9'uncu İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali’nin ardından…
İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali gerçekleşti. Festivalin teması ‘Şehir ve Hayal’di.
Erdoğan Şekerci
Eski bir okur, yeni bir İstanbullu olarak heyecanla beklediğim İTEF, ilkbaharda açan erguvan çiçekleri gibi renk kattı İstanbul’a. Hayal etmenin her geçen gün zorlaştığı, edebiyattan ve okumaktan güç almaya çalıştığımız bugünlerde İTEF hepimize nefes oldu. Şehirlere dair hayallerin ve hayal kırıklıklarının konuşulduğu festivalde sonuç cümlesi benim adıma şuydu: Hayal kurdukça nefes alıyoruz.
ŞEHİRLERİN TOPLUMSAL BELLEĞİ
Festivaldeki farklı oturumlarda İstanbul’un son yıllardaki hızlı değişimi, kaybolan toplumsal belleği, bozulan tarihsel dokusu ve kontrol edilemeyen, ranta dayalı şehirleşmesi konuşuldu. Ahmet Hamdi Tanpınar’ı özel kılan ise Sinem Sal’ın belirttiği üzere eserlerinde 1940’larda kötü şehirleşme ihtimalini görmüş olmasıydı.
Tanpınar’ın o zamanlar işaret ettiği gerçeklerle Türkiye’nin yetmişlerde yüzleştiğini söyleyen Sinem Sal “değişen şehirlerle birlikte sözlüklerimiz de değişiyor” dedi. Aynı oturumda Engin Uçar “İstanbul’da köprüler olmasaydı nasıl bir şehir olurdu?” sorusunu sordu.
Köprüsüz İstanbul’u bugüne kadar hiç düşünmediğimizi ve bu ihtimalin ne kadar farklı bir şehir yaratacağı konuşuldu. Tüm festivale ve İstanbul’a dair benim sorum ise şuydu: Hayal etmeye devam etmek bir direniş biçimi olabilir miydi?
İSTANBUL’UN PARÇALANIŞI ONARILABİLİR Mİ?
‘Parçalanan İstanbul’ kimi yazara göre onarılamaz bir yıkım yaşarken, kimisi için İstanbul için hayal etmeye devam etmek bir görev ve sorumluluktu. Oya Baydar ve Feride Çetin’in oturumunda Oya Baydar şehre dair umutlarını yitirdiğini söylese de; gençlerin hayal etmeye devam etmesi gerektiğini, değişimle hayalin iç içe olduğunu ve şehre dair bir değişimin eğer mümkünse hayal ederek gerçekleşeceğini söyledi. Feride Çetin hayal etmenin mümkün olduğunu kısaca şöyle özetledi: “Neyse ki hala çocuklar var...”
‘ŞEHRE RUH ÜFLEYEN YAZARLAR’
Sinem Sal’ın parçalanan İstanbul’a dair umudu ise, hala dinamizmi ve değişimi şehrin kendi içinde barındırmasıydı. İstanbul her ne kadar zarar görse de; kendisini yazmaya, yazmaktan güç almaya ve yazarak mücadele etmeye teşvik ettiğini söyledi. Sadece edebiyatta değil; mimaride de İstanbul ve hayali anlatan Hikmet Temel Akarsu incelikten ve estetikten yoksunlaşan İstanbul’a değindi ve şehir yazarlarını şehre ruh üfleyen insanlar olarak betimledi.
Akarsu’nun betimlemesinden hareketle şehre ruh üfleyen yazarlar yazmaya devam ettikçe biz okurlar neyse ki ruhumuzu arındırmaya ve nefes almaya devam ediyoruz. Bu nedenle umut vardı ve İTEF gösterdi ki; edebiyat dünyanın tüm kötülüklere rağmen bizi diri tutmaya devam eden bir can damarıydı ve her şeye rağmen biz hayal etmeye devam edecektik.
YAZARLARIN ŞEHİLERİ
Festivaldeki en güzel anlar ise tüm yazarların farklı etkinliklerde kendi hayatlarından, kendi deneyimlerinden ve hayallerinden bahsettiği anlardı. Okuduğumuz yazarların neler yaşadığını, neleri hayal ederek yazdıklarını, hayatlarındaki ilginç anları duymak festivalin en içten anlarıydı.
Ertuğ Uçar’ın Antalya’sı, Sinem Sal’ın Ovacık hikayesi, Oya Baydar’ın sürgün zamanları, Feride Çetin’in yurtdışındayken yaşadığı eksiklik duygusu, Selçuk Aydemir’in babası, Melike İnci’nin hikayeler uyduran annesi, Aybike Ertürk’ün senaristlik günleri, Koray Sarıdoğan’ın İstanbul’dan uzak günleri festivalde güldüğümüz ve düşündüğümüz yalın anlardı.
Hepsi için yazmak farklı bir deneyim ve üretim süreciydi. Kimi zaman çıkmazlara girdikleri, pes etmeyi düşündükleri, tekrar ayağa kalkıp yola devam ettikleri zamanlar olmuştu ama her şeye rağmen yazmaktan güç, okumaktan keyif alıp yollarına devam etmişlerdi. Bunu başaran hayal kurmaya devam etmeleriydi belki de ve ne kadar yorulsak da; umut hep yüreklerdeydi.
İTEF İstanbul’dan bir meltem gibi esti geçti yaz akşamlarına “merhaba!” derken... İTEF ekibine en büyük teşekkür sebebi; edebiyatı sadece kitaplar ve okur-yazar ilişkisi olarak düşünüp yazar
söyleşilerinden ibaret bir etkinlik programı oluşturmamasıydı.
SANATIN HER DİSİPLİNİYLE TANPINAR FESTİVALİ
Edebiyatın birincil anlamının ötesinde müzik, performans, mimarlık gibi farklı alanlardan beslenen bir bakış açısı ile şekillenen interdisipliner bir festival tam olarak günümüz edebiyatının ve hayal kurmanın gereksinimiydi.