Tanıl Bora: Siyasal'a borcumu ödemek için yazdım
Tanıl Bora, geçtiğimiz aylarda yayımlanan kitabı Cereyanlar için düzenlenen bir söyleşiye katıldı. Salt Galata'da gerçekleşen söyleşide Bora'ya Mehmet Ö. Alkan eşlik etti.
Tanıl Bora'yı nasıl tanımlamak gerekir bilemiyorum. Yalnız onunla ilgili şu ifadeleri kullanmak yerinde olacaktır: Türkiye'nin düşün dünyasına önemli katkılar vermiş ve vermeye devam eden, sade, alçakgönüllü, mütevazı, istikrarlı ve en önemlisi çalışkan bir entelektüel. Burada kişi güzellemesi yapmaktan çok, hakikati söylemek ve bir olguyu ortaya koymak gerekiyor. Hatta kendi özeleştirisini verebilme dürüstlüğünü de eklemek, Tanıl Bora'yı anlatmak adına yeterli olacaktır.
Bora, uzun yıllardır üzerinde çalıştığı Türkiye Sağı ile ilgili akademiye ve düşünce dünyasına birçok katkı vermiş durumda. Bu konuyla ilgili pek çok yazısı ve kitabı bulunmakta. Mart ayında İletişim Yayınları tarafından yayımlanan 'Cereyanlar' adlı kitap, Türkiye'deki Siyasi İdeolojiler'i ayrıntısıyla tasnif ediyor. Türkiye'nin düşün dünyasına bu kıymetli katkıyı yapan Bora, kitabıyla da birçok araştırmacı, akademisyen ve öğrenciye faydalanmaları için ışık tutuyor, çalışmalarını kolaylaştırıyor.
Böyle önem arz eden bir çalışmayı gözardı etmek mümkün olmadığı için, geçen hafta Cumartesi günü Salt Galata tarafından Tanıl Bora ve İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Mehmet Ö. Alkan'ın katıldığı, Bora'nın 'Cereyanlar' adlı kitabının söyleşisi düzenlendi. Tanıl Bora hem Türkiye düşün dünyası hem de makro perspektiften ideolojilerin genel zihniyet yapısını anlattı. Mehmet Ö. Alkan'ın ve seyircilerin sorularıyla derinleşen söyleşi, birçok insana farklı bakış açısı kazandırabileceğini gösterdi. Yaptığı tespitler, ince ayrıntılara verdiği önemle geleceğe ışık tutabilecek bir alanın varlığını da kanıtlamış oldu.
BİR DÜŞÜNCE TARİHÇİSİ
Söyleşinin girişinde Mehmet Ö. Alkan, Tanıl Bora'nın Türkiye'ye kazandırdığı bu çalışmanın 'opus magnum' niteliğinde olduğunu söyleyerek sözlerine başladı. Kendi kuşağının entelektüel anlamda öncüsü olduğunu belirten Alkan, yeşiller kavramı daha konuşulmazken Bora'nın bu konuya eğildiğini ifade etti. Alkan 'Cereyanlar' kitabı için, “Bu kitap dipnotlu bir araştırma değil. Bu bir entelektüel eser. Değerlendirme, analiz diyebiliriz. Kitabı Türkiye'nin hem sosyolojik verilerini hem siyasal değişimini hem de dünyadaki konjonktürel değişimini ele alarak akımları, ideolojileri değerlendirdiğini görebiliriz. Bunu bir metodoloji kitabı olarak da değerlendirmelerini isterim. Tanıl Bora bu kitabıyla aslında bugünün Türkiyesi'ni, insanını, ideolojisini ve akımlarını anlamaya çalışıyor. Bu bağlamda, düşünce tarihçiliğini yapıyor. O, kavramın ve ideolojinin geçmişine bakıyor. Noktası konmuş bir çalışma değil, soruları devam ettiren birçok çalışmaya kapıyı aralayacak bir başlangıç olarak değerlendirilebilir” dedi.
İlk dakikasından son dakikasına kadar katılımcıların da dahil olduğu bir söyleşi gerçekleşti. Söyleşi interaktif bir şekilde ilerlediği için, Bora'nın kitabıyla ilgili birçok şey de öğrenilmiş oldu. Sorularla genişleyen konuşma, farklı derinliklere doğru sürüklendi ve Bora'nın katman katman olan düşünce zihniyetinin izlekleri takip edildi. Kitabın arkasındaki güncel duyguyu aktaran Bora, “Bu kitapta Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin (Ankara Üniversitesi SBF) payı var. Biz Mete Tunçay'a hayran olarak yetiştik. Mete Hoca biz ona hayran olurken üniversiteden 1980 darbesi sonrasında atılmıştı. Bugün de iki haneli rakamlarla ifade edilecek sayıda arkadaşım atıldı. Ben de 15 yıldır verdiğim dersi bıraktım. Artık fakülte bana çok yabancı hale geldi. Okulun içi boşaldı. Üniversitenin içi boşaldı. SBF de en büyük darbeyi yiyenlerden biri. Böyle bir yükü var. Kitabı bitirdiğimde hem Mete Hocaya, hem öğrencilere, hem mektebe, hem de arkadaşlarıma borcumu ödemek istedim. Hatta bu çalışmayı akademisyen arkadaşlarımın ördüğü koza içinde yapabildim” diye ifade etti.
'Cereyanlar' kitabında milliyetçiliğe geniş bir yer ayırmış Bora. Bunun nedenini de şöyle açıkladı: “Türkiye'de milliyetçilik çok yer kaplıyor. Resmi ideolojiden hem etnosantrik bir geçiş var, hem de örtüşmeyen yerleri var. Bu konu ayrıntısıyla incenlemeyi hak ediyor. Bir taraftan da çok uzun süre MHP ve ülkücü ideoloji ile uğraştım için geniş yer verdim.” Aktüel siyaseti konuşmak yerine daha çok eskiye, köklere gitmeyi, devamlılıklara bakmayı tercih eden Bora, zihniyet kavramına değinerek şunu söyledi, “Zihniyet yüzyıllar boyunca değişmeyen çok güçlü ideolojik unsurları ve kavramları ifade eder. Rejim veya çağ değişse de mutasyona uğrayarak, örüntüleri gösterir. Kitap bu zihniyet kavramı üzerinden süreklilik ve kopuşlara eğiliyor.”
'SOL'DA BİRİKEMEME SORUNU VAR'
Türkiye'deki sol ile ilgili de çok değerli tespitler yapan Bora, “Sol'da birikimeme meselesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Aslında bu durum bütün cereyanlarla ilgili. Düşünsel devamlılığın olmaması, siyasal devamlılıkların güçlü düşünsel içerikleri taşıyamaması, kah mitleştirmeyle, kah iç husumetin yoğun olmasıyla açıklayabileceğimiz bir durum. Gerçekten biriken, kendini geliştiren ve üzerine düşünen fikriyatın kısırlığını kabul etmemiz gerekiyor. Gerçek anlamda fikir, kendisi üzerine düşünen, kendisine katlanabilen, kendisini süzebilen ve üretebilen düşüncedir. Bu bakımdan hakikaten göreceli bir zayıflığımızın olduğunu düşünüyorum. Sol'un bu konuyla ilgili en hassas ve bereketli olması gerekirken, zaaflarının olduğunu düşünüyorum. İdeolojiyi küçümsemek için söylemiyorum. İdeolojisiz bir şey yok. Her şey en sonunda ideolojilerle kendini yeniden üretiyor. Fakat ideolojilerin popülerleşmesini, siyasallaşmasını sağlayan güçlü düşünsel içeriklere özenmeyle ilgili bir durum. Diğer ideolojiler açısından o kadar önemli olmayabilir ama Sol'un bu zaafının olduğunu düşünüyorum. Üzerine daha fazla titremesi gerek. Her kuşakta yeniden keşfetmek zorunda kalmak, yeniden tanımlamaktan bahsetmiyorum. Gerçek teorik ve politik tartışmalardan çok, daha fazla husumet ve demogojiye enerji ayırıldığını düşünüyorum.”
Bora, 'Türkiye'de giderek kuvvetlenmiş İslamcılık akımı ve tarihi var. Uluslararası düzeyde önem ifade eden, kitapları çevrilmiş İslamcı bir düşünür var mı? Yok! Bu durum bize bir şey söylüyor. Ayrıca Türkiye kökenli düşünsel üretimin dünya çapında önem kazanmaması oryantalist bir tepkiden, önyargılardan kaynaklanıyor olabilir mi, sorusu da sorgulanmaya değer diye düşünüyorum. Akademide görüldüğü gibi 'siz Türkiye çalışın, ve onun üzerine yorum yapın. Evrensel fikriyat üzerine, teorik argümanlar söylemek sizin işiniz değildir' gibi bir bakışın, Türkiye kaynaklı düşünsel üretimin dünya çapında önemli olmaktan alıkoyan bir yanı var mı, sorusu da çok önemli. Buna bağlı başka bir konu ise, özellikle sola dönük bir tepki olarak 'nakilcilik'ten çok bahsedilir. Sağın sola dönük çok severek ve bayıla bayıla kullandığı hükümlerden biri odur. 'Sol nakilci bir düşüncedir, yerli değildir, çeviridir' derler. Hatta kötü tercümedir de derler. Türkiye kaynaklı olmayan düşüncenin bayiliğini yapmak büsbütün değersiz midir, sorusu da tartışmaya açık. Türkiye'de, dünya çapında bir yere gelmiş önemli düşüncelerin bayiliğini layıkıyla yapmış kimler var, sorusu da sorulmalıdır. Mesela Mustafa Şekip Tunç'un düşüncelerini yaymasını, çevirmesini ve özetlemesini gösterebiliriz” diye zihin açıcı sorularla konuşmasına devam etti.
İSLAMCILIK DA BİR ZAMANLAR DIŞ KAYNAKLI BİR CEREYANDI
Siyasi akımlarla ilgili konuşan Bora, “Bütün siyasi akımları kesen karakteristiklerden söz edilebilir. Bunları bir ölçüde zihniyet dediğimiz yapılarla saptayabiliriz. Bunu da çok abartmamak gerektiğini düşünüyorum. Abartılınca kahve sohbetine meyleden muazzam genellemelere savrulma tehlikesi vardır. Düşünceye araçsalcı ve faydacı bir gözle bakmanın çok güçlü karakteristik olduğunu düşünüyorum. Hepsi böyledir demiyorum kesinlikle” diye vurguladı.
Türkiye'de iç ve dış ayrışması ile ilgili soruya da, Bora şu şekilde cevap verdi: “Her şeyden önce ideolojik istismara çok elverişli. Özellikle sağdan sol için en fazla kullanılan ithamlardan biri de budur. Dış kaynaklı, yabancı düşünce ve cereyanlar, on yıllarca korkutucu bir şekilde bizzat düşünceyi gayri meşrulaştırıcı etkenler olarak ifade edildi. 60'lı yıllarda İslamcılık da özellikle sağ camiada dış kaynaklı bir cereyan olarak değerlendirilmişti. Ki o dönemde İslamcılık'ta da muazzam bir çeviri furyasıyla canlanmıştı. Dış kaynaklı olma ithamına maruz kalmıştı. Dünya bağlamında çeviriler olmadan düşünemezsiniz. Bunu araçsal bir bakışla manipülasyon gibi düşünmenin çok yanıltıcı olduğunu düşünüyorum. Toplamda iç ve dış ayrımına ehemmiyet vermeyip, zamanın ruhu içinde düşünmek daha doğru olur kanısındayım.”
Kitapta yer alan feminizm konusuyla ilgili olarak da Bora, 'Modern Türkiye siyasi düşüncesinin içinde ihmal edilmiş bir başlıktı. Aslında baştan planlayarak değil, akış içinde göreceli olarak en kalın bölüm oldu. Bu sadece meşhur pozitif ayrımcılıktan kaynaklanmıyor. Daha ziyade bütünlüklü bir şekilde, yüz kusur yıllık hikâyeyi baştan sona anlatmak bana yeni deneme gibi geldi. Diyebilirim ki, en çok hevesle uğraştığım bölüm oldu” diye konuştu.
Tanıl Bora: Düşünmek aynı zamanda dert etmektir
'AŞIRILIK' DEMEK YERİNE RADİKAL DEMEYİ TERCİH EDİYORUM'
İdeolojilerle ilgili bir soruya Bora, “İdeolojiler zaten akademik ortamda canlanmaz. İdeolojiler ölmez. İdeoloji dediğiniz dünyaya nasıl baktığımız, kendimizi nasıl konumlandırdığımız ve güdülendirdiğimiz ile ilgili bütün donanımız aslında. Belirli arzularla, önyargılarla ve tepkilerle davranmak ideolojik tutumumuzu belirler. İdeolojilerle fikir sistemleri arasında ya da ideolojilerle daha bütünlüklü bir dünya tasarımı ortaya koyan düşülmüş ve düşülmeye devam eden düşünce sistemleri arasındaki bağ çok gevşeyebilir. İdeolojiler neredeyse güdüsel hale gelmiş, sadece kimliklerimizle, algıladığımız dar çıkarlarımızla, sadece dünyada ve memlekette hapsedildiğimiz dar konumdan ibaret tepkilerden oluşabilir. Bu insan açısından iyi bir şey değil elbet. Onun için ideolojilerle, dünya ve toplum tasarımları, hedefleri, ütopyaları ve programları arasında sahici bir bağ kurmaya çalışmak bizi özgürleştirir. Ve siyaseti de anlamlı bir faaliyet haline getirir. Anlık irkilmelerle tutum almak, kuşkusuz insanca bir şeydir ama kimliklerle güdüsel hale getirilmiş varoluşalara tıkanmaktan bizi çıkaracak, başka bir şey istemeyi ve düşünmeyi mümkün kılacak bir anlam kazanırsa ideolojik tutumuz güçlenir” diye ifade etti.
Aşırılık kavramını ilgili bir soruya ise Bora, “Aşırı kavramını kullanmayı tercih etmiyorum. Çünkü aşırı uçlar teriminden bildiğimiz imaları nedeniyle hoşlanmıyorum. Radikal demeyi tercih ediyorum. Rahatsız olduğum şey, aşırı damgası vurmakla herhangi bir ideolojinin, ideolojik arayışın, herhangi bir fikriyatın derinleşmesi ve kendi mantıki uç noktasına doğru evrilmesi, yani radikalliğinin törpülenmesi bizzat herhangi bir radikalizmin günah gibi görülmesini ima ediyor. Aşırılığın derinleşmemiş, sağlam temellere oturmamış bir zorlamayı ifade etmesi gibi bir anlamı da olabilir. İyi temellenmemiş, nüfuz etmemiş yüzeysel bir zorlama anlamında aşırılık iyi gelmez. Dünyada ve memleketimizdeki olayları bu şekilde açıklamayabileceğimizi düşünmüyorum” diyerek cevap verdi.
'VAZGEÇSEM DE, SÜLEYMAN DEMİREL'İN BİYOGRAFİSİNİ YAZMAYI İSTİYORUM'
Tanıl Bora'nın biyografileri sevdiğini söylemeye gerek yok sanırım. Bu konuyla ilgili olarak da, “Biyografilerin, sadece Batı'ya değil, Doğu'ya oranla da ihmal edildiğini düşünüyorum. Genel olarak, Türkiye'yi sadece Batı'yla kıyas ederek eksiklerine, kelekliklerine dikkat çekmek daha alışılmış bir tutumdur. Doğu'ya bakmanın bize çok şey öğreteceğini düşünüyorum. Türkiye'yi Çin, Japonya, Hindistan ve İran ile mukayese ettiğimizde bizi çok şaşırtacak şeyler görüyoruz. Türkiye'de neden entelektüel siyasi biyografi gerçekten görece kıt sorusu mutlaka irdelenmeli. Belki bir hesaplaşma ve yüzleşme sorununun çok yönlü bir hesaplaşma ve yüzleşmenin varlığı ve oluşturduğu birikmiş yüzleşme açığı, genel olarak biyografiye kendi evveliyatına önem verdiği birisinin hayatına bakarken, daha sansürcü ve özellikle de yüceltmeyi seven bir bakışı güçlendiriyor. Bunun etkisi olabilir. Kuşkusuz evrak eksikliğinin de etkisi vardır. Ayırca şu an vazgeçsem de, ben hâlâ Süleyman Demirel biyografisini yazmakla yanıp tutuşmaktayım. Şu an kimin biyografisini yazacağımın cevabını henüz bulamıyorum. Bir dönem ve hareket hakkında bir çalışma yapmanın da daha bereketli olabileceğini düşünüyorum. Putin'in biyografisini okudum. Sonra da en çok 'sevdiğim' diktatör Tito'yu okudum” diye açıkladı.
'BİRBİRİNİ AÇIĞA DÜŞÜRMEK İÇİN YAPILAN POLEMİKLER YARARLI OLMAZ'
Polemik kavramı üzerinden gelen bir soruyu cevaplayan Bora, “Polemik malum, zevklidir. Kendini salt polemik üzerinden ifade eden çok düşünce insanı, yazar ve politikacı vardır. Hem o tartışmaya tanık olanlar için hem de bizzat katılımcıları için polemik gerçekten ileriye götürücü ve bereketli olabilir. Burada yaratıcı bir polemik, aynı düşünsel dünyayı ve kavramsal düşünceyi paylaşanlar arasında olur. Zamanında TV'lerdeki eğlenecelerde birbirini açığa düşürmek için yapılan polemikler yararlı olmaz. Oradan düşünce ilerlemez. Hakikaten birbirini ikna etme potansiyeli taşıyan bir tartışma ileriye götürebilir. Ya da birbirine hasım olan politik tutumların belirli bir erdemle, belden aşağı vurmadan, hasımlarını zayıf yerinden değil de, güçlü yerlerinden kabul ederek ayrımlarını koyabildikleri bir tartışma ileri götürür. Mesela Ahmet Ağaoğlu tartışmalarında bu tarz polemikler bulunabilir.Ayrıca polemik etikten yoksun olarak yapıldığında kazanana da fayda sağlamayabilir. Yakın zamanlar için çok daha iyi bir şeyler söylemek anlamlı olmayacaktır” diye konuştu.
Günümüzdeki siyasi açmazla ilgili soruya de değinen Bora, “Bugün pek çok siyaset bilimsel kavram, siyasal yapı ihtiyaca cevap verememekte, tam açıklanamayarak bir şekilde eksik kalmakla ilgili bir zaafla malul. Tarihsel bir değişim ve çalkalanma döneminden de geçiyoruz. Mevcut çerçevelerin kolay teşhislerle geçiştirilemeyen dünya zamanındayız. Belki tam tersine daha kopuşçu, mirasını unutan değil, ama bu zamanda daha yeniyi tanımlayan açık bir zihine ihtiyacımız var. Mitolojizm ve nostaljizimden uzak durmalıyız. Belki bu 'izm'ler teselli sağlayabilir. Araçsallaştırmadan mirasa bakmak, miras sandığını kucalamak yine de bir ilham verir. Ama yenilikçi zihinle bakarsak ilhamı alabiliriz belki” diyerek yeni bir oluşuma ihtiyaç olduğunu belirtti.
Son olarak da, referandumda çıkan yüzde 50'lik ayrışma ile ilgili soruya Bora, “Ben her iki yüzde 50'yi de sabit görmüyorum. Her ikisi de değişken. Önemli olan hem kapsayıcı, hem ikna edici, hem de seferber edici bir halk tarifine ihtiyaç var. Yan yana durması çok zor olanlar da, bir çatı altında daha çok birbirinden haberdar olmalı. Kendi dilini başka dillere tercüme etme yeteneğini kazandığı bir deneyimine ihtiyaç var. Bu deneyimle günümüzdeki sorunun aşılabileceğini düşünüyorum” diye cevap vererek konuşmasını sonlandırdı.