Kardeş Türküler: Sınırlar ötesi bir kültürel evrenimiz var
Kardeş Türküler, 6 yıl aradan sonra Kalan Müzik etiketi taşıyan Yol albümü ile dinleyicileriyle buluşuyor. Kardeş Türküler 25 yıl önce olduğu gibi yine türkülere, halklara ve sözlere tutunuyor. Kardeş Türküler bu kez her zamankinden daha yüksek sesle söylüyor: Umut!
DUVAR - Kardeş Türküler... 25 yıl önce önce tanıştık onlarla. Memleketin her bir zerresinin notasını önümüze döktüler. Vizontele'nin Deli Emin'ine de ses oldular, memleketin öz yurdundan edilmiş çocuklarına da...
Yolumuzu yolları bellediler. 1915 Ermeni Soykırımı'nı da acıları bildiler, Soma'yı da... Sazın gücünü göğüslerinde büyüttüler. Dile olan aşkla söylediler. Sahnelerde de ter döktüler, Gezi'nin güzel günlerinde sokaklarda da... Cumartesi Anneleri'nin de gözlerinin içine baktılar, Berkin Elvan'ın annesinin de... Şivan Perwer'den Mirkut'u da söylediler, Cem Karaca'dan Beyaz Atlı'yı da...
Gün geçtikçe çoğaldılar sahnelerde. En çok da kulaklarımızda, vicdanlarımızda... Şiiri de aldılar yanlarına, şairi de... Abdallar da yoldaşları oldu, ozanlar da...
Gün devrildi ve yeni albüm müjdesiyle bu zor günlerde gönlümüze bir nebze de olsa su serptiler. Birhan Keskin, "O taş yarılır, içinden çiçek çıkar…” dizeleriyle umut oldu, Yol albümüne bulaştı. Hanane ile uzak ellerdeki bir Ermeni Türküsü doğduğu topraklara döndü. Elbette bir sürü güzel söz, ses ve duygu da!
Yol albümü, umudu çağırıyor. Kardeş Türküler bu kez daha gür bir sesle bağırıyor: Türküler kardeş!
Feryal Öney ve Vedat Yıldırım ile Yol'u konuştuk. Yolun umuduna, yolda olmanın dayanışmasına ve halklara eğildik.
Yol albümü nasıl oluştu? Albümün adının özellikle Yol olmasının bir sebebi var. Neden? Birhan Keskin ile olan ilişkiniz nedir?
Feryal Öney: Birhan Keskin, sevdiğimiz, şiirlerini sevgiyle okuduğumuz bir şair. Onunla kişisel ilişkim sosyal medyada başladı. Gündelik hayatın inceliklerini hemen yakalayan, paylaştığınız bir çiçek fotoğrafının altına çiçek gibi cümleler yazan, güzel insan.. Geçen Mayıs’ta Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği’nde bir konserimiz vardı; gündüz de okulda Birhan Keskin’in söyleşisi.. “Akşamki konserimize gelir misin?” dedim, çıktı geldi sahiden. Konserde Beyaz Giyme Söz Olur’u söyleyecekken; “var mı birlikte zeybek dansı yapacak?” dedim, bir baktım, Birhan Keskin sahnede, birlikte zeybek dansı yapıyoruz! O mütevazılığı, rahatlığı çok güzeldi. Şiirlerini zaten biliyorduk, seviyorduk ama o gün kendisini daha çok sevdik.
Albümün adını, albümümüzün süpervizörlerinden, Bgst’li tiyatrocu arkadaşımız Sevilay Saral önermişti. Yol, küçücük bir kelime ama hemen akla zamanda, mekanda halkların, şarkıların, kültürlerin, Kardeş Türküler’in yaptığı yolculuğu getirdiği için bize çok anlamlı geldi. Birhan Keskin’in Dağ şiirindeki “taş yarılıyor bir çiçek için, yol veriyor... kısacık konuşuyor çiçek, ‘dünya’ diyor…” dizeleri de, albümümüzün adıyla, hikâyeleriyle çok iyi örtüştü. Şarkılarımızı, konserlerimizi umutla bitirmek sevdiğimiz, dramaturjik olarak tercih ettiğimiz bir şey. Hüznü, ayrılıkları, acıları, savaşları anlatsak da ‘biz buradayız, yaşıyoruz ve birlikte yaşamanın yollarını arıyoruz’ demek.. Birhan’ın umut veren dizeleri de sahiden denk düştü.
'ÇIKIŞ NOKTAMIZ ORTADOĞU, BALKANLAR VE TÜRKİYE'
Vedat Yıldırım: Bizim bu yaptığımız iş biraz teferruatlı bir çalışmaydı. Birçok dil, birçok kültür var ve belli bir hakkaniyet oluşturmanız gerekiyor. Kimsenin gönlünün kırılmaması gerekiyor. Kardeş Türküler’in bütün albümleri böyle. Önce yola çıkıyoruz. Sonra belli karşılaşmalar oluyor. Bizim çıkış noktamız Türkiye, Ortadoğu ve Balkanlar. Sınırlar ötesi bir kültürel evrenimiz var bizim. İçinde yaşadığımız çağda ve coğrafyada, bu gittikçe silikleşiyor. Savaş ortamı var ve herkes kendine bir bahçe yaratmaya çalışıyor. Birbirine kapısını kapatıyor. Biz tam tersi, "Açın!" diyoruz. Bu albümde bu biraz daha ön plana çıktı: O yola çıkmak ve karşılaştığımız şeyleri insanlara anlatmak…
'HANANE'YE BİR TÜRLÜ ULAŞAMADIK'
Burada birçok dil var, aynı zamanda hikâyeleri var. Bu hikâyeleri nasıl buldunuz?
F.Ö: Dil çalışmasından önce bazı şarkılara nasıl ulaştığımızı, bizde nasıl izler bıraktıklarını anlatalım biraz… Mesela Hanane çok çarpıcı bir örnek. Biz Hanane’yi ilk defa Fransa’da yaşayan, solisti Ermeni olan bir gruptan, Bratsch’tan dinledik. Çok sevdik. Güzel düzenlemişler. Solisti çok güzel söylemiş. Genelde farklı yorumlanmış şarkılar cezbeder bizi, alıp bir de biz düzenlemek isteriz. Fakat ‘bu şarkının en geleneksele yakın hali nedir, nasıldır, kim yorumlamıştır acaba’ diye yola çıkar, biraz araştırırız. Hanane ilginç bir yolculuk yaşamış. “Ermenice Kars şarkısı” diye geçiyor ama Kars ya da civarından ya da Anadolu’nun başka bir yerinden alınmış bir kaydına ulaşamadık. Şarkı aşkı anlatsa da hikâye bir yolculuk hikâyesi. Belki insanlar gibi şarkı da zorla yerinden edilmiş… Bilemiyoruz ama sezgilerimiz onu söylüyor. Şarkılar da insanlar gibi yerlerinden zorla alınıyorlar. Başka bir yere gidiyorlar ve siz orada karşılaşıyorsunuz o şarkıyla. Hanane, Fransa’da yaşayan insanların söylediği haliyle dünyayı dolaşıyor, doğduğu coğrafyaya geliyor. Mekan farklı ama şarkıyı bir dinliyorsunuz, bu toprakların tadı, kokusu var.
V.Y: Dolayısıyla bu şarkı artık öyle biliniyor. Türküler, geleneksel şarkılar yüzyıllar içerisinde zamanda, mekanda yolculuk yapa yapa, farklı ağızlarda söylene söylene değişerek bu günlere geliyor. Etkileşimler, göçler…
F.Ö: "İnsanlar göç etti, şarkılarını yurtlarında bıraktılar" diye yaşıyoruz ya, öyle olmuyor tabii ki. Şarkılar da göç ediyor. Yeni iklime, yeni şartlara ayak uydurmaya, hayatta kalmaya çalışıyor. Sonra 100 yıllar geçiyor, sizin kulağınıza çalınıyor bir yerden ve repertuvarınıza giriyor.
V.Y: Tabii... Mesela Bratsch, içinde Ermeniler, Fransızlar, Balkan göçmeni müzisyenler olan bir ekip. Onlar o şarkıyı aldıklarında tabii kendilerine göre yorumluyorlar. Değişiyor bir şeyler.
Ve Kardeş Türküler ile birlikte başka hâl alıyor… Bratsch ekibi kayıtları dinledi mi?
F.Ö: Hayır. Tanışmıyorduk kendileriyle. Dağılmışlar sanırım ama dinletiriz elbet bir gün. Ne düşünüyorsunuz diye soracağız.
Albümdeki diğer şarkıların yolculuğuna dair de konuşmak isteriz biraz: Mesela, Arapça-Türkçe, iki dilli bir şarkı var; Ala Del’una ve Evlerinde Lambaları Yanıyor Dediğimiz gibi iki dilli ama ezgiler iki şarkıda farklılık gösteriyor biraz. Hep iddia ettiğimiz şeyi yine söylüyoruz bu iki şarkı aracılığıyla: Sınır diye bir şey yok. Tıpkı kuşlar gibi, ırmaklar gibi, şarkılar da devletlerin çizdiği sınırları kaale almıyor. Güneyden yukarıya doğru şarkı dil değiştirerek geliyor, Arapça’dan Türkçe’ye bir yolculuk yapıyor. Makamlar, ezgiler değişiyor. Ve yolculuk tamamlanıp geldiğinde bu tarafta başka bir hâl alıyor. Bu esnada, ortak bir kültürel hat çiziyor. Sürekli altını çizdiğimiz şeyin en güzel örneklerinden bu iki şarkı.
V.Y: Onun bir ucu Kerkük’e dayanıyor değil mi?
F.Ö: Evet. O taraflara gittiği söyleniyor.
V.Y: Türkiye’de şu an Kerkük gündemi var. Kerkük, Ortadoğu’nun en kozmopolit yeri. Düşünebileceğimiz bütün halklar var. O kadar renkli bir yer ki… Biz zaten öyle bakıyoruz. Tarih sınırı yıkıyor diyorsun yani… Yani… Ulus devletler önümüzde hep engel. Kültürümüze, müziklerimize, yemeklerimize baktığımızda bunlar hep karşımıza çıkıyor.
Her şarkının, türkünün öyküsü var. Cem Karaca'nın seslendirdiği Beyaz Atlı şarkısına çok şaşırdım.
F.Ö: Kült olmuş birçok Cem Karaca şarkısı gibi, Beyaz Atlı’yı da üniversite yıllarımızda, yurtlarda birlikte çok dinlerdik. Kardeş Türküler’in 15. yılını kutladığımız konserimizde, 60’lardan 70’lerden, bizden önceki müzisyenlerden devraldığımız bazı şarkıları da söyledik. Kardeş Türküler yolculuğunda kimlerin, hangi seslerin, sözlerin bize kılavuzluk ettiğini anlatmak için. Müzisyen olmaya karar verirken kimlerin sesi kulağımızda kaldı? Kimler bize kılavuzluk etti, yol gösterdi? Cem Karaca, Şivan Perwer, Selda Bağcan, Nizamettin Ariç, Âşık Mahzuni, ... gibi isimler geldi hemen aklımıza. "70’lerde söyleniyordu bu şarkılar; zaman değişti, kahramanlar değişti ama hikâye hep aynı: özgürlük, eşitlik, adalet arayışı..." demek için.. O konserin girişinde söylediğimiz şarkılardan biridir Beyaz Atlı. Biraz eşkıyalığı anlatır, biraz direnirken kaybettiklerimizi…
Bugün oylarımızla seçilmiş milletvekilleri hapse giriyor.. Yolda, sokakta eylem yaparken, hak ararken, bir şeylere itiraz ederken ya biber gazı yiyorsun, ya özgürlüğünden oluyorsun ya da bombalarla hayatını kaybediyorsun. Bugün direnmeye, adaletsizliğe itiraz etmeye çalışan insanların şarkısı olarak söylüyoruz, dinliyoruz. Şarkı aynı şarkı, sözler aynı sözler ama zamanda bir yolculuğa giriyor ve sen yine aynı direniş moduyla söyleyebiliyorsun. Yine direnme gücü veriyor o şarkı. O yüzden mesela albümün girişinde yer alması bizim için önemliydi.
V.Y: Türküleri güncelleme peşindeyiz. Kardeş Türküler’in asli görevi bu. Güncelleştirmek, tekrar gün yüzüne çıkartmak gibi…Türkülerin çağrışımları üzerinden…
Birkaç yıldır çok ciddi bir siyasi baskı var. Berkin Elvan'ı yuhalattılar. Gazeteciler içerideler. HDP’lilere uygulanan bir zulüm var. Yükselen bir milliyetçilik dalgası var ve artık faşizan bir hâl almaya başladı bu. Sizse ezilen halkların, kültürel değerlerin yanındasınız. Siyasi baskılara karşı nasıl direniyorsunuz? Buradaki cesaret ya da omurgayı kaybetmeme mefhumu nasıl kendini var ediyor?
F.Ö: En çok vicdanımızın sesini dinleyerek. Tüm bu bahsettikleriniz, tüm yaşananlar, hepimizde dönem dönem kendi köşesine gitme, kapanma hissini oluşturdu. Fakat toparlandık ve işimizi yapmaya koyulduk. Herkesin kendi becerileriyle, yapabileceği şeylerle yaşananlara dair ses çıkarabileceğini, itiraz edebileceğini, bir şeyleri değiştirebileceğini düşünüyoruz. Bunu yapmak için de bir yerlere yanaşmaktan değil, kendimizden, birbirimizden, Kardeş Türküler dinleyicilerinden güç alıyoruz, moral topluyoruz. Bağımsız sanat yapmak güçlendiriyor bizi. Sanatçı belli şeylerle mesafeyi koruyup bağımsız olduğu zaman güçlü olur, buna inanıyoruz.
Bir gün yine üniversitelerde, festivallerde konser vereceğimize inanıyoruz. Kayyumların, OHAL’in ortadan kalkacağı günlere inanıyoruz.
V.Y: İnsanlara ulaşmanın bin bir türlü yolu var. Üniversitelere giremiyorsak o insanlara bir şekilde ulaşırız. Kalpten kalbe bir yol vardır.
'BARIŞ ÇOK KIYMETLİ!'
Albümün başına herhangi bir şey gelir diye düşünüyor musunuz? Böyle bir tedirginliğiniz var mı?
F.Ö: OHAL’ de yaşıyoruz şu anda. Şaşırmayız muhtemelen böyle bir şey olsa. Ama ses çıkarırız.. Barış hep kıymetliydi, hâlâ çok kıymetli. 25 yıldır aynı taleple şarkılarımızı söylüyoruz ama toplumsal barış hâlâ gerçekleşememiş durumda. Sözümü söyleyebileceğimiz, müziğimizi yapabileceğimiz tüm şartları zorlarız.
V.Y: Türkiye’de politik olarak çok farklı bir evredeyiz. Kürtçe yasak değil. Mesele daha çok ulaşılabilirlik meselesi. Öyle bir ortam var ki, biz şu an televizyonlara çıkamıyoruz. İnsanları kendi içlerine hapsettirip çürütmeye çalışıyorlar. Bizim savunduğumuz o çokkültürlülük, ‘bir arada yaşayalım’ sözlerinin kadir kıymeti kalmıyor. Sonuçta biz de bu memlekette aynı geminin içindeyiz ve bir arada yaşamak istiyoruz.
Peki, yeni albümde ne denediniz? Diğer albümlerden farklı olarak ne vardı? Dil olarak, ‘sound’ olarak… Dinlediğim kadarıyla, bildiğimiz bir Kardeş Türküler ile karşı karşıyayız. Samimi, yakın...
F.Ö: Özellikle onu yapmaya çalıştık. Yabancı gelmesin istedik. Dinleyenler, ‘oh be, bizimkilerin tadı var bu işte!’ desinler istedik. Fakat yeniliklere de kapımızı açık bırakarak.. 25 yıl boyunca Kardeş Türküler ‘sound’unun oluşumunda emeği olup ayrılanlar da oldu, yeni gelenler de. Birkaç yıldır burada çalışıp şu anda düzenlemelere, sound’a ciddi katkı sunan arkadaşlarımız var; stüdyo süreçlerinde çok emekleri olan. Onlar da kendi formasyonlarını kattı bu işe, âşina olduğunuz Kardeş Türküler müziğinin üzerine yeni fikirler, yeni düzenleme anlayışları eklendi.
V.Y: Konservatuvarlı arkadaşlar da var, onların kattıkları da oluyor. Sonuçta biz alaylı olduğumuz için… Ben işletme okudum, Feryal, edebiyat.. Konservatuvarlı olmanın getirdiği müzikal bilgiler var.
Peki, albümden beklentiniz neler?
V.Y: Bir yerden sonra bizden çıkmış oldu. Beklenti olarak söyleyeceğimiz bir şey yok. Bir taraftan da aslında dinleyicilerin durumunu bilmiyoruz. Sosyolojik dönüşüm var. İnanılmaz farklı dalgalar var. Sosyal medyadaki o iletişim ağının kendine göre dili var. Sesimizi bu ortamda çok duyuramadığımız için insanlara ne kadar ulaşacak, ne kadar ulaşabiliyoruz, gibi birçok soruyu içinde bulunduran bir durum.
Son olarak dinleyicilerinize, okurlarımıza ne söylemek istersiniz?
F.Ö: Geçen günlerde Şebnem Ferah’ın konserindeydim. Yakın hissederim hep kendime. Biz seyircilere, "ben buradan gençleşip gidiyorum evime, iyi geliyorsunuz bana" dedi. Sahiden sanat öyle.. İçiniz kararsın, kapkara olsun, umudunuzu kaybedin, dibe battığınızı hissedin istediğiniz kadar, bir iş yapıyorsunuz ve o iş istediğiniz yere ulaşıyorsa, birbirinizi anlıyorsanız, bu çok iyi geliyor insana. Tazeleniyorsunuz.
Biz hâlâ diyoruz ki; birlikte yaşamayı başarabiliriz. Tamam, önümüzde uzun bir yol var, onu anlıyoruz, hissediyoruz ama bu iş olacak. Birlikte yaşamayı öğrenmek zorundayız. Öyle yalan yanlış, ezber cümleler değil bunlar. Zaten olacağına inanmasak yola devam edemezdik.
V.Y: Şu an memlekette öğrenilmiş çaresizlik havası var. ‘Zaten her şeyi biz düşünüyoruz, siz niye düşünüyorsunuz?’ diyorlar bize. Hani diyorlar ya, "Komünizmi getirsek biz getiririz". Türkiye kabına sığmayan bir memleket… Onu aşmanın yolu, içe dönüklüğü biraz daha kırıp buluşmaları arttırmaktan geçiyor. Kardeş Türküler’in ana cümlesi o aslında: Buluşalım, birbirimizi rehabilite edelim. Sadece kendimize Müslüman olmayalım. Kendimizi karşımızdakinin, yanımızdakinin yerine koyalım.
HANANE'NİN HİKAYESİ
Kardeş Türküler, Hanane şarkısını ilk olarak, Fransa’da yaşayan ve solistleri Ermeni olan Bratsch grubundan dinlemiş. Kardeş Türküler, şarkının hikayesini şöyle anlatıyor:
"Bratsch, Doğulu enstrümanlar kullanmadan çalıp söylediği halde, ezgisiyle, fonetiğiyle içinden çıktığı coğrafyayı (sonradan Kars şarkısı olduğunu öğrendik) hemen hissettiren bir şarkı. İlginçtir, Kars’ta ya da çıktığı bölgede söylenmiş haline rastlayamadık hiç. Şarkılar, sesler, müzikler böyle işte; bir yerde doğar, belki dünyayı dolaşır, hiç ummadığınız bir yerde ortaya çıkıp size memleketinizi, belki çocukluğunuzu anlatır. Tabii tüm bunlar tesadüf değildir; zorla yerinden edilmiş halklar gibi, şarkılar da zorla yerinden edilmiştir. Gittikleri yerlerde bir şekilde hayata tutunmuşlardır."