Babaoğlu: Sanatçının vicdanı eserinin ruhudur
Yönetmen ve senarist Bilal Babaoğlu ile ilk filmi "Âşık"a, Türkiye Sineması'na ve kendi sinema serüvenine dair sohbet ettik. Babaoğlu'na göre 'sanat denen şey güzeli arama çabası'.
İlk filmini, bağımsız sinemayı ve dağıtım meselesini Bilal Babaoğlu ile konuştuk. Kendisini, "sinemayla hayatını anlamaya ve hayatına anlam katmaya çalışan bir insanım. Homeros’un, Dede Korkut’un torunuyum" sözleriyle tanımlayan Babaoğlu’nu dinliyoruz.
İzlediğiniz ilk filmi hatırlıyor musunuz?
Televizyonda izlediğim ilk film sanırım "Tarzan"dı. Köyde doğup büyüdüm, doğayla iç içe."Tarzan"a benziyorduk, bütün köylü çocukları. Sinemada ise Kemal Sunal’ın "KDV Şaban"ını izledim. O filme girebilmek için ilçede düzenlenen güreşlere katıldım. Köyden ilçeye on kilometre kadar yürüdüm. Bir kişiyi yendim ve sinemaya bilet alacak kadar para kazandım.
Çocukluğunuzun geçtiği bölgede çok sinema var mıydı?
İlçede bir tane vardı. 80’lerin erotik filmleri gösterilirdi ama çocuklar gitmezdi. Daha sonra parasız yatılı okuluna girdim. Akpınar Öğretmen Lisesi… Orada her Cuma, bir yerli bir yabancı film gösterilirdi. Beleş film izleyebilmek için sinema koluna girdim. Salonu süpürür, okulda sinema bileti satardım. 90’ların Küçük Emrahlı İbrahim Tatlısesli arabesk filmleri ve Bruce Lee, Van Dam filmleri gösterilirdi. Afişlerini dolabımda saklardım. Çocuk yaştan beri sinemanın büyüsü içindeyim.
'BENİM ANLATMAK İSTEDİĞİM ÂŞIKLIK HALİYDİ'
"Âşık" filmi, aklınızda ilk belirdiği zaman senaryosunu yazarken sanatsal, siyasal, kültürel ve ekonomik kaygılarınız ne oldu?
Para kazandırmayacak bir film olacağını tahmin ediyordum. Ama yine de kendisini kurtarır diye umut etmiştim. Olmadı. Âşık Veysel kitlelere mal olmuş değerli bir ozan. Bu kadar güçlü imgesi olan ve yaşamış bir kişiyle ilgili bir film yapmak; hem de ilk film olarak riskli bir şeydi. Açıkçası bakanlık desteği çıkmasa yapamazdım, hem de yapmazdım. Onun manevi şahsiyetini incitecek bir şey yapmaktan çok korktum. Defalarca vazgeçme noktasına geldim. Ama benim anlatmak isteğim Âşık Veysel değil, âşıklık haliydi.
Âşıklık geleneği ve bir yaşam biçimi olarak âşıklık üzerine bir film yapmak için yola çıkmıştım. Bu konu üzerine bir hikâye ararken yolum Veysel’e çıkmıştı. Bu yaklaşım biraz olsun beni rahatlattı. Veysel’i anlatma çabam olmadı. Kendi anladığım yorumladığım Veysel’i anlatmakla yetindim.
Bir derdi, meramı olan bir film yapmayı da önemsiyordum. "Leyla’yı ararken Mevla’yı bulmak" diye özetlenen âşıklık fikrini, felsefesini bugüne taşımak istedim. Boyumdan büyük bir işe kalkıştığımın farkındaydım. Kalıcı, nitelikli bir eser ortaya koymaya heves ediyordum. Âşık Veysel’i doğuran Alevi Bektaşi kültürü içinden gelen birisi olmadığımdan bu konuda da yanlış yapmaktan korktum. Bu nedenle senaryo süreci çok sancılı ve uzun oldu. En az 8-10 versiyonu vardır.
Siyasi bir endişem ise hayatı boyunca birleştirici olmaya çalışmış Âşık Veysel’in bu misyonunu koruyup koruyamayacağım endişesi oldu. Çok kutuplaştırılmış bir toplum haline geldik, üç beş yıl öncesinin bile fikir özgürlüğü tartışma imkanı ne yazık ki kalmadı. Böyle bir ortamda filmim yoluyla Veysel’in manevi şahsiyetini incitecek bir şey yapmaktan, söylemekten gerçekten çok korktum. Çok şükür öyle bir şey olmadı çünkü film çok etki yaratamadı.
Yaptığınız filmleri kategorize eder misiniz? Türk Sineması, Türkiye Sineması, Anadolu Sineması v.s. ulusal veya bölgesel bir sinema yaptığınızı, bu uluslara ya da bölgelere ait görsel kodlar kullandığınızı düşündüğünüz olur mu? Türkiye Sineması tanımlamasının kavramsal olarak sizde nasıl bir karşılığı var?
Bir tek filmim var. Ulusal ya da bölgesel sinema kategorisine girer mi bilmem. Ortadoğu sineması diye bir olgudan söz edilebilir. Ben ilk filmimde geleneksel anlatı kalıplarında kalmaya özen gösterdim. En azından denedim. Reji dili olarak değil belki ama senaryo dili olarak sözlü halk edebiyatının görsel kodlarını beyazperdeye aktarmaya çalıştım. Dikkatle incelendiğinde bir dolu dini tasavvufi ögeler görülecektir. Bu çabam sanırım devam edecek. Filmimi İran filmlerine benzetiyorlar. Ben de severim, benzetilmek de hoşuma gidiyor açıkçası.
Türkiye Sineması’nın ben de karşılığı yetmişlerin sonuna kadar yaşayabilen Yeşilçam sinemasıdır. O da sizlere ömür! Türkiye’de sinema yapan, bazen tesadüfen benzer ve ortak yönler taşıyan, ama her biri kendi dilini, anlatısını oluşturmaya çalışan sinemacılar var. Ama Türkiye Sineması diye bir gerçeklikten söz etmek bence olası değil. Tıpkı yetmişlerin Anadolu Rock hareketi gibi; yani biçim olarak evrensel ama öz olarak yerli bölgesel bir sinema bence mümkün. "Âşık" filmi bunun örneği mi? Hayır, değil. Çünkü bütçe yetersizliğinden filmimi istediğim gibi gerçekleştiremedim. Minimal bir sinemaya razı olmak mecburiyetinde kaldım.
Politik sinema yaptığınızı söyleyebilir miyiz?
Ben filmimi politik buluyorum. Âşık Veysel’le ve halk edebiyatıyla ilgili bir film yapmak politik bir tutumdur bence. Veysel’in alevi kimliği görmezden gelinir. "O mezhepler üstü, evrensele ulaşmış" v.b. cilalı, manüplatif laflarla onu, içinde doğup büyüdüğü Alevi Bektaşi kültüründen koparırlar. Oysa Veysel o kültürün ürünüdür, sonucudur. Ben "Âşık" filminde bu gerçeği görmezden gelmedim, özellikle de vurgulamadım ama. Anadolu felsefenin ve medeniyetin beşiği ve ben bu toprakların kültürünü, kahramanlarını, hikâyelerini anlatmayı tercih ederim. Bitmez tükenmez derya deniz hikâyelerimiz var. Homeros’un hemşerimiz olduğunu unutmamalıyız.
'NE SÖYLEMEK İÇİN SİNEMA YAPIYORSUN?'
Güçlü bir dağıtım ağından uzakta kalarak sinema yapan bir yönetmen olarak, bir sonraki filminizi finanse etmenin ne gibi zorluklarıyla karşılaşıyorsunuz?
"Derdimi dökersem derin dereye korkarım yar benden yoz olur gider" diyor Veysel baba. Güçlükleri anlatsak başka bir film yapmaya mecalimiz, umudumuz kalmaz. Film ticari olarak gişede para kazanamadı. Mevcut durumda Kültür Bakanlığı dışında film yapmak neredeyse imkânsız hale geldi.
İlk filmin en iyi başarısı ikinci filme imkân olanak sağlaması olurdu. Ben henüz bu imkânı bulabilmiş değilim. Türkiye Sineması’nın geleceği konusunda çok umutlu da değilim açıkçası. Ticari filmlerimiz de çıkmaz bir sokağa girdi.
Festival filmi ya da gişe filmi ayrımı yapmak ne kadar doğru? Filmlerinizin, senaryolarını kaleme alırken bu ayrım sizin için bir anlam ifade ediyor mu?
Türkiye’de bu ayrım ne yazık ki gittikçe daha da belirginleşti. İzleyicisi de yapanları da çok farklılaştı. İlkesel olarak bu ayrımın olmaması gerektiğini düşünüyorum. İyi film dünyanın her yerinde iyi filmdir ve muhatabına yönetmenin tam da anlatmak istediğini anlatır. Ama ülkemizde gişe sineması gün geçtikçe evrensel sinema filmi ölçülerinden uzaklaşmakta… Daha ziyade TV filmi gibi ticari sinema filmleri yapılmakta... Festival filmlerimiz de kalite kaybetmekte…
Gönülden aşkla anlatmak istediğim hikâyelerin ve anlatım dilimin yine festival filmleri grubunda olduğunu görüyorum. Ama insanlara ulaşmayı da istiyorum. "Âşık" filmi ticari olarak başarısız oldu. Sinemasal olarak da başarılı olduğunu iddia etmem. Ama ben tüm eksiklerine, kusurlarına rağmen "iyi bir ilk film" olduğunu sanıyorum. Belki de kuzguna yavrusu şahin görünüyordur. Ekonomik olarak çok ağır bedeller ödedim. İkinci film yapma imkânı bulursam bir daha aynı durumu yaşamak istemem. Bu çatışmayı nasıl aşacağımı bilmiyorum açıkçası.
Bir yönetmen için siyasi koşullanma ve vicdan, bir sinema filminin tam olarak neresinde yer alır? Sinema toplumsal duyarlılıkları gündeme getirme açısından işlevsellik taşır mı?
Sanat denen şey güzeli arama çabasıdır bence. Öyleyse sanatçının meramı, derdi olması ve bunu açıkça ortaya koyması icap eder. Yani bunu anlatmaktan söylemekten korkmamalı. Becerememiş olabilir, meramını çok etkili ifade edememiş olabilir ama netsiz, kararsız olmamalı, gevelememeli. Ne söylemek için sinema yapıyorsun? Niye beni karanlık salonlara çağırıyorsun? Sinemacı senaryosunu yazmaya başlamadan önce bu sorulara çok net cevap vermiş olmalı.
Güçlü, etkili filmlerin temel bir önermesi olur. O fikre bizi ikna etmek için ya da sadece o fikri ifade etmek için yapılmıştır o film. Gücü de o fikrin gücünden gelir esasında. Sanatçının vicdanı eserinin ruhudur, özüdür, balıdır. Vicdanımı rahatsız eden konular üzerine film yapmak isterim. Aynı rahatsızlığı başkalarına da hissettirerek ve birlikte çözüm olanakları aramak için. Sanat farkındalık yaratma ve değiştirme imkânlarını yitirmekte. Buna rağmen halen mümkün sinema ise daha şanslı.
'TÜRKİYE'DE BAĞIMSIZ FİLMLERE PARA BULMAK NEREDEYSE İMKANSIZ'
Şu an bağımsız sinemanın durumunu gerek ekonomik gerek sosyal olarak nasıl tarif edersiniz? Bağımsız sinema yapmak isteyen genç sinemacılar nasıl bir yol izlemeli?
Bir dolu hem ticari hem de festivallik denilen türde kötü film yapılmakta... Şerden hayır doğabilir: Kötü filmler bile yapanlara çok şey öğretiyor. Pahalı bir ders doğru ama yapmaktan başka da öğrenme imkânı ne yazık ki çok az. Sinema okullarımız, kurumlarımız sinemayı öğretmek açısından çok zayıf. Yeşilçam’da en azından usta çırak geleneğiyle sinemacılar öğreniyordu. Uzun zamandır o da yok.
Sinema Genel Müdürlüğü’nün destekleri gerçekten sinemamıza bir can verdi. Kurulun yapısı, fonun paylaşımı tartışılmalı, daha şeffaf daha güvenilir olmalı. Kamunun sinema üretimindeki rolü, etkisi tartışılmalı, tartışılıyor da zaten. Ama üretimi teşvik ettiği gerçeğini görelim. Çok çeşitli hikâyeler o fon sayesinde film olabildi. Yeni bir sinemacı kuşağı yetişmekte… Çok zor imkânlara rağmen uluslararası sinema pazarında başarılı olan filmler, sinemacılar çıktı. Bardağın dolu tarafını da görelim.
Çok sevdiğim insanlara sinema yapmamalarını tavsiye ediyorum. Mutlaka çokça kısa film yaparak işin uygulama kısmını çok iyi öğrenmeliler. Unutmayalım ki sinema aynı zamanda bir uygulama sanatı. On parmağında on marifet hale gelmeliler. Görüntü dili, kurgu, montaj, ses, renk alanlarında uygulamasında kendilerine ne kadar geliştirirlerse o kadar çok iyi olur. Ya da üç beş kişilik sinemacı bir çete oluşturmalılar. Film yapmak tek kişilik bir iş değil, bir ekip takım işi. Bütçeyle doğrudan ilgili bir iş… Parana göre film yapmalısın. Ya da mutlaka senaryonun gerektirdiği parayı bulduktan sonra başlamalısın. Türkiye’de bağımsız filme para bulmak neredeyse imkânsız…
'YAPIMCI YÖNETMENDEKİ POTANSİYELİ ORTAYA ÇIKARIR'
Etkilendiğiniz yönetmenler var mıdır, varsa kimlerdir? En beğendiğiniz yönetmen kimdir? En beğendiğiniz film nedir? Bir filmin tek bir sahnesi çekmek isteseydiniz bu sahne hangi filmin hangi sahnesi olurdu?
Çok farklı yönetmenlerden etkilendim. Kendimi yönetmenden ziyade senarist olarak görürüm yani anlatıya, hikâyeye daha çok kıymet veririm. Bu nedenle anlatı sinemasından daha çok etkilendiğimi söyleyebilirim. Bir sinemacının başka sinemacıdan etkilenmesi çok karmaşık bir süreçtir.
Yılmaz Güney’in hikâyelerinden, kahramanlarından etkilendim ama onun estetiğinde film yapmayı düşünmedim. Keza Zeki Demirkubuz için de aynısını söylerim. Lütfi Akad, Atıf Yılmaz sinemasına hayranım. Türkiye ve İran Sineması’nı öğrenci gibi çalışırım. Amerikan bağımsız sinemasından etkilenmişimdir. Kim Ki Duk ve David Linch’e hayranım. Kriostami, Majidi…
Kubrick’in "Uzay Destanı" filmindeki maymunun kemiği havaya atması ve o kemiğin uzay gemisine dönüşmesi sahnesini çekmiş olmayı çok isterdim. Müthiş bir eğretileme.
Bir yönetmenin gözünden yapımcı kime nedir? Yapımcı, set öncesinde, sette, set sonrasında ne iş yapar? Yönetmene karşı sorumluluğu nedir? İyi bir yönetmen- yapımcı ilişkisi nasıl olmalı?
Para veren yapımcıdan bahsetmiyorum. Senaryonun filme çekilmesini organize ve koordine eden ve filme pazar bulan kişidir yapımcı. Yapımcı bir film çekimi sürecinde seyircinin temsilcisidir bence. Yapımcı çözüm üretendir. İmkânlar, alternatifler sunandır. Çocuk-ebeveyn ilişkisine benzetiyorum. Yönetmen çocuk, yapımcı onun anne babası gibi olmalı! Yapımcı yönetmendeki potansiyeli ortaya çıkaran kişi… O potansiyeli sayılı günde, sınırlı imkânlarla en iyi şekilde ortaya çıkaracak… Yapımcının filmin her aşamasında rolü olmalı! Hatta sette de bulanabilir.
Son yıllarda özellikle festivallerde baş gösteren sansür meselesine dair, sinemacıların alması gereken tavır sizce nedir? Yanı başımızda yıllardır sansüre karşı mücadele eden ve başarı gösteren İran Sineması örneği varken, sizce Türkiye Sineması sansüre karşı bir başarı sağlayabilecek mi?
Sanatta başarı ve kalitenin ifade özgürlüğü ile bağlantılı olduğunu herkes bilir. Sansüre ve oto sansüre de çok kesin karşı olmalıyız. Sinema pahalı iş; bu nedenle parayı veren her zaman düdüğü çalmak istiyor. Parayı veren devlet olunca devlet de kendi istediği gibi filmler yapılsın istiyor. Kamu yararını da kendisi tarif ediyor.
Mevcut film üretim ve paylaşım alanlarına kamu iradesi hâkim. Türkiye Sineması’nın da Yeşilçam’da olduğu kadar bile örgütlü gücü yok. Bu koşullarda ne yapılabilir? Film üretim ve paylaşım alanları değişmekte... Gelişen teknolojiler özgür ve bağımsız sanata sınırsız imkânlar sunuyor. Belki bir süre sonra herkes her şeyi youtube v.b. yerlerden izliyor olacak. Devletler oraları ne kadar denetleyebilir ki…