Taşdiken: Yönetmen sözü, derdi, acısı olandır
Senarist, yapımcı ve yönetmen Atalay Taşdiken, yönetmen- yapımcı ilişkisine, ilk filmine ve sinemamızın finansal sorunlarına dair görüşlerini anlattı. İlk filmi olan "Mommo- Kız Kardeşim"i çekerken yaşadıkları zorluklardan bahsederken Taşdiken, "Mommo- Kız Kardeşim, film çekmeye hevesli sinemacı adayları için bir motivasyon kaynağıdır" dedi.
Atalay Taşdiken ile ilk filmi “Mommo- Kız Kardeşim”i konuştuk. Taşdiken, konu ilk filmini çekecek yönetmen adaylarından açıldığında, “Bütün mesele şu: İyi bir öykü, iyi bir senaryo, iyi bir uygulama… İlk filmini çekecek yönetmen adayları bütün meseleyi tekniğe indirgemek istiyorlar.” diyerek düşüncelerini paylaştı.
Yönetmen kimdir?
Yönetmen klasik manada bakıldığı zaman filmin yönetenidir. Hem seyircinin gördüğü taraftaki her şeyi, objeleri, renkleri, hareketleri, mizansenleri, grafikleri düzenleyen, karar vericisidir, hem de seyircinin görmediği yerleri de, kameranın arka tarafındaki hinterlandı idare eden, bizim gördüğümüz çerçeve içindeki her şeyi hayalindeki gibi kurmasını bilen kişidir. Bunun bir teknisyen anlatımı olduğu düşünülebilir. Elbette yönetmen bunun ötesidir. Sözü olan, meselesi olan, acısı olan, derdi olan, felsefesi olan birisi olmak zorundadır. Dünya görüşünü, felsefesini, inançlarını; o bizim gördüğümüz karenin içine sıkıştıran, bunu estetik bir şekilde yapan kişinin yönetmen olduğunu düşünüyorum.
Bir yönetmenin gözünden yapımcı kime nedir?
Ben aynı zamanda kendi filmlerimin yapımcılığını da yapıyorum. Bu benim bilinçli olarak tercih ettiğim bir mesele değil. Maalesef Türkiye’de çok yönetmen, az yapımcı var. Yapımcılık mefhumu bizim sinemamızın çok eksikliğini duyduğu bir kavram. Yapımcı denildiğinde “ortaya para koyan kişi” gibi algılamak yanlış olur.
Yapımcı sektörün bütün inceliklerini bilen, yönetmen kadar kreatif olabilen, bir görüntü yönetmeni kadar kadrajdan anlayabilen, bütçeyi çok iyi yönetebilecek matematik zekası da olan birisi olmak zorundadır. Ama tarif ettiğimiz bu yapımcı biçimi ne yazık ki bizde fazla değil… Klasik anlamda, konvansiyonel sinemada yapımcı, para koyan kişidir.
Yapımcı, set öncesinde, sette, set sonrasında ne iş yapar? Yönetmene karşı sorumluluğu nedir? İyi bir yönetmen- yapımcı ilişkisi nasıl olmalı?
Yönetmen yapımcı ilişkisinin bir ideali var, bir de mevcut hali var. İdeal olanı yapımcının teknik anlamda, yönetmenin işine müdahale etmemesi gereken bir durumdur. Yapımcı bir filmi çekebileceğine inandığı bir yönetmene cast, ekip kurmak ve o senaryonun kendi dilince anlatılmasını sağlayacak ortamı oluşturmak durumundadır. Bu Türkiye’de gerçekleşen bir durum değil maalesef.
Neden?
Çünkü kişinin bir gücü var. Bu güçle de, saydığım şeyleri değiştirebileceğini düşünüyor. En basitinden oyuncu seçimlerine müdahale etme yetisi görüyor kendinde… Diyor ki “filan oynarsa şu kadar iş yaparız, filan oynarsa bu kadar iş yaparız”.
Ticari kaygılarla yapıyor bunu. Ama yönetmenin kafasında başka bir şey var. Anlatacağı senaryoya ve dile uygun oyuncu seçmek için uğraşır yönetmen. Birinci problem maalesef ki burada çıkar. İkincisi de genelde yönetmenlerin istediği atmosfer, mekan, prodüksiyon olanakları biraz kısıntı yapılarak verilir. Yapımcı- yönetmen ilişkisi zaten ticari bir ilişkidir. Ticari filmler de böyle olur. Ticari olmayan filmler de ise kolay kolay yapımcı- yönetmen ilişkisi olmaz. Tıpkı benim gibi herkes kendi yapımcılığını üstlenir. Dolayısıyla da bu tür sıkıntılar yaşanmaz.
“Mommo- Kız Kardeşim” filmi, aklınızda ilk belirdiği zaman senaryosunu yazarken sanatsal, siyasal, kültürel ve ekonomik kaygılarınız ne oldu?
“Mommo- Kız Kardeşim” tırnak içerisinde söylüyorum, bağımsız bir filmdir. Senaryoyu yazdığım süreçte ben bir film yapımcısı olmayı hedeflemedim. O süreçte ulaşabildiğim bir sürü yere ulaşıp, bu senaryonun yapımcılığını üstlenecek bir firma aradım. Bu maalesef gerçekleşmedi.
Ticari olmayan işlerde yapımcı bulmak bu kadar kolay değil. Sonrasında da kendim çekme koşullarını araştırmaya başladım. Aslında o çekim sürecine hazırlanma koşulları başka bir filmin konusudur.
Neredeyse “yok” denilecek imkanlarla yola çıkılmıştır. Bu cümleyi de öylesine içselleştirdik ki anlam kaybına uğradı neredeyse: “zor koşullarda çalıştık!” Ama “Mommo- Kız Kardeşim” gerçekten çok zor koşullarda yapıldı. Sırf o yanıyla bile film çekmek isteyen, film çekmeye hevesli sinemacı adayları için bile bir motivasyon kaynağıdır.
Siz, ilk filminizi on sene önce de değil de, bugün yapacak olsaydınız finansal olarak yapım öncesi ve sonrası nasıl bir yol izlerdiniz?
İlk filmini yapacak biri gibi istesem de şu anda düşünemem. Ama temel olarak şunu söyleyebilirim, gerçekten iyi bir hikaye, iyi bir senaryo ve pırıltılı bir yönetmen adayının yurtdışı fonlar, kültür bakanlığı, televizyon satışı gibi kaynakları, destekleri olmasa bile bugünün teknolojik koşulları göz önüne alındığında her koşulda film yapabileceğini düşünüyorum. Çünkü bugün teknik anlamda çok daha avantajlı şeyler var. Çok ekonomik küçücük kameralar var. Bu kameralar çok yüksek çözünürlükle resim verebiliyorlar. Çok daha ince diyafram özellikleri var. Az bir ışıklı bile, iyi resim verebiliyorlar.
Bütün bunlar çok küçük bir ekiple, ekipman olarak da çok daha az ekipmanla film oluşmasını sağladı. Elbette bunun bir de prodüksiyon olarak karşılığı var. Ne olursa olsun, on sene öncesine göre, film yapabilmek için, çok daha avantajlı koşullar var.
Bütün mesele şu: İyi bir öykü, iyi bir senaryo, iyi bir uygulama… İlk filmini çekecek yönetmen adayları bütün meseleyi tekniğe indirgemek istiyorlar. Ben bugün çok rahatlıkla –teknik olarak- film çekilebileceğini düşünüyorum. Ama bu şu anlama gelmez: Herkes film çekebilir anlamına gelmez. İyi bir öykü, iyi bir senaryo varsa bir filmin ortaya çıkışı kolaylaşıyor. Ama sadece teknik olarak filmler yapıldığında bir sürü sorunlu ilk film çıkıyor karşımıza.
Siz, bir yandan kurmaca film çekerken, bir yandan da belgesel film çekiyorsunuz. Belgeselin, gerçekle olan organik ilişkisini düşündüğümüzde bu gerçeklik anlayışının kurmaca filmlerinize de sirayet ettiği görülüyor. Türkiye Sineması, gerçekçilik ve biçim arayışları konusunda ne düşünürsünüz?
Benim önemsediğim bir mesele: Gerçekçilik. Biçim arayışlarını da son derece saygıyla karşılıyorum. Ama bir yanıyla da biçim aramanın da bir gereklilik olduğunu düşünüyorum. Çünkü işin bir kolay yanı var. Filanca yönetmen filanca türden film çeker ve o yönetmen kabul görür diyelim, o yönetmenin sürdüğü dikensiz bir tarladan yürüyüp gitmek kolay gelir.
O yüzden her işin yeni bir şey deniyor olmasını önemsiyorum. Bu anlamda bizim sinemamızdan saygı duyduğum isimlerden biri Derviş Zaim’dir. Kendine has ama sürekli yeni bir şey arayan, deneyen, yapmaya çalışan, kimi zaman çabaları için eleştiri konusu da olan bir yönetmen ama ben değerli buluyorum. Kendi açımdan da gerçekçi sinemayı sürdürmek gibi bir çabam var. Başka türlüsünü de ben yapamazmışım gibi geliyor.
Dünya Sineması’nda takipçisi olduğunuz yönetmenler var mı?
Herhangi bir yönetmenin çok sıkı takipçisi değilim ama her yıl, dönem dönem beni etkileyen yönetmenleri, filmleri takip ediyorum. İdolüm şudur diyebileceğim bir yönetmen gerçekten yok.
Yeni proje var mı?
Yazıyorum, yazıyorum. Bir yandan da yeni bir belgesel yapıyoruz. Osmanlı dönemindeki sinemacıları anlatan bir belgesel yapıyoruz. O dönemdeki kaynakların büyük bir bölümünü araştırdığımızda, bir kısım sıkıntılar olduğunu gördük. Osmanlı arşivlerinden de çok ciddi belge toparladık. O dönemin sinemasına dair yeni bir şey söylemek gibi bir iddiamız var. Bakalım bitince ne çıkacak ortaya!
1923’e kadar olan dönemi mi anlatıyor?
1923’te bitirip bitirmeme üzerine düşünüyoruz hala. 1923 Cumhuriyet’in ilanı ama Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte Osmanlı sinemacılarının ortadan kaybolup Cumhuriyet sinemacılarının ortaya çıktığı gibi bir ayrımı yapmak zor. Tam olarak nerede bitireceğimiz arşiv çalışmalarının sonucu ile birlikte ortaya çıkacak.