Tamkan ve Demircioğlu: 'Şiir tutmaz' dediler albüm yaptık'
İklim Tamkan ve Senem Demircioğlu'nun yeni albümleri, İlk Atlas, Ada Müzik etiketi ile dinleyicileriyle buluştu. Tamkan ve Demircioğlu ile sanatı, toplumsal duyarlılığı ve şiir ile müzik ilişkisini konuştuk.
İklim Tamkan ve Senem Demircioğlu ile ilk albümleri üzerine konuştuk.
Tamkan ve Demircioğlu ilk albümleri, İlk Atlas'ı Ada Müzik etiketiyle dinleyicilerine sundular. Türkçe edebiyat tarihinin önemli şairlerinin şiirlerini besteleyen iki müzisyen muhalif kimlikleriyle dikkat çekiyorlar. Ahmet Erhan'dan Cemal Süreya'ya uzanan repertuvarda yer yer öfkelenen, yer yer dingin bir nehre bürünen şarkılarıyla, besbellidir, kendi yerlerini sağlamlaştırmayı düstur belliyorlar.
En baştan en sona, emek ve yoldaşlık sokaklarında büyüyen İlk Atlas, dinleyicinin, tam karşısına dikiliyor. Gözlerini dinleyicinin kalbine mıhlıyor.
İklim Tamkan ve Senem Demircioğlu. İki kadın. İki şiir sevdalısı. İki müzisyen. Çok şair. İlk Atlas!
Neden şiir?
Senem Demircioğlu: Şiiri hayatımıza sokmaya başladığımızda, şiirin moda olma durumu yoktu. Bir süredir moda. Mesela 'Şiir Sokakta' hareketi başladığında, sokağa çıkıp ilk şiir yazanlardandık. Şiirle bu kadar haşır neşir olmamız kişisel damak tadımızdan geliyor.
İklim Tamkan: Ayrıca ben yeni ve canlı olmamasından dolayı ayrıca seviyorum. Popüler olan şeyi çarpıcı ve etkileyici bulmuyoruz. Biz şiir okurken arkadaşlarımız eleştiriyordu. 'Ne kadar romantiksiniz, artık gerçek dünyaya dönün' diyorlardı. Şiirlerden şarkılar yaptığımızda, 'bu eski moda şeylerden artık vazgeçin' diyen arkadaşlarımız oldu. Biz bu noktada epey direttik.
Burada hakikaten bir inat vardı. Şiirleri 'albümde tutar' mantığıyla da seçmedik.
S.D.: Hepsi okuduğumuz ve içimize sinen şiirlerdi. Birlikte oturup şiir üzerine tartışıyoruz. Şiir okumak rutinlerimizden biridir.
Iklim'le sabahlara kadar sokaklara şiir yazardık.
Birlikte çok vakit geçiriyoruz ve bir kenarda şiir okuyup üzerine tartışıyoruz.
İ.T.: Şiir bence çok konsantre bir sanat... Şiir üzerine düşünmeyi çok seviyorum. Bir dize üzerine, 'Kim bilir neler dedi? Ben ne anladım? Kime gönderme yapmış?' sorularını kendime soruyorum.
S.D.: Şiirin duygu yoğunluğu düz yazıdan çok daha fazla. Beni çeken kısmı o. Bir dizeden yüzlerce anlam çıkarabiliyorsunuz. Herkesin farklı bir anlam bulmasından dolayı siiri seviyorum.
Senin hayalgücün ve algına göre değişiyor. Bunun üzerine tartışmak da çok keyifli.
İ.T.: Şiir hayatımızda hep olacak. Albümler olsa da olmasa da...
'CUMARTESi ANNELERİNE AĞLADIM'
Metin Altıok ve Behçet Aysan Sivas Katliamı'nı yaşadılar. Cemal Süreya ve Edip Cansever aynı çağın, akımın şairleri... Bu şiirleri seçerken nelere dikkat ettiniz?
İ.T.: Dostlukları bizi çok etkiledi. En nihayetinde rakı sofralarının ahbapları. Bu insanların birbirleri için yazdıklarını, çizdiklerini, Hatay Meyhanesi Defterleri'ni, düz yazılarını, şiirlerini, mektuplarını didik didik ettik okuduk, yuttuk. Ama hep merak ettik.
S.D.: Hayatlarıyla ilgili bilinebilecek her şeyi biliyoruz.
İ.T.: Aynı masanın dostları onlar.
S.D.: Albüm çalışmamız 2013 yılında başladı. Süreç içerisinde arkadaşlarımızdan parçalar istedik. Bu parçalar yazıldı. Albüme giren şiirler, o dönem bizi etkileyen, politik olarak da yakın durduğumuz isimlerden seçilmiş oldu. Metin Altıok ve Behçet Aysan'a başka bir bağımız var. Metin Altıok ve Behçet Aysan'ın anmalarında sürekli sahneye çıktık ve onların kızlarıyla dostuz. Bu şiirleri ilk bestelediğimizde kızlarına gönderip görüşlerini aldık. Tüm süreç dost meclisinde gelişti diyebiliriz.
İ.T.: Ama şöyle de anlaşılmasın; spesifik olarak katliamlardan, başka toplumsal olayları yaşamış ya da bu olaylardan etkilenmiş şairlerin şiirleri olsun diye özel çaba sarf etmedik.
Hayran olduğumuz isimler hep vicdanlı, özel insanlardı belki de. Mesela Ahmet Erhan şarkımız, şairin 80 darbesini anlattığı bir şiirden ortaya çıktı.
Biz bu şarkıyı yaparken bugünleri hayal dahi edemezdik. Gündem öyle hızlı ve sürreal değişiyor ki... Sahip olduğumuz damak tadına uygun şiirleri seçtik. Damak tadımızdan da hiç ödün vermedik. Ama duruşumuz da genel olarak belli...
Albümün bir duygusu var. Sonbaharda serin bir akşamüstü yürümek gibi... Adım attıkça sakinleşen bir ruh hali... Siz nasıl anlatırsınız albümün duygusunu?
S.D.: Birden çok duygu demek daha doğru olur. Her parçanın başka bir duygu durumu vardı. Örneğin, stüdyoda Kekre Dünya'yı söylerken ağladım.
"Unutulmuyor ne tuhaf dünya işleri, seninle bir döşekte sevişirken bile.
Düşünüyorum hüzünlü anneleri, çarşıda, pazarda ellerinde file...." derken cumartesi anneleri geldi hep gözümün önüne.
Artık Her Şey Bitti'yi söylerken ise stüdyoda İklim'le birlikte deliler gibi bağırdığımız anlar oldu. Her şiirin başka bir duygusu vardı.
İ.T.: Mesela Kan Var Bütün Kelimelerin Altında bugüne çok yakışan bir şiir... Ama müzik kafaya kakar gibi, 'her şey çok kötü... felaket' demiyor.
Bu şiir biraz da ironik bestelendi. Kör göze parmak olmamasına da çalıştık müziklerde.
'BU BİR GÜÇ GÖSTERİSİDİR'
İki kadın birlikte müzik yapıyorsunuz. Türkiye'de eril bir sanat anlayışı var. Bu durum hakkında ne söylemek istersiniz?
S.D.: Biz bu eril dili tanımıyor, reddediyoruz. İki kadının sahnede olması böyle bir dönemde güç gösterisi. Kadınların gücüne inanıyoruz ve olabildiğince kadınlarla ortaklıklar yapmak istiyoruz. Kadınların ve çocukların dünyaya kattıkları güzelliklere inanıyoruz.
İ.T.: Kadın erkek eşitliği konusunda, cinsiyetçiliğe ve ayrımcılığa karşı hem toplumun hem de gelecek kuşakların bilinç kazanması elbette çok mühim.
Cumhurbaşkanı, başbakan ve meclisteki tüm parti liderleri kadına yönelik şiddeti eşit bir dille kınamadıkça, cinsiyet ve cinsel yönelim eşitliğini esas alan yasalar çıkarılmadıkça, sözde cezalar "ağırlaştırılmış müebbet" cezasına dönüştürülmedikçe bu konu çözülemez diye düşünüyorum.
Benim umudum çocuklar ve kadınlar.Dünyaya barışı, adaleti, esitliği onlar getirir. O zaman gelinceye dek mücadele edeceğiz. Tarih iyiliği, barışı savunanları yazacak.
'İNADINA SANAT, İNADINA ÜRETMEK'
Albümün yapım süreci nasıldı?
S.D.: Şiirle müziğin uyumunu yakalamak önemliydi, bunun için çok özen gösterdik. Parçaların enstrüman dağılımı, prozodik uyum ve albümün genel çizgisi bizi yansıtsın istedik.
Keyifli geçmişe benziyor. Ne kadar sürdü?
S.D.: Keyifli ve yoğun bir süreçti, yoran bir süreçti hatta. Tahmin edebileceğiniz gibi doğru zamanı beklemek de gerekliydi. Örneğin bir süre arka arkaya patlayan bombaların arasındaydık. Biz de herkes gibi böyle zamanlarda yaptığımız işleri sergilemekten çekindik. Bilimsiz, sanatsız bir toplum olmayacağını biliyoruz ama bu denli kan gövdeyi götürürken 'albümümüz çıktı' demekten utanacaktık.
Uzun lafın kısası doğru zamanı bekledik, kolladık...
Felaket dönemlerinde sanatın daha da canlı olması gerekmez mi?
İ.T.: Evet, belki de böyle zamanlarda gereken inadına sanat, inadına üretmek.
‘ACI DA MÜZİĞE İHTİYAÇ DUYAR’
Sanatın, sahnenin bütünleştirici gücüne inandığınızı düşünüyorum.
İ.T.: Elbette. Sahnede olacağız, şarkılarımızı kayıplarımıza söyleyeceğiz. Dinleyicilerimizle acımızı da paylaşacağız.Yaşadığımız saldırılarda ve toplumsal olaylarda evimizde sessiz sessiz oturup yas tutmamız bekleniyor bir kesim tarafından. İşimizi "eğlence" olarak gören zihniyete de çok karşıyım.
S.D.: Üstelik acı da müziğe ihtiyaç duyar. Ama Türkiye’de nedense ilk önce konserler iptal edilir. Müziği sadece"eğlence" olarak görüyorlar. Bunun üzerine de ayrıca saatlerce tartışabilirim!
İ.T.: İstiklal Caddesi'ndeki tuhaf mekanlarda 'dup-tis' ve 'cistak' müzik kesilmez ama bizim konserlerimiz iptal edilir.
S.D.: Bence sanatın, özellikle müziğin iyileştirici, birleştirici etkisine en çok ihtiyaç duyduğumuz zamanlardır bunlar.
İ.T.: Bunun en güzel örneği Van icin Rock projesidir, muazzam bir dayanışma! O zaman, belki de "Ilk Atlas" boyle bir donemde ilaç olur hepimize...
'ONLAR YOLDAŞLARIMIZDIR'
Albüme katkısı olanlar kimler peki, biraz albümün gizli emekçilerinden konuşmak istiyorum.
İ.T.: Ajlan Akyüz’den başlamak isterim. Ajlan benim hem çocukluk arkadaşım hem de bu kayıt süresinde ev arkadaşımdı. Yani biz bu kampı Senem, Ajlan ve ben beraber yaptık. Onsuz bu albüm olamazdı. "İlk Atlas" başta olmak üzere toplam dört tane parça yaptı bizim için. Tüm kalbiyle bu iş için gerçekten çok uğraştı; sabahlara kadar şiirlerimizi besteledi ve yaylı düzenlemelerini yaptı. Ajlan'a teşekkür yetmez...
S.D.: Evet, Ajlan'a en özel teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Redd grubundan Doğan Duru'nun da bir bestesi var.
S.D.: Doğan bize "Metin Altıok Şiirlerinden Şarkılar" yani "Anka" albümünde, "Sevmiyorum Seni" adlı parçayı yapmıştı. Bu albümde onu tekrar kaydettik. Bizim için ilk yapılan parça "Sevmiyorum Seni". Her konserimize onunla başlarız.
Prodüktörünüz Fazıl Say…
İ.T.: Fazıl Say bize "kızlar stüdyoya giriyorsunuz ve bu albümü kaydediyorsunuz" diyen kişi... "Bu Kekre Dünyada parçamı çok güzel yaptınız" dedi bize çünkü bambaşka bir versiyon oldu. Sonra bir de "Şey Şey Şey ve Şeylerden"i yaptık "Yeni Şarkılar Albümü"nden. Bunlar hem Fazıl'ın dokusunu taşıyan hem de çok bize özgü olan parçalar.
S.D.: Bizi albüm için motive eden isim de Fazıl Say'dı. Stüdyo sürecinde de gelip hep destek oldu, çok pozitifti, toparlayıcıydı. Bizi o kadar güzel bir enerjiyle stüdyoya yolladı ki; her şey çok yolunda gitti. Kayıt süresince de hep beraber kararlar aldık. Albümü yapıp bizi bırakmadı, Fazıl hala en büyük destekçilerimizden.
İ.T.: Sadece bir müzisyen, ustamız olarak el vermedi bize; aynı zamanda yoldaşlık yaptı. Bu çok kıymetli bir şey. Eğer kendimiz niyetlenseydik biz bu albümü 2 yıldan önce çıkaramazdık. Bizi hep motive etti.
S.D.: Diğer müzisyen arkadaşlarımız da İmge Tilif, Emre Akman, Gözde Yaşar, Furkan Bilgi, Aykut Köselerli, Kıvanç Kaytanlı ve Caner Anar'a çok teşekkür ederiz. Her biri her şeyden önce bizim için çok kıymetli dostlar. Bu projeyi hep sevdiğimiz insanlarla yapmak istedik.
İ.T.: Örneğin ton meisterimiz Alp Turaç'ı görünce, boynuna sarılıyoruz... Hiç kimse bu albümde sadece iş yapmadı.
Albüm fotoğrafları dikkat çekici...
İ.T.: Albüm fotoğrafları için gerçekten Tuz Gölü'ne kadar gittik! Bu güzel fotoğrafları bizim için Mehmet Turgut çekti. DoRe Müzik'e de çok minnettarız. Hem konserlerimizde destekçimiz, hem de albümümüze sponsor oldular. Enstrümancılar için önemli ve riskli bir konudur bu. Piyano bulmak bile başlı başına bir dert iken sevgili Derya Özyürek her gittiğimiz yere en güzel piyanolarından gönderiyor bizim için.
'DENGİN İÇİN DE ÇALDIK, ALİ İSMAİL İÇİN DE!'
Bağımsız Sanatçı İnsiyatifi'nde aktif rol aldınız...
İ.T.: Çözüm sürecinin bittiği günlerde böyle bir çalışmamız oldu. Henüz Barış İçin Akademisyenler bildirisi yayımlanmamıştı. Yangın bu kadar büyümemişti ve ne kadar büyüyeceği bilinmiyordu.
Nasıl gelişti süreç?
S.D.: Bağımsız Sanatçı İnsiyatifi olarak bir bildiri yayımladık. Her konserimizde bunu dile getirdik. Parçalarımızı bu sefer barış için çaldık. Sanatçılara karşı uygulanan bir baskı var. En yakın örnek, piyanist akademisyen Dengin Ceyhan gözaltına alındı.
İ.T.: Barış süreci bozulduğundan beri tüm konserlerimizde çaldığımız şarkılarımızı bu kez de Dengin Ceyhan için çaldık.
S.D.: Bir konserimiz Ali İsmail'in doğum gününe denk geldi. Bu sefer de Ali İsmail için çaldık.
İ.T.: Bizler için önemli olan günleri, olayları, konser gündemimize taşımayı vicdani, insani bir sorumluluk olarak görüyoruz.
'SEN OTUR PİYANONU ÇAL(!)'
Günümüzde sanatı nasıl görüyorsunuz?
İ.T.: Bence açıkçası bu dönem her şeyin kötüye gittiği, yozlaştığı ve kuruduğu bir dönem.
S.D.: Korkunç bir tüketim dönemindeyiz ve bu hızla müziği de tüketiyoruz. Müzik böyle bir tüketime dahil edebilecegimiz bir deger asla değil.
İ.T.: Ben üzerine kafa yorularak yapılmış, nitelikli iş sayısının uzun süredir bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda olduğunu düşünüyorum. Biz tabii bu albümü "biz de varız" düşüncesiyle, pozitif bir inançla yaptık.
Güncel popüler müziğin kalitesinde herkesin payı var. Medyanın, komşunun, ailenin... İnsanlara neyi gösterirseniz, onun peşinden giderler, onu talep ederler.
Amerika'daki seçimlerden, Avrupa'daki sağ partilerin oylarını yükseltmesine kadar dünyanın içinde bulunduğu çirkinlik furyasından tabii ki müzik de nasibini alıyor.
Muhalif bir sanat anlayışını benimsiyorsunuz. Bir sanatçının politik tavrının olmasını nasıl yorumluyorsunuz?
S.D.: Sanat da politika da insandan doğar topluma yansır. Bunları birbirinden ayırmaya çalışmak gerçekçi değil.
İ.T.: Haksızlığı, çarpıklığı ilk sezen ve akabinde dile getiren kişilerdir sanatçılar. İktidarların sanat ve sanatçılardan korkmasının sebebi de bence bu. O yüzden sanatçıları ya yanlarına alırlar ya da susturmaya çalışırlar.
S.D.: İkna edemediklerine de 'Sen otur piyanonu çal, sen otur şarkını söyle' derler.
Projelerinizde bir tema ortaklığı olacak mı? Başka dillerde de bir şeyler yapmak istiyor musunuz?
İ.T.: Tabii ki istiyoruz, çünkü yurt dışında da konserler vermek ve bu konserlerde de sadece Türkiyelilere değil, başka coğrafyalardan insanlara da ulaşmak istiyoruz. Ama düşünüyorum da "Şey Şey Şey ve Şeylerden" adlı şiirimiz nasıl farklı bir dile çevrilebilir?
S.D.: Bana kalırsa zaten şiirlerin çevirisi olamaz... Bir şiirin başka bir dilde aynı duyguları vermesi çok zor.
İ.T.: Aynı duyguyu vermesi tabii ki çok zor. Fakat ben yine de iyi çevirilerin olduğunu düşünüyorum. Nazım Hikmet şiirleri örneğin Almanca'ya çok güzel çevrilmiş. Yine Ahmet Cemal'in Ingeborg Bachmann'dan yaptığı çeviriler. Fakat O Almanca'dan Türkçe'ye çeviriler yapmış.
S.D.: O şiirlerin duygusunu hissettirebilsek tabii ki isteriz. Fakat bunun için de birçok dile hakim olmak gerekiyor.
İ.T.: O konunun senin için aslında büyük bir sorun olacağını düşünmüyorum ben. Fransızca, İtalyanca, Almanca operalar söyledin.
S.D.: Operada perde perde bir hikaye islenir, diyalog bazlıdır.
İ.T.: Gerçi Senem’in kaygısını da anlıyorum. Örneğin, Metin Altıok'un bir kelimesi ‘Kanavice’, ona ana dilinde bambaşka bir şey hissettirirken, "hiç bilmediğim bir dilde ne kadarını hissedebilirim ve ne kadar gerçek okuyabilirim onu?" diye kaygı duyuyor. Çünkü samimiyetin peşinde.
Yurt dışında işinin ehli isimlerle çalışma fırsatı bulmuşsunuz. Avrupa'nın müziğe olan yaklaşımı sizi etkiledi mi?
İ.T.: Bizler Türkiye'deki kıymetli hocalarımızdan da Avrupa'da çalıştığımız isimlerden de çok şey öğrendik. Müzisyenlik ve dahi sanatçılık, insanın bizatihi kendini yetiştirmesiyle, ömür boyu sürecek bir "kendine yatırım yapma" prensibiyle, sanatın başka dallarıyla ve tabii ki hayatın ta kendisiyle devamlı olarak beslenmesiyle var olabilecek olgulardır.
S.D.: Nihayetinde ne yapıyorsak kendi kendimize yapıyoruz ya da yapamıyoruz. Yurt dışından aklımıza kazınan şeyler elbette var. Örneğin; bazı temel prensipler, başarısızlığa bahane bulma şansımızın olmadığını orada öğrendik. Disiplini, rekabeti ve bizi oluşturan birçok şeyi...
'MÜZİĞİN SAHİPSİZ OLMASI ŞAHANE BİR ŞEY'
Yaptığınız müzik için "elitist" diyenler oluyor mu hiç?
İ.T.: Toplumların yaşam tarzlarında ve seçimlerinde sınıfsal kodlamalar buyuk rol oynar ve diğer konularda olduğu gibi müzik yapısı ve beğenisine de yansımıştır. Zaten müzik türlerinin çıkışı direkt toplumsal dinamiklere dayalıdır, blues gibi, punk gibi... Çoğu insan yaşadığı zaman ve yer ile belirlenen müzik türüyle büyürken, kendi yerel kültürü dışında müzik hatta genel sanat keşfinde bulunan insanlar da olacaktır. O keşfetme fırsatı biraz da sınıfsal bir olgu; varlık ve eğitim seviyesi ile birlikte daha evrensel bir yaşam arayışı başlıyor.
S.D.: Mesela Türkiye'de konservatuvarlar, opera, bale ve klasik müzik batıya oranla hem insanlarla daha geç buluştu, hem de "batılılaşma" denen bir kavramla endekslendi. Böylece evrensel olduğu değil de tam tersine sanki batının yerel kültürüymüş gibi algılandı.
O yüzden belki de diğer ülkelerde olduğundan daha belirgin bir yabancılık , belki bir mesafe olabilir bu müziklere Türkiye'de. "Bizim müziğimiz değil" derken aslında evrensel olup hiçbir yerel topluma ait olmadığını fark edemiyoruz, göremiyoruz. Bir yandan; müziğin sahipsiz olması şahane bir şey!
Türkiye'de hangi müzisyenleri takip ediyorsunuz?
İ.T.: Ben Erkan Oğur'u çok sevdiğimi söyleyebilirim. Birsen Tezer, İsmail Hakkı Demircioğlu, Fikret Kızılok, Aynur Doğan, Fırat Tanış... Unutmadan ekleyeyim. Tüm dostlarımızı, seve seve ve onurla. Çünkü ülkenin şu şartlarında bana göre hepsi birer şövalye ve muazzam işler başarıyorlar.
S.D.: Kesinlikle katılıyorum, küçümsenmeyecek kadar da çokuz. Bence çok umut verici. Benim dinlediğim müzisyenlere gelince yine Birsen Tezer ve ayrıca Ceylan Ertem, Jehan Barbur, Bülent Ortaçgil diyebilirim.
Dinleyicilerle ilişkiniz nasıl?
S.D.: Güzel bir bağ kurduk. Albümden önce çekirdek bir kitlemiz vardı ve bu kitle gün geçtikçe büyümekte. Kaygım şiiri anlatabilmek ve ilk dinleyişte dinleyicinin siiri alabilmesiydi.
Konserlerdeki en büyük korkum buydu. Konserlerdeki o melankolik, depresif ruh hali çok yorucu oluyor. Seyircileri bu yükten kurtarmak için konserlerde olabildiğince diyalog kuruyoruz.
İ.T.: Repertuarımızdaki şiirler en hafif tabirle biraz hüzünlü, biraz melankolik. Dinamik parçalarımız olsa da dinleyicileri ağırlaştırmamak için sahnede olabildiğince diyalog kuruyoruz. Ama Senem'in sahnede öyle bir enerjisi var ki, sahnede anlattığı şeyi yaşıyor. O teatral birleşim seyircileri inanılmaz etkiliyor. Tabii bizi de... Ben çalarken seyircileri kıskanıyorum. Çünkü konser boyunca bana arkası donuk duruyor!
Peki gelen tepkiler nasıl? Beklentiniz neydi?
İ.T.: Albüm daha çok yeni...
S.D.: Daha 1 hafta oldu çıkalı...
İ.T.: İnsanların bizi merak etmesini istiyoruz. 'Bu kadınlar ne yapıyorlar?' demelerini istiyorum.
S.D.: Türkiye'nin her yerinde ve yurt dışında sahne almak istiyoruz.
Bundan sonraki projeleriniz neler?
S.D.: Daha çok yeni olduğu için şu anki planımız albüm konserleri yapmak. Sponsorumuz DoRe Müzik bünyesinde 7 şehir gezeceğiz; turnenin ilk dinletisi 14 Nisan’da İstanbul’da olacak. Yazın neler yapacağımızdan bahsedelim. Ağustos'ta Turgut Reis Müzik Festivali'nde "İlk Atlas"la sahne alacağız.
İ.T.: Ayrıca bu yaz Gümüşlük Akademisi'nde hem başlangıç seviyesinde, hem ileri seviyede olanlar için vokal-şan ve piyano atölyeleri düzenleyeceğiz. Akademiyi, bahçeyi ve Latife Tekin'i çok seviyoruz!
Sosyal projelerde yer alıyorsunuz. Aktivist bireylersiniz.
S.D.: Her zaman seve seve. 27 Nisan'da Balıkesir’de otizmli bireylere destek için OBIDEV için sahnede olacağız.
İ.T.: Sosyal medya hesaplarımızı olabildiğince aktif kullanmaya çalışıyoruz. Takip edebilirsiniz.