıramazdı ama ben o ülkeden çıkma hayaliyle, pasaport alabilmek için 2 yıl askerlik yaptım.

Sonra Bakü maceranız başladı.

Evet, büyükannem ve babam Sovyet döneminde 40 yıl Bakü’de yaşamışlar, dolayısıyla orada tanıdıklarımız vardı. Babam orayı kendi toprağı saydığı için oraya gitmeme izin verdi. 5 yıl orada yaşadım ama oranın sistemini de hiç sevmedim. Sistem gerçekten çok kötü; bir yandan diktatörlük, bir yandan yolsuzluk, rüşvet almış başını gitmişti.

‘BAKÜ’DE DEVLET SANATÇISINA SAHİP ÇIKMIYOR’

Sizi etkileyen neydi?

Evinde kaldığım benim de eğitmenim profesör, oradaki üniversitede tam 52 yıl hocalık yapmış. Çok değerli bir orkestra şefi ve profesör olmasına rağmen aldığı maaş 160-170 dolardı. O para o dönem için sadece 4 yada 5 günü karşılayabiliyordu. Ve 70 yaşındaki eğitimli hocam sırf geçinebilmek için üç yerde birden çalışıyordu. Eşi de iki yerde çalışıyordu. Bu durum beni çok üzüyordu. Devletin sanatçısına sahip çıkmayışı ve gerçek bir sanatçının bu şartlarda yaşaması çok üzücüydü. Büyük adaletsizlikler vardı; mesela şimdi oranın süper starı sayılan birine büyük sanatçı ödülü verdiler. Kadın pavyonlarda çalışmış ve hiç yeteneği olmayan biri… Yani neyin sanatına bakıyorlar gerçekten anlamış değilim. Bu nasıl bir anlayıştır, gerçekten bilmiyorum.

Yolsuzluklar dediniz…

Oraya gitmeden önce ülkenin nasıl bir sistemi olduğunu gerçekten bilmiyordum ve her gün her gördüğüm şeye şaşırıyordum. Mesela orada her koltuğun bir fiyatı var; bir banka müdürü olmak mı istiyorsunuz, o fiyatı vermeniz yeterli. Bilginiz olsun ya da olmasın, üniversite okuyun ya da okumayın fark etmiyor. Eğer o koltuğun fiyatı 50 bin dolarsa ve sen de bunu ödüyorsan o koltuk sana ait oluyor.

Azerbaycan bayağı zengin bir ülke aslında, o kadar petrol, doğalgaz vs. Yolsuzluklara gerek var mı ki?

Var tabii çünkü diktatörlük ve mafyanın ele geçirdiği bir sistem var ülkede. Zenginler ama sadece kendi ailelerini ve çevrelerini besliyorlar. Yöneticiler çok zengin ama halkın halini görseniz ağlarsınız gerçekten. Petrolün, doğalgazın üzerinde yatan Azerbaycan halkı çok yoksul.

seran-ic2

‘TÜRKİYE’DE MÜZİK VE OPERA’

5 yıl evvel İstanbul’a taşındığınızda burada da uyum konusunda burada herhangi bir sıkıntı yaşadığınız mı?

Kendi ülkenizde yaşamak istemediğiniz zaman mecburen uyum sağlamak zorunda kalıyorsunuz. Burada gerçekten çok büyük haksızlıklara uğradım, taksiciler bile kandırdı beni. Mesela ilk geldiğimde Türk arkadaşlarımla birlikte ortak bir ev tutmuştuk ve bunlar dindar insanlardı; dinden mezhepten konuşur, Allah’ın ismini ağızlarından düşürmezlerdi ama en çok paramı yiyenler de, beni dolandıranlar da onlar oldu.

Tüm dünyada opera kültürü değişti; insanlar eskiden operalara giderken iki dirhem bir çekirdek giyinirken, şimdi üstünde jean pantolonla opera dinlemeye gidenler var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Aslında buna tüm dünyada demeyelim de Türkiye'de opera kültürü maalesef çok zayıf. İnsanların çoğu operayı tanımıyor, dinlemiyor. Müziğin başka türleri genelde ön planda. Arabesk, fantezi, pop, rock genelde dinlenen türlerden. Caz seven bile sayılı bu memlekette. Nedense insanlar genelde daha basit ya da daha popüler müzikleri tercih ediyorlar.

Benim anlayamadığım, hiçbir yeteneği olmayan, vizyonu olmayan bir sanatçının biletleri yok satarken, dünyanın her yerinden gelen çok çok değerli sanatçıların biletlerinin satılmaması… Bu yüzden çok değerli sanatçıların konserleri ertelenmek ya da iptal edilmek zorunda kalıyor. Bu da bu ülkede bir problem olduğunu gösterir.

‘TÜRKİYE’NİN GENEL HALİ DEPRESYONDA’

Bu konuda sizi en çok üzen şey ne?

Mesela müzisyen arkadaşlarımdan çok duyuyorum; eskiden Atatürk Kültür Merkezi’nde çok güzel oyunlar, operalar sergilenirmiş ama şimdi herhangi bir faaliyet yok. Bu çok üzücü bir şey bir ülke için, kültür için. Dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan ve kültür başkenti sayılan İstanbul'a baktığımızda kaç tane opera salonu sayabiliriz? Bir tane Kadıköy’de var ama hali içler acısı, yani dünyadaki diğer binalarla kıyasladığınız zaman çok komik kalıyor yanlarında. Büyük şehirlerde bile konser salonu sayısı çok yetersiz hatta akustik konser verilebilecek alan neredeyse yok gibi. Hangi konser salonuna giderseniz gidin, akustik piyano bulamazsınız mesela. Ya sanatçının kendisi getirecek ya da mecburen elektrikli piyano kullanacak.

Bu gerçek bir piyanistin performansını ve psikolojisini çok etkileyecek bir şey. Sanatçısınız, konseriniz var ve reklamınızı yine kendiniz yapmak zorundasınız. Düşünebiliyor musunuz? Bizler böyle problemler ve düzen içinde yaşıyoruz.

Ülkemizde maalesef opera dinleyicisi insanların sayısı kısıtlı, ilerde bu durumun gelişeceğine dair bir umudunuz var mı?

Bu konuda mesleğine sadık bir müzisyen olarak cevap vermem gerekiyor. Hayır, gelişeceğine dair bir umudum yok maalesef. Bu coğrafyada, bu topraklarda ve Ortadoğu bölgesinde bu konuda maalesef çok problem var. Türkiye'de gerçekten de ilerleyemiyorsunuz. Kimse destek vermiyor. Hiçbir projeye ne özel kurumlardan ne sanatçılardan destek alamıyoruz maalesef. Türkiye’de bir albüm çıkartmak ya da konser vermek kolay değil. Çünkü insanların psikolojisi zaten bozuk. Türkiye'nin genel hali depresyonda. Kimsenin ne gezecek hali var ne de keyif alabilecek morali; dolayısıyla kimsenin konsere gidip bir opera dinlemek isteyeceğini de sanmıyorum.

İnsanların ruh hali ilk konserleri etkiliyor galiba. Eğlenmek istemiyorlar.

Türkiye’de iki albüm çıkarttım; ilki Azerbaycan aşk şarkılarıyla ilgiliydi, ikincisi de tamamen Ortadoğu şarkılarından oluşuyordu. Bu son albümü çıkartmanın en büyük sebebi göçmenlerdi. İçindeki bütün şarkılar göç temalıydı. Erkan Oğur, Derya Türkan, Cem Eroğlu gibi çok değerli sanatçılar bana eşlik etti. İlyas Mirzayev ile birlikte üçüncü albümümü çıkarmak istedim ama tüm bu kaosun içinde albüm yapmanın hiçbir anlamı yok gerçekten.

Türkiye’de hangi sanatçıları beğeniyorsunuz?

Türk sanat müziğinde Zeki Müren'in yorumunu çok beğeniyorum. Müzeyyen Senar'ı çok seviyorum. Ruhi Su, Aşık Veysel sevdiğim sanatçılardan. Maalesef herkesi dinleyemiyorum çünkü kulağım için gerçekten büyük bir eziyet oluyor. Kötü bir şarkı dinlediğimde gerçekten sinirleniyorum ama burada o şarkıcıyı çok seviyorlar. Mesela çok popüler olan bazı şarkıcılar var ama ben resmen onları duyduğumda acı çekiyorum. Bu nasıl bir cesaret! Ama halk seviyor ve sonuçta halkın ne istediği de önemli tabii.

‘ERMENİCE SÖYLEDİĞİM İÇİN TEHDİTLER ALDIM’

Bugüne kadar hiç tehdit aldınız mı? 

Evet. Ermeni şarkıları söylediğim için çok tehdit aldım, hatta üniversitelere asılan afişlerim bile yırtıldı. Gazeteciler bana ‘korkmuyor musunuz?’ diye manipülatif şekilde yaklaştılar. Ben barışçı bir insanım. Milliyet, ırk, dil, din ayırımı yapmam. Bana göre bütün insanlar eşittir, sadece ikiye ayrılır; iyi ve kötü olarak… Eğer halkların arasında bir problem çıksa bunun müziğin çözeceğine inanan bir insanım ben ve bu yüzden herkesi barışa davet ediyorum. Sanatın bir araya getirmeyeceği insan, topluluk, sistem olamaz.

‘HEM KÜRT YANLISI DEDİLER HEM FETÖCÜ, HEM DÜZENİN ADAMI’

Bu ülkedeki en büyük sorunlardan biri nedir?

Nereye gidersen oranın kimliğini alıyor gibi gösteriliyor insanlar. Ben sanatçı olarak her TV ve radyo kanalında programlara çıktım, her gazeteye röportaj verdim ama mesela İMÇ'ye gittim, Kürt yanlısı dediler. Bugün TV'ye gittim, FETÖ'cü dediler. Ben cemaat nedir, nereden bilirim! CNN Türk’e gittim, Yahudilerin kanalı dediler. Yön radyoya gittim, bu sefer de orada Alevi türküleri çaldığı için kızdılar. Belediyelerin konserlerine çıktım, bu sefer de ‘düzenin adamı’ dediler. Ne yaptıysam bana bir isim, bir sıfat taktılar. Yani sanatçı dediğiniz taş mı yiyecek? Ben ne yapacağımı şaşırdım bu ülkede. Ondan sonra ne bir radyoya çıkıyorum, ne bir televizyon kanalına gidiyorum. Artık gazetelere de röportaj vermiyorum. Tarafsız bir gazete olduğunuz için zaten bu röportajı kabul ettim.

Ben hümanist bir insanım; karşımdakinin neye inandığı, hangi sistemi desteklediği benim için önemli değildir çünkü ben bir sanatçıyım. Sanata inanırım sadece. Mesela dünyada neredeyse 30 dile çevrilmiş şiir kitapları olan Bejan Matur’la sahneye çıktım, bu seferde örgüt yanlısı oldum. Sonra Twitter'da bir karalama kampanyası başlatıldı. ‘Bu Ermenilerle, Kürtlerle sahneye çıkan biri, arkasında müthiş bir PR lobisi var, Ermeniler Yahudiler bunu destekliyor’ diye…

Yani arkamda öyle bir güç olsa herhalde şu anda bütün dünyanın tanıdığı bir sanatçı olurdum. İnanın bir PR şirketiyle çalışacak bir bütçemiz yok bizim. Artık şunu söyler hale geldim; şerefim ve namusum üzerine yemin ediyorum ki hiçbir partiyle, hiçbir hükümetle, hiçbir kurumla, hiçbir örgütle bağlantım yoktur. Ben sadece bir sanatçıyım o kadar.