Brezilya'nın isyanı İstanbul Film Festivali'nde
Gezi'yle eşzamanlı olarak Brezilya'da gerçekleşen protestoları anlatan Aşk Bitti belgeseli bu pazar İstanbul Film Festivali'nde gösteriliyor. Yönetmen Mert Kaya'yla konuştuk.
Gezi eylemleri devam ederken dünyanın öbür ucundan, Brezilya'dan toplu taşımaya gelen zamlar nedeniyle başlayan hareketi hepimiz hatırlıyoruz. Bizdeki gibi şehir hayatına dair bir meseleden alevlenen protestolar Brezilya'da da iktidarın ve sistemin sorgulanmasına dönüşmüştü. Bir dönem Brezilya'da yaşayan ve toplumsal muhalefet hareketleriyle görüşen Mert Kaya Brezilya'da gördüklerini bir belgesele dönüştürdü. Aşk Bitti 9 Nisan Pazar günü İstanbul Film Festivali'nde gösterilecek.
Filmi çekmeye nasıl karar verdin? Filmin çekim süreci nasıl oldu?
Aşk Bitti, ilk ortaya çıktığında bir belgesel projesi değildi. Gezi’den bir yıl önce, 2012 yılında değişim öğrencisi olarak Brezilya’da yaşamıştım. O süreçte Brezilya’da ilişki kurduğum aktivist gruplar ve insanlar oldu. Brezilya’nın bizim spesifik bir mücadele alanı olarak kuramadığımız ya da yeni yeni kurmaya başladığımız toplumsal mücadele alanları var. Bunlardan topraksız köylü hareketi MST’yle (Topraksızlar), evsiz hareketi MTST’yle (Çatısızlar) ve Ücretsiz Ulaşım Hareketi MPL’yle yakından tanışma fırsatım oldu. Özellikle Ücretsiz Ulaşım Hareketi içerisinde çok fazla arkadaşım vardı.
Türkiye’ye döndüğüm yıl hep birlikte deneyimlediğimiz Gezi Direnişi’nin ve Brezilya’da ulaşıma yapılan zamlar sonrasında başlayan Ücretsiz Ulaşım Hareketi’nin çağırdığı eylemlerin zamansal olarak kesişmesi ise o zaman benim için sadece büyük bir tesadüftü. Bunun üzerine gitmeye, aradaki ilişkiyi görmeye çalışmak istemiştim. Bu araştırmayı hangi form ile aktarılabilir kılacağım konusunda çok emin değildim. Çünkü bu belgesel öncesinde sinema alanında pek bir tecrübem yoktu.
Filmimizin ortak yapımcısı ve hocam Fikret Adaman ve yine film ekibinden belgesel sinemayla da uğraşan arkadaşım Umut Kocagöz bunu bir belgesele dönüştürebileceğim konusunda beni cesaretlendirdiler. Çekim süreci São Paulo’da 2 aya yakın sürdü. Bu süreçte farklı politik geçmişlerden eylemlere katılmış insanlarla görüşmeye çalıştım. Yine film ekibimizden Brezilya’da yaşayan sinemacı iki arkadaşımla birlikte çekimleri tamamladık.
Filmin maliyetini alternatif metotlarla karşıladığını biliyorum. Nasıl bir çözüm buldun? Neden alternatif metotları denedin?
Sondan başlayacak olursam, alternatif metotları özellikle tercih ettiğimizi söyleyemem. Nasıl yöntemler kullanabileceğim konusunda çok fazla fikrim yoktu. Türkiye’de de özellikle belgesel sinemanın fon bulması maalesef hiç kolay değilmiş, bunu da yaşayarak ve zorluğunu deneyimleyerek öğrenmek zorunda kaldık. Ama bu süreçte bu hikayenin aktarılabilir kılınmasını insanların destekleyebileceğini düşündük ve kitlesel fonlama kampanyası yapmaya karar verdik. Bu konuda da filmin danışmanı, Boğaziçi’nden hocam, Can Candan’ın fikirleri ve önerileri kesinlikle çok belirleyici oldu.
Sinema yapmaya çalışan ve buna yeni başlayan insanlar olarak bizim için başarılı sayılabilecek bir kampanyaydı. Yani o zaman öyle düşünmüştük ama aslında belgeseli tamamlamak için çok da yeterli olmadığını sonraki süreçte fark ettik. Sonrası da ayni katkılar ve filmin yapımcısı Ariya Toprak başta olmak üzere burada adını sayamadığım filmde çalışan herkesin, inanılmaz çabaları ve emeğiyle mümkün oldu.
Filmin ismi neden Aşk Bitti?
Eylemler sürecinde hem arkadaşlarım hem de medya aracılığıyla Brezilya’daki eylemlerde ‘Aşk bitti, burası artık Türkiye’ sloganının atıldığını duymuştum. Proje bir belgesele dönüştüğü andan itibaren adının bu olacağı kesin gibiydi. Çünkü çok enteresan bir nokta. Farklı mücadele geçmişlerinden gelen, iki uzak ülkenin benzer bir eylem tarzı ile hatta birinin diğerine böyle bir sloganla selam gönderiyor olması ilginç gelmişti. Ben de aslında bu selamı almaya gittim diyebilirim.
Brezilya'daki göstericilere medya ve iktidar vandal demişti, bizdeki çapulcu örneği gibi. Bu benzerlik sence ne anlama geliyor?
Bu benzerlik ilk olarak her yerde iktidarların karşılaştıkları mücadeleleri değersizleştirme ve meşruiyetini azaltma çabasından kaynaklanıyor tabii. Ancak iki ülkedeki insanlar bu ‘hakaretleri’ kendi ortak ‘kimlikleri’ haline dönüştürdüler. Eğer biz kendimize çapulcu, onlar da kendilerine vandal demeseydi, belki de bu hitaplar hiç bu kadar öne çıkmayacaktı.
Sonuçta ölülerimize bile saygı gösterilmeyen bir yerde yaşıyoruz ve yaşayanlarımız da bu tarz sözlere çok sık maruz kalıyor. Sanırım maalesef biraz alıştık da o yüzden şu anda çok dikkatimizi çekmiyor. Ama bu benzerlik zaten eylemlerin tarzının benzerliğinden kaynaklanıyor sanırım. Belgesel katılımcılarından Bernardo’nun da söylediği gibi, bu eylemler kendilerine yöneltilen bu hakaretleri tersine çevirip, kendi güçlenme araçlarına dönüştürebildiler.
Filmde Brezilya'dan kimleri göreceğiz? Röportajlarında nasıl bir profil oluşturdun?
Film içerisinde karakterlerin isimleri dışında onlara dair pek bir bilgi vermemeyi tercih ettik. Çünkü bu eylemlerin gücü az önce de çapulcular, vandallar olarak andığımız ortak kimliklerin, yani kimliksizliğin inşa edilebilmiş olmasından aldığını düşünüyorum. Ama şöyle söyleyebilirim, röportajlarda ulaşabildiğim ölçüde farklı yaş, toplumsal cinsiyet ve politik gruplardan insanlarla görüşmeye çalıştım.
Filmde, eylem sürecinde devlet başkanıyla görüşmeye gitmiş Mayara da, üniversite öğrencisi olan ve ilk kez eyleme gittiğini söyleyen Sofia da, 50 bine yakın ailenin parçası olduğu Evsiz hareketinin sözcüsü Guilherme de bulunuyor. Bu insanlar dışında da Brezilya’dan 6 farklı karakterle izleyici tanışmış olacak ve bu karakterlerin hikayeleri de çok ilginç. En azından benim için öyleydi ve onlarla tanışmış olmak benim için belgeselin en önemli kazanımlarından biriydi.
Gezi'nin ve Brezilya'daki ayaklanmaların üzerinden üç yılı aşkın süre geçti? Sence şu an filminin nasıl bir anlamı var?
Belgeselin yapım sürecinin bu kadar uzamasını tercih etmemiştik tabii ki. Maddi aksaklıklar ve o günden bu güne yaşayageldiğimiz tüm olayların belgesele emek veren insanların üzerinde bıraktığı etki, belgeselin sürecinin bu kadar uzamasına sebep oldu. Ama şu andan dönüp baktığımda, belgeselin şu anda yayınlanıyor olmasına seviniyorum. Hatta gösterimin tam referandum öncesine geliyor olmasından da ayrıca mutluluk duyuyorum. Çünkü belgeselin özellikle bu haline kavuştuğu 2016’nın ilk yarısı ve öncesi hepimiz için acının, savaşın ve umutsuzluğun doruğa çıktığı zamanlar oldu diye düşünüyorum. Öyle ki Gezi’yi hatırlamayı bile istemez hale gelmiştik.
Bir yandan tüm bu savaşın ortasında Gezi’den utanır olmuştuk gibi hissediyorum. Bunun haklı ve üzerinde düşünmemiz gereken sebepleri de olabilir tabii ancak bu belgesel, umuda, yan yana durabildiğimiz o günlerdeki gücümüzü hatırlamaya, çok başka bir yerdeki deneyim üzerinden bakarak bir katkı sunabilirse işte o zaman benim için ve sanıyorum belgesele emek veren herkes için amacına ulaşmış olacak.
Belgeselin mottosu gibi olan, içerisinde de geçen "korkmanın bulaşıcı olduğu bu günlerde, korkmamanın bulaşıcı olduğu o günleri hatırlamanın bize iyi gelebileceği"ne olan inancımız bizim bu belgeselde ulaşmaya çalıştığımız noktaydı sanırım. Umarım hayırlara vesile olur, belgeselin gösterileceği 9 Nisan Pazar’ı sonraki pazarların umudunu biraz olsun yeşertebilir.