Süreyya Karacabey: Sanatın sesini kesemeyecekler!
İhraç edilen akademisyen Süreyya Karacabey ile konuştuk. Karacabey, yönetmelikleri anlattı.
Meltem Dağcı
Son yıllarda eksikliğini en çok duyduğumuz bir alan var. Kuşkusuz ki eğitimden bahsediyorum. Bu alanda iyileştirici adımlar atılması gerekirken tam tersi istikamete gidilen bir yolun haritası çiziliyor durmadan. Dini faaliyetlerin en çok teşvik edildiği kurumlar arasında okullar da dikkati çekiyor.
Güzel Sanatlar Fakültesi denildiğinde aklımıza ne geliyor hemen. Özel yetenekli öğrenciler, yetenek sınavı ve sanat elbette. 679 sayılı KHK ile Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nden ihraç edilen Öğretim Elemanı Doç. Dr. Süreyya Karacabey ile Güzel Sanatlar Eğitimi Yönetmeliği’nin kaldırılması ve sanata bakışı ile ilgili konuştuk.
Öncelikle geçmiş olsun demek istiyorum. KHK ile ihraç edilen birçok akademisyen arkadaşlarınız da oldu. Bununla ilgili söyleyecekleriniz nelerdir?
Kendi pimini çeken bir bomba gibi davranıyor devlet. Uzun sürelerde, yoğun emeklerlerle yetişen bu kadar çok nitelikli kadronun tasfiyesi ülke eğitimi açısından yıkıcı bir etkiye sahip olacaktır ve kamu hizmetinin gerekçesiz ya da absürd gerekçelerle tasfiyesi sadece işten alınanlara değil, o hizmeti alan çocuklara ve ailelerine de yapılan bir haksızlıktır. Bu kadar haksızlık onların ayağına dolanacak, dolanıyor da zaten.
Güzel Sanatlar Eğitimi Yönetmeliği yürürlükten kaldırıldı. Uygulamanın doğruluğu ne kadar tartışılır gün gibi ortada. Geri adım atılır mı bununla ilgili sizce? Ne olacak peki şimdi?
Sanat deyince ne yapacaklarını bilemeyen bir yönetim var karşımızda. Sanat eğitimini gereksiz gördükleri aşikârdır. Geri adım atacaklarını sanmıyorum ancak gençlerin ve ailelerin yoğun bir baskı örgütlemeleri halinde bir değişim ümidinden söz edilebilir ama dediğim gibi bu alanda düşünme biçimleri yaptıklarının çok ilerisinde bir radikallik içermekte: Olmasını istemiyorlar.
Yönetmeliğin kaldırılma amacı neydi sizce?
Yaptıkları hiçbir şeyin ehil bir elden, uzun düşünülmüş kararlardan çıkmadığı konusunda ortak bir kanaat yarattılar. Dolayısıyla yapıyorlar ve olduğunu sanıyorlar. Güzel sanatlar eğitimine neden gerek görülmüştü, bu uygulamanın getirileri nelerdi vesaire hiçbiri hakkında “olmasa da olur” dışında bir akla sahip olduklarını gerçekten ve ne yazık ki düşünmüyorum bile.
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders saatleri artırılırken sanat, felsefe gibi derslerin saatlerinin azaltılmasıyla öğrencileri neye teşvik etmiş oluyorlar?
Bu ülkeyi bu biçimde yönetebilmeleri için eleştirel düşünceyi bırakın düşüncenin bütün süreçlerine yabancı kitlelere ihtiyaçları var. Din cevaplar verir ve uyulmasını ister oysa felsefe ve sanat sorular sorar. Yaratıcı aklı geliştirir. Bu da en sevmedikleri insan türüdür. Aslında burada da aynı durum söz konusu, o dersleri de bütünüyle gereksiz görüyorlar. İnsan gelişiminin en verimli zamanlarına vurulan ideolojik bir darbe söz konusudur. Yeni bir kuşak biçimlemeye girişmiş durumdalar ki bu toplumsal formasyonun sonuçlarıyla şimdi bile karşı karşıyayız. Ezber bir aklın sorgusuz bir kabule yönelttiği insan sayısındaki artışla.
Sanata teşvik böyle mi olmalıdır?
Sanata teşvik gibi bir sorunları yok ki, ancak onların anladığı ve onlar için işlevsel durumlarda sanatın bir anlamı var.
Müzik, resim, edebiyat, tiyatro gibi sanat dallarının her birini gökkuşağına benzetiyorum. OHAL sebebiyle renklere de gölge düşürdüler. Kaldırım taşlarına inat filizlenen çiçekler vardır ki bize ümitsizliğe düşmememizi tekrar gösterir. Giderek çoğalır mı dersiniz bu çiçekler?
O kadar kolay değil işleri, insanlığın binlerce yıldır biriktirdiği şeyleri yok etmek, sanatı ortadan kaldırmak yani onları gerçekten çok aşar. Ama sıkıntı yaratırlar, ama sıkıntı yarattıkça da sanatçıya ilham verirler. Onlara rağmen, engellere rağmen renkler korunacaktır, zaten renk körü hepsi. Ben ümitsizliğe düşmüyorum.
Son olarak, sanata yapılan baskı ve sansürlerle ilgili neler eklemek istersiniz?
Sanat yapılan baskı ve sansürler gündelik uygulamanın bir parçası haline gelmiştir. En son Zer filmini sansürlediler, Torbalı’daki Demeter ve Persophene heykelini kaldırıp yerine Osmanlı tuğrası diktiler. Bu heykel ilçenin beş bin yıllık tarihinin simgesiydi. Nevrozda söylediği şarkılar yüzünden Denge Amara solisti cezaevinde, Roboski için oynadığı bir oyun yüzünden bir tiyatrocu içerde, Yeni Kapı tiyatrosunun kapısına kilit vurdular, Diyarbakır Şehir Tiyatrosu neredeyse tahliye edildi vesaire. O kadar çok örnek var ki, bunları ancak iki ciltlik bir kitapta yayınlayabiliriz.
Sanatı susturmaya çalışıyorlar, oradan çıkan sesi sevmiyorlar. Aslında kendi seslerinden başka sese tahammülleri yok ama üzgünüm bir sesimiz var ve ölene kadar çıkacak ve sesimizi nereden çıkaracağımızı kimseden öğrenecek değiliz. Koyu bir baskı her zaman tersini doğurur, kısa süreli sessizlik yanıltıcıdır, sanatın sesini kesemeyecekler diyorum.