Ebru Nihan Celkan: Paraya değil kültüre ihtiyacımız var

Yönetmen Ebru Nihan Celkan ile "Biraz Sen Biraz Ben" oyunu hakkında konuştuk. Celkan, "Oyun yazımıyla, yapısıyla, içeriğiyle, prova süreciyle, seyirciyle etkileşimiyle kadın dayanışmasına dair güçlü bir pratik üretiyor" dedi.

Google Haberlere Abone ol

“buluT Tiyatro”nun son oyunu “Biraz Sen Biraz Ben”i, oyunun yönetmeni Ebru Nihan Celkan ile konuştuk. Celkan’a, alternatif tiyatro yapan bir yönetmen olarak kaygılarını sorduğumuzda “Bir oyun yazarı olarak, yönetmen olarak, kadın olarak, insan olarak herkesle ortak kaygılarım var, lakin hepsini örselemeye yetecek umuda da sahibim” diyerek sorumuzu cevaplıyor.

soner1

'MERKEZİMİZ HİKÂYE'

“buluT’’ ne zaman kuruldu? Kimlerden oluşur?

buluT 2011 yılında kuruldu. Kurulmasında en önemli katkı Ayşe Gül Altınay’a ait. Hem buluT’un kurulması için hem de ilk oyunumuz Tetikçi’yi sahnelemem için cesaret verdi. Her aşamasında da farklı katkıları oldu. buluT’u oluşturan diğer isimler Özge Ertem, Özlem Karadağ ve Fatih Artvinli... Bugün aynı isimlerle yola devam ediyoruz. buluT; daha fazla ve çeşitli hikayeye ve oyun yazarına aynı zamanda ortak çalışmaya ihtiyacımız olduğunu düşünen insanlardan oluşuyor.

Merkeze metni ve hikâyeyi koyan, ağırlıklı çalışmasını oyun metni üzerinde yapan, dramaturgiye incelikli ve derinlikli yaklaşmayı ilke olarak kabul eden bir ekibiz. Farklı şehirlerden, farklı yaş gruplarından çok çeşitli, çok sesli oyunların çıkması için özellikle oyun yazarlığına ve metinlerin gelişimine katkı yapmak istiyoruz. Kurulduğumuzdan bu yana her yıl yeni bir oyun sahneledik. Sahnelediğimiz oyun sayısını arttırmak farklı şehirlere oyunları taşıyabilmek ve oyun yazarlığına insanları teşvik etmek istiyoruz. İçeriğin önemini arka plana atmadan bunu gerçekleştirmek buluT için önemli.

sonr2 .

Ödeneksiz tiyatro yapmanın zorlukları nelerdir?

Sadece tek bir zorluk yok, farklı farklı zorluklarla karşılaşıyoruz. Fakat bu zorluklar içinde sanırım üzerinde en fazla düşünmemiz gereken sürdürülebilirlik. Bir oyunu gerçekten yapmak istediğinizde bir şekilde çevrenizde insanlar bir araya geliyor ve el birliği ile hayata geçirebiliyorsunuz. Tabi ki çoğunlukla istediğiniz, hayal ettiğini prodüksiyon çizgisinde olmuyor. Yine de sahnede hayat bulabiliyor. Bu büyük oranda oyuna dahil olan her partnerin özverisiyle mümkün olabiliyor.

Sahne, asistanlar, sahne tasarımcıları, kostüm tasarımcıları, müzisyenler, oyuncular, yönetmenler, yazarlar, dramaturglar ve diğer tüm paydaşlar elinden gelen özveriyi gösteriyor ve bir oyunu hayata geçiriyor. Bir sonraki adım bu oyunu oynamaya devam edebilmek oluyor. Bunu da yapabiliyorsanız bu sefer oyunu farklı semtlerde, farklı şehirlerde hatta farklı ülkelerde oynamak daha fazla insanla buluşturmak istiyorsunuz. Dolayısıyla başlangıcından sürekliliğine, emek sahibi paydaşların ekonomik haklarına, oyunun farklı kesimlerle buluşmasına her bir adımda ödeneğin olmaması karşınıza çıkıyor.

Bir diğer sıkıntı ise planlama yapamıyor olmak. Ödeneklerin belli bir düzeni olsa biz de üretimlerimizi daha uzun vadeli planlayabiliriz.

Tiyatronun köklenmesi, yayılması ve sürdürülebilirliği için ödenek politikasına daha da geniş kapsam da bir kültür politikasına çok ihtiyacımız var.

'HER ŞEYİ ÖTELEYİP UMUDU SAHİPLENİYORUM'

Alternatif tiyatro yapan bir yazar ve yönetmen olarak gelecekle ilgili kaygılarınız nelerdir?

Tiyatroda kendi asli rolümü oyun yazarı olarak görüyorum ve daha fazla oyun yazarının hikâyelerini anlatmak için söz almasını çok istiyorum. Bir oyun yazarı olarak, yönetmen olarak, kadın olarak, insan olarak herkesle ortak kaygılarım var, lakin hepsini örselemeye yetecek umuda da sahibim. Bu umudun bir kısmı kendi ideallerimden kaynaklanıyor fakat diğer bir tarafı da kolektif çalışmak konusunda ısrarcı olan tiyatro insanlarından geliyor.

Üretme cesaretinin kırılması sanırım en derinden hissettiğim tedirginlik. Sanatın anlamsızlaştırılmasından bu anlamsızlığın üretimi durdurmasından çekiniyorum. Üretim devam ettikçe bir gelecek umudundan bahsedebiliriz. Dolayısıyla beni en çok sinizm ve statüko korkutuyor. Geri kalan kısımları el birliğiyle aşmaya çalışırız.

İstanbul’da sergilenen oyun sayısı her geçen gün artarken, seyirci sayısı da artış göstermekte… Seyircinin ilgisinin alternatif tiyatroya doğru kaymasının nesnel sebepleri nelerdir?

Bir şekilde seyirci bu alanlarda tiyatro yapma arzusunun ve ısrarının geçici olmadığını fark etti. Sahneler kapanıyor ve sahneler açılıyor. Üretim devam ediyor. Bu “oyuna devam” iradesi kendi seyircisini de çoğaltıyor. Diğer taraftan oyunların içeriklerine, dillerine, hikayelerine baktığımızda çeşitliliğin geniş yer bulduğunu görmek mümkün.

Çeşitlilik siyah ve beyaz olmak üzere bir çok konuda ayrıştırılmış insanlara nefes alma alanı açıyor. “Başka dünyalar var. Başka dünyalar mümkün.” sözü bu mekanlarda sahnelenen oyunlarda elle tutulur gözle görülür bir hale geliyor. Mekanların kendileri birer rahat nefes alma alanına dönüşmüş durumda. Bunun da etkisi olduğunu düşünüyorum.

“Biraz Sen Biraz Ben’’ neyi anlatıyor? Neden bu metni tercih ettiniz?

Yaklaşık iki senedir Notos Atölye’de oyun yazarlığı atölyeleri yapıyorum. Şimdiye kadar üç dönem tamamladık. Bu atölyeleri yaparken temelde amacım insanları hikayelerini yazmak konusunda cesaretlendirmek ve onlara bu yolculukta bir süre eşlik etmek. “Biraz Sen Biraz Ben” Notos Atölye ilk dönem katılımcımız Çiyil Kurtuluş’un atölye süresince şekillendirdiği bir oyun. İlk sahne atölyede okunduğunda eğer oyun tamamlanırsa çok heyecan verici bir iş çıkacağını düşünmüş bunu yazara söylemiştim. O okuma sadece beni değil o gün atölye katılımcısı olan diğer yazar adaylarını da heyecanlandırmıştı.

Sonrasında da bu heyecanı paylaşmaya devam ettik. Metni benim için ve buluT için çekici kılan bir kaç önemli nokta vardı. buluT yaptığı oyunlarda birbirimizi anlamanın, karşılaşmaların, özeleştirinin, diyaloğun önemine vurgu yapmayı amaçlıyor ve her birimizin uzlaşma kültürünü oluşturmak, empatiyi güçlendirmek için katkısının kıymetli olduğuna inanıyor. Oyun bu anlamda hayatın olağan akışında karşılaşmaları çok imkan dahilinde görünmeyen iki kadının karşılaşmasıyla ilgili.

Oyunda bu karşılaşma önce çatışmayı sonra güçlü bir diyaloğu sonunda ise diyalogla beraber değişimi beraberinde getiriyor. Eğer birbirimize emek vermeyi denersek çatışma alanlarımızdan daha fazla ve güçlü dayanışma alanları bulabileceğimizi bize hatırlatan bir metin.

snr12 .

Oyunun birkaç kavram üzerine seyirciyi düşünmeye teşvik ettiğini düşünüyorum. Bunlardan ilki; ‘’aile’’… ‘’Aile’’ olabilmenin esaslarına dair, Ayça Damgacı’nın oynadığı karakterin kafasında belirli prototipleri var. “Öteki”nin, “aile” mefhumuna dair alması gereken tavır sizce nedir?

Bu oyunda sürekli yer değiştiren ve sonunda oyunun gerçekliğinde ortadan kaybolan bir “öteki” durumu var ya da her iki kadının yaptıkları seçimlerle “öteki” olmaktan imtina etmemeleri de diyebiliriz. “Aile” dediğimizden ne anladığımızla ilgili olarak alacağımız tutum da değişiklik gösterecektir. Karakter için de böyle oluyor. Oyun süresince kadın olmayı, aile olmayı sürekli kendi içlerinde de sorguluyorlar. Her iki kadın da keskin düşüncelerini tekrar gözden geçiriyorlar ve şunu fark ediyorlar bu çizgileri tekrarlanmaktan kalınlaşmış, anlamı boşalmış bir ezberi tekrar etmektense yeni bir keşif yapma ihtimali var. Hem karakterler için hem oyunu izleyen seyirci için.

Bizi mutsuz eden, çaresiz hissettiren, hareketsiz kılan her bir kavramı tartışmaya açıp kendi özgür irademiz için alan yaratabiliriz. Oyundaki karşılaşma her iki kadın için de buna imkan yaratan anlardan biri. Tüm saflığıyla kendi özgür irademizi ve seçimlerimizi bulmak için umarım hepimiz böyle karşılaşmalar yaşarız.

Oyunda “Buse”nin eşcinsellerin sahnedeki varlığı ile ilgili sarf ettiği repliği fazlasıyla kıymet taşıyor. İlkçağlardan günümüze tiyatronun evrimini düşündüğümüzde, yönelimlerin temsiline dair, özellikle Türkiye Tiyatrosu’nda gerçeğe yaklaşıldığını düşünür müsünüz?

Bu soruya kendi deneyimimden yola çıkarak cevap vermek daha gerçekçi olur sanırım... bir genelleme için oldukça geniş bir kapsam. LGBTİ+ bireylerin tiyatroda ya da diğer sanat alanlarında temsilinin sayıca artması önemli. Türkiye’de bir artıştan söz etmek mümkün. Diğer taraftan sayıların önemini daha kıymetli hale getirecek başlık LGBTİ+ karakterlerin içeriği ve temsil üslupları. Hayatın olağan akışı içinde tüm cinsel yönelimlerin varlığını kabul eden içerikler ve temsiller arttıkça gerçeğe yaklaşmış olacağız. Bu konunun tiyatro açısından bir diğer önemli tarafı ise LGBTİ+ oyuncuların sahnelerde çoğalması. Sadece LGBTİ+ karakterlerin yazılması değil aynı zamanda farklı rollerde de LGBTİ+ oyuncuları sahnede görmek normalleşmeye bizi bir adım daha yaklaştıracak.

'BİRLİKTE GÜÇLENMENİN ÖNEMİNİ VURGULADIK'

Oyunun yazarını, yönetmenini ve oyuncularını düşündüğümüzde feminist bir üretim yapısını yansıttığınız görülüyor. “Biraz Ben, Biraz Sen”in kadın dayanışmasına dair güçlü bir söylem ürettiği söylenebilir mi?

İdealize ettiğinizi hayata geçirmek, teoriyi pratiğe tahvil etmek, sözü eylemle sonuçlandırmak... Hangisini seçerseniz. Oyun yazımıyla, yapısıyla, içeriğiyle, prova süreciyle, seyirciyle etkileşimiyle kadın dayanışmasına dair güçlü bir pratik üretiyor. Seyirci nazarında ise onların deyimiyle kocaman bir soru ortaya atıyor “Aynısı benim başıma gelse ben ne yaparım?” “Biraz Sen Biraz Ben” kadın dayanışmasını ve birlikte güçlenmenin önemini vurgularken, erkek egemen dünyanın pratiğinin tersine sizi keskin kesin sonuçlara mahkum etmiyor. Üzerinde düşünebileceğiniz sorularla baş başa bırakıyor. Sanırım kadınların yönettiği bir dünyanın farklı olacağına dair güçlü söylem tam da bu noktada sağlam bir pratiğe dönüşüyor. Hem oyunu hayata geçirenler hem de seyirci için...

Nerde, hangi günlerde oynuyorsunuz?

Bu sezon Kadıköy Emek İstanbul oyunlarını tamamladık. Haziran’da İzmir turnemiz olacak. Gelecek sezon oyunu farklı mekânlarda ve şehirlerde oynamaya devam edeceğiz.