Barış Yücedağ: Yönetmen olmak istediğim söylenemez
Oyunun yazarı ve yönetmen Barış Yücedağ ile 'Aynı Şeylerin Oyunu' hakkında konuştuk. Yücedağ, "Ben yönetmen değilim, olmak istediğimde söylenemez" dedi.
DUVAR - Kabile Sahne’nin son oyunu Aynı Şeylerin Oyunu'nu, oyunun yazarı ve yönetmeni Barış Yücedağ ile konuştuk. Yücedağ’dan ödeneksiz tiyatro yapmanın ve günümüz tiyatro anlayışının ne kadar “alternatif” olduğuna dair edindiği deneyimleri dinledik. Oyunu tarif etmesini istediğimizde, “Aynı Şeylerin Oyunu, çiftler arasındaki ayrılığı anlatıyor fakat bunu biraz romantizme nanik yaparak, kendi içindeki güzellikleriyle anlatıyor” dedi.
“Kabile Sahne” ne zaman kuruldu, kimlerden oluşur?
Kabile, on yılı aşkın bir süredir sirk, dans ve performans sanatları alanında üreten bir ekip... Biz de bu ekibin içinden doğduk ve “Kabile Sahne” adını aldık. Zaman zaman iki ekip birbirinin etinden sütünden yararlanır hale geldi ve ortaya güzel bir imece çıktı. “Kabile Sahne”nin temelleri Mahir (Akgündoğdu) ile birlikte okul yıllarındaki fikir teatilerinde atıldı. İstiklal’deki atölyeyi küçük bir sahneye dönüştürdük ve orada üretmeye devam ediyoruz.
Ödeneksiz tiyatro yapmanın zorlukları nelerdir?
Ödeneksiz olması... Bunun dışında bir sorunumuz yok fakat işler tıkırında da gidiyor diyemem. Biraz ite ite gidiyor. Heveslendiğimiz kıyafeti alamadığımız olmadı, olmuşsa da bilmiyorum bana söylesinler. Biz genelde yaptığımız işin sessizliğini ve sükûneti seven insanlarız, oyun çıkardığımızı bile duymazlar “aa ne ara yaptınız?”ı duymayı seviyoruz. Fakat bazen kostümün, ışığın, dekorun ya da herhangi bir iğnemsi bir meselenin muhasebe duvarına toslaması ya da bu toslama ihtimalinin telaşı biraz sükûnetimizi bozuyor. İçeride serin serin çalışırken birden afakanlar basabiliyor ama sorun değil, zor da olsa arayınca buluyoruz.
'BEN YÖNETMEN DEĞİLİM OLMAK İSTEDİĞİM DE SÖYLENEMEZ'
Alternatif tiyatro yapan bir yönetmen olarak gelecekle ilgili kaygılarınız nelerdir?
Öncelikle ben yönetmen değilim, olmak istediğim de söylenemez. Ben oyun yazmayı seviyorum, yazdığım oyunlarımı paylaştığım arkadaşlarımla kurduğum ve sürdürdüğüm tiyatroda işleri kolaylaştırmak adına rejinin de sorumluluğunu alıyorum.
Kaygılarımın başında bugün İstanbul’da ya da Türkiye’nin herhangi bir yerinde sergilenen bir oyunun arşivlenmemesi geliyor. Bir on yıl sonra bugüne baktığımızda 2017’nin yerli metinlerini bulmakta zorlanacağımızı düşünüyorum. Bu korkunç bir şey... Tiyatro güzel, seyirci geliyor ama ilerlemeyen, devretmeyen bir tiyatro var. Bundan beş sene öncesinin metinlerini bir araştırmayı deneyin, yazardan istemediğiniz sürece çok zor, ki o yazarın bilgisayarı bozulmuş olabilir.
Ülke şartları vs. demeyeceğim ama tiyatro ya da benzeri disiplinler zaten böyle şeylerin içinde pişer, bunlara itiraz eder. Birçok güzel şey, başka bir kötüye itirazdan doğmuştur. Fakat beni/bizi üretmekten çekmeye çalışan bir iktidar var diyebilirim. Utanmasa -ki utanmıyor- aklına gelse evlerimize, prova ettiğimiz atölyelerimize gelecek, kalemlerimizi kıracak ağabeyler tarafından yönetiliyoruz. Bunlara rağmen hala çoğuz ve farklılıklarımızla birbirimizi tamamlıyoruz, İstanbul’da var olan bütün tiyatrolar birbirinden habersiz de olsa bunu yapıyor.
İstanbul’da sergilenen oyun sayısı her geçen gün artarken, seyirci sayısı da artış göstermekte… Seyircinin ilgisinin alternatif tiyatroya doğru kaymasının nesnel sebepleri nelerdir?
Alternatif ya da değil ilginin tiyatroya kayması ya da ilginin tiyatroda kalması kâfi... Bu ayrım biraz beni kaşındırıyor, biz en fazla yaptığımız mekanlardan ötürü alternatif olabiliriz fakat onun dışında kime alternatifiz bilmiyorum. Bizim oyunlar herhangi bir ödenekli ya da büyük sahnede oynandığında ne olacak? Hemen alternatif olmayan tiyatro mu olacağız kestiremiyorum. Aslında seyircinin ilgisinin de bir yere kaydığı yok, kayan bir ilgi varsa tiyatroya değil bence Youtube’a kaydı.
Bugün eski/yeni fark etmez bir tiyatro oyununun tamamı Youtube’a konduğunda en aşağı 100 bin izlenmesi oluyor. Bu beni heyecanlandırıyor, çünkü seyircim o 100 binin içinde, o zaman onu oynadığım sahneye çekecek bir şeyler yapmalıyım diyorum. Çünkü hali hazırda var olan ve oyun gezen seyirciden başka bir seyirci var. Eskinin Devekuşu Kabare’sini hıncahınç dolduranlar veya onların çocukları şimdi Youtube’ta yine o oyunları izliyor. Bence seyirci sayısı İstanbul gibi bir kente göre çok az, kötü durumda değiliz ama şahsen daha fazlası neden olmasın diyorum.
'KADINA YAPILAN BASKI BENİ HEP GICIK ETMİŞTİR'
Aynı Şeylerin Oyunu neyi anlatıyor? Neden bu metni tercih ettiniz?
Aynı Şeylerin Oyunu çiftler arasındaki ayrılığı anlatıyor fakat bunu biraz romantizme nanik yaparak kendi içindeki güzellikleriyle anlatıyor. Boşanma süreçlerinde kadına yapılan baskı beni hep gıcık etmiştir, ben de boşanmış bir annenin evladıyım. En çok da kötüyü idare etmesi, katlanması üzerine yapılan öneriler, buralarda aslında herkese ama daha çok kadına kötünün iyisini seçmeye teşvik eden bir anlayış var. “O şeyleri de es geçmeden ve bir şeyleri çok da abartmadan bir ayrılığı anlatıyor “diyebilirim.
Biz 3 yıldır var olan gündemi kendimizinkiyle yoğurarak bir şeyler üretme çabasındayız. Kendi gündeliğimiz konuştuğumuz bir şey haline gelmişti bu tip dağılmalar… Önce çilesini sonra komiğini görmek, birbirimizin o yönünü de görmek eğlendirdi bizi. Ve bizim bütün oyunlarımızda, biz oyunda ve provada ne konuşup neyi tartıştıysak, seyirci de onu konuştu, tartıştı. Biraz gülsek onlar da güler herhalde diyerek bayağılaşmadan evde kendi komedimizi yaptık.
Oyun, klişe olarak bilinegelen bir durumu, çok farklı –eğlenceli, şarkılı- türkülü, hüzünlü, melodramatik- bir şekilde anlatıyor. Oyunu yazarken, kafanızda canlanan janr neydi? Siz oyunun yazarı ve yönetmeni olarak nasıl tanımlarsanız oyunu?
İşimize gelen her şeyi kendi lehimize çevirerek kullandığımız bir oyun olarak tanımlayabiliriz. Sadece ben değil arkadaşlarım da böyle tanımlayabilir. Oyunu bir karşılaşmayı düşünerek yazdım, ne kadar süre olduğunu önemi yok ama “biz yıllar sonra” diyelim. Yıllar sonra bir araya gelmiş bir çifte sanki Tanrı bir şans vermiş: “Alın bakın, siz bunları yaşadınız. Zamanı da istediğiniz gibi bükebilirsiniz, gidin gelin” demiş gibi ilerledim hep yazarken. Bu zamansal atlamalar oyunda şık bir motif oldu fakat oyunu bunun üzerinden değil “Aslında bu kadar basit”in üzerinden kurmayı tercih ettim. Aynı şeyleri kendi dilimizden kendi ritmimizle anlattığımız bir oyun oldu.
Bir de oyun kendini çağırdı. Üniversitenin ilk senesinden beri hatta hiç memnun olmayarak yazdığım benzeri bir metinden doğdu. O metin birkaç kere değişti, birkaç tiyatronun kıyısından döndü. O metinden vazgeçip yeni bir şeyin derdi düşünce Aynı Şeylerin Oyunu doğdu.
Oyunda, ciddi bir ışık tasarımı da yapıldığı görülüyor. Pek çok sahne, olduğundan daha derin bir anlam ve temsil kazanıyor. Bu yanıyla –özellikle dans ettikleri sahneler- oyun, sinematografiye uyumlu görülüyor. Yönetmen olarak mizansenleri kurarken ışık tasarımında dikkat ettiğiniz nesnel koşutlar neydi?
Aslında oyunda benim müdahale ettiğim ciddi bir ışık tasarım yok, doğrudan Tugay (Boz) var. Prova sürecinde filan hayal ettiğim mekanlar ve geçişler üzerinden düşündüğüm bir ışık düzeni vardı ama Tugay bir geldi ve direkt bizim hayalimize ekledikleriyle benim hayalimin ötesinde bir şey çıkardı. Düşündükleri oyunun rejisine cuk oturdu, oyun piştikçe Tugay spontane harikalar da yaratacak. Tugay bir ışık tasarımcısı olarak rejiye ve mizansenlere bir yönetmen hassasiyetiyle yaklaştı, bunu çok kısa bir sürede yaptı.
Sık sık oyuncu seçiminin çok doğru olduğuna dair duyumlar alıyorsunuzdur diye tahmin ediyorum. Ki her iki oyuncu da bize göre şahaneydi. Kastı yaparken dikkat ettiğiniz şey neydi? Provalar sürecinde değişen ya da şekillenen şeyler ne oldu?
Öncelikle Talha ve Çağla olmasaydı bu oyun olmazdı. Talha tamamdı ama oyun bir süre Anna’sını aradı ve buldu. Oyundan seyircinin nasıl bir yüz ifadesiyle çıkmasını istiyorsam oyuncunun da benzer duygular yaşayacağı bir prova süreci oluşturmaya gayret ettim. Birbirimizi anladığımız, güvendiğimiz ve inandığımız bir süreçti. Böyle olunca da oyuncuların provada yarattığı atmosfer oyunu yeniden yazdı ya da kendi özgünlüğünü yakaladı.
Bana kalırsa birikmek güzeli doğuran en önemli etken... Biriken güzel şeylerin bir araya gelmesidir tiyatro ve özelinde bu oyun. Yaklaşık 6 yıldır biriken bir metin, Mahir ile okuldan biriktirdiğimiz muhabbet, Talha ile emek ve birlikte iş yapmanın/yapabilmenin bağı, Çağla ile tiyatroyu kurduğumuz ilk günden beri, hatta okuldan beri biriktirdiğimiz dostluk, yine ilk günden beri muhabbette olduğumuz ve aramıza katılıp bizi daha da güzel yapan İzlem (Oktay)’le biriktirdiğimiz zaman ve arkadaşlık...
Aynı şekilde bugüne kadar lojistik destek vermiş ama aslında dansçı olan koreografımız Pınar Akyüz, kostüm tasarımcımız Gürkan Başbuğ, dekor tasarımcımız Özgür Kavurmacıoğlu, hep yanımızda olan Zeynel Orak ve Egemen Balkanlı ile biriktirdiklerimiz böylesi bir şeye vesile oldu ve olmaya devam edecek gibi görünüyor.