İster kitaplarını okuyun, isterseniz bir dua...
Bir gelenektir; bayramlarda mezarlıklar ziyaret edilir. Kimisi güzel anıları yâd eder, kimisi her daim taze tuttuğu acısıyla gözyaşı döker, kimisi de sadece dua okur. Bu bayramda sevenleri, gitmek isteyip de gidemeyenleri adına Aşiyan'daki edebiyatçıları ziyaret ettim...
DUVAR - İstanbul'da “nefes alabilecek” yerlerden biri de mezarlıklar: yeşili, sakinliği, huzuru, sessizliğiyle... Aşiyan Mezarlığı ise bütün bunların en çok hissedildiği yer; mezarlık en güzel manzaraya sahip olsun diye böyle olmamış; İstanbul o kadar yapılaşmaya boğulmuş ki, ister istemez bu durum ortaya çıkmış.
Özel günlerde dünyadan geçip gitmiş insanların ebedi istirahatgâhları ziyaret edilir. Bayramlar, yıldönümleri, yaşanan bir anının hatırası bizi kâh dua etmeye, kâh oturup dertleşmek üzerine mezarlığa yollar.
Tevfik Fikret'in huzur bulmak için projesini kendi çizdiği ve şu an “Aşiyan Müzesi” olan evinin yanında bulunan Aşiyan Mezarlığı'nın ismi Farsça'da “yuva” anlamına geliyor. Mezarlığa yuva denmesinin felsefi bir anlamı da yok değil; ama mezarlıkların en özel yanı geçmişi, şimdiyi ve geleceği aynı yaşatması sanırım.
Mezarda yatanların bıraktıkları anılar, yaşamlar, eserler geçmişi; o anda mezarda bulunup bunları düşünmek şimdiyi ve bizatihi mezarların kendisi de bize gideceğimiz son noktayı hatırlatması bakımından geleceği temsil ediyor.
Aşiyan Mezarlığı, asri mezarlıktır. Yani tek bir dine değil, bütün inançlara açık bir yerdir; Müslüman, Yahudi, inançsız herkes burada yan yana yatabilir. Pahalı da bir mezarlıktır; o nedenle “zenginlerin mezarlığıdır” bir yanıyla da. Fakat edebiyatçılar da buradadır; “bir garip” Orhan Veli'den Attila İlhan'a, Sakallı Celal'den Ahmet Hamdi Tanpınar'a birçok isme ev sahipliği yapar Aşiyan.
Bu bayramda Aşiyan'a gelemeyecek olanlar adına mezarlığı ziyaret ettim. Bu vesileyle ister “ruhlarına bir fatiha”, isterseniz de kitaplarını okuyun...
TEVFİK FİKRET
Tevfik Fkret, memleketten umudu kesince buralardan uzağa gitmek ister; ta Yeni Zelanda'ya. Fakat bunu başaramaz ve kendi tasarladığı bir ev inşa ettirerek dünyayla olan bağını koparmasa da olan biteni uzaktan izlemek ister. Rumelihisarı'nın yanı başına yapılan evdeki çalışma odasında, kendi verdiği isimle, “batıya açılan kapısı” ve “doğuya açılan penceresi” vardır. Fikret, vasiyetinde bu evin bahçesine gömülmek istediğini yazar. Ev müzeye dönüştükten sonra hiç değilse bu dileği yerine gelir. Fikret'in evine verdiği “aşiyan” ismi evin civarındaki her şeye olduğu gibi, alt başında bulunan İstanbul'daki en eski mezarlardan birinin de adı olmuştur...
AHMET HAMDİ TANPINAR
Ahmet Hamdi Tanpınar, öyle tanımlanmasa da, bir filozoftur! Yazdığı eserleri okuması keyifli fakat bazen zordur. En çok bilinen eseri Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nde geçen Osmanlıca kelimeler, birçok insanı zorlamıştır. Ancak bu ortak soruna Tankut Yıldız'ın hazırladığı bir blogda çare var. Yıldız, romanda geçen kelimeleri alfabetik olarak sıralamış ve manalarını da açıklamış. Ben çıktı alıp kitabın arasına koymuştum; öyle sürekli internetle uğraşmamak ve okumayı çok bölmemek adına...
YAHYA KEMAL
Lisedeki edebiyat müfredatı beni edebiyattan hayli soğutmuştur. Soğutmak bir yana, öyle güçlü bir önyargı inşa etmiştir ki, bazı isimlerle aramıza aşılmaz duvarlar örmüştür. Bu isimlerden biri de Yahya Kemal. Halbuki Tanpınar'ın hocası, Türkiye'de şiiri, anlaşılması zor divan edebiyatından “halkın anlayabileceği” dile dönüştüren bir isimdir: “Onun için şiir 'musikiden ayrı bir musiki'dir." Bu anlayışının bir sonucu olarak, şiirlerinin üzerinde yıllarca çalışmış ve henüz nağmeye dönüşmediğine inandığı mısralar için en uygun kelimeleri ve istifi buluncaya kadar şiirlerini tamamlanmış saymamıştır.”
Ve fakat, ben hâlâ Yahya Kemal okumuş değilim; dedim ya, aşılmaz duvarlar...
ORHAN VELİ
Üniversite okumanın en iyi yanlarından biri de sanatın herhangi bir dalına yeteneğinizin olup olmadığını ölçebilmeniz. Bunu keşfedip de başarılı olanlar o yolda ilerlerken, kalanlar da okulu bitirip “makbul vatandaş” olma seçenekleri arasında dolanıyorlar. Üniversite yıllarında tiyatro, sinema, fotoğraf ve müziğe merak salmış, icra etmeyi denemiştim. Orhan Veli'nin “Bir iş var” adlı şiiri de ilk bestelerimizden biriydi:
Her gün bu kadar güzel mi bu deniz?
Böyle mi görünür gökyüzü her zaman?
Her zaman güzel mi bu kadar,
Bu eşya, bu pencere?
Değil,
Vallahi değil;
Bir iş var bu işin içinde.
TURGUT UYAR
Yeditepe İstanbul dizisini liseden üniversiteye geçtiğim dönemde izlemiştim. Dizideki Yusuf, bir sahafa yardım eder ve karşılığında sahaf da ona bir kitap hediye etmek ister. Yusuf, kapağı yırtılmış ve kime ait olduğunu bilmediği bir şiir kitabını seçer. Eşinin iflası sonrası mahalleye taşınan Olcay'a yüreğini kaptıran Yusuf, kitaptan bazı şiirleri temize çeker. O sırada Olcay da kendisine misafir olur. Ve Yusuf ona o sırada kimin yazdığını bilmediği şu dizeleri okur:
Hey koca dünya nasıl avucumuzdasın
Nasıl da parlıyorsun ey gözleri maden
Çözdüğüm bütün bulmacalardan zorludur yüreğin
Elbette kırlardan gelecekler kırlardan
Kırlardan gelecekler ellerinde sümbülteber
Ey güzelim sümbül ve teber ey canım...
Yusuf âşık olduğu kadının yanında daha fazla devam edemez; Turgut Uyar'ın Kayayı Delen İncir kitabından okuduğu “Kırlardan Geliyorlar” şiirine...
EDİP CANSEVER
Yukarıdaki Yusuf karakteri gibi ben de bir şiiri temize çekmiştim: “Mendilimde Kan Sesleri”. Üstelik, şiir benim için çok yabancı bir alandı; hâlâ da şiir konusunda zayıfım. Ama bu şiir benim gibi “şiir bilmez” birini bile sarsmıştı. Şiiri günlerce okudum, düşündüm. Yetmedi, kendime has bir tarzda ve şiirin hak ettiği özenle kopya ettim, duvarıma astım. Yıllarca asılı kaldı. O kopyayı görüp çok seven ve benim de sevdiğim birinin duvarında hâlâ asılıdır “Mendilimde Kan Sesleri”... Şairin Yerçekimli Karanfil'i de mezar taşında asılıdır...
YAN YANA 3 MEZAR
Sabahattin Ali, Abidin Dino ve Mustafa Suphi İleri bu üç mezarın “sahipleri”. Sabahattin Ali'nin bir mezarı yok; daha doğrusu nerede olduğu bilinmiyor. Fakat mezarlıkta görevli ve edebiyat bilgisi yüksek beyefendinin iddiasına göre, Ali'nin mezarı Abidin Dino'nun mezarının hemen solunda. Özellikle ismi belirtilmemiş. Ölümü ve mezarı şaibeli olan yazarın şüphe etmeyeceğimiz bir edebiyat yeteneği vardı...
Sabahattin Ali'nin yazdığı Kürk Mantolu Madonna, belki de sosyal medyada kahve ile birlikte fotoğrafı en çok çekilen kitap. Ama o oranda okunmadığı da açık. Çünkü isimde geçen Madonna ismini, o Madonna sanıp alan büyük bir kitle de mevcut; "Aldırma Gönül" şarkısının aslında onun şiiri olduğunu bilmeyenler gibi, ki bestelenen bu bölüm 5 parçalık "Hapishane Şarkısı"nın son bölümüdür...
Abidin Dino ise bir edebiyatçı olmamasına rağmen, birçok kitapta özgün çizimleri bulunan bir ressamdır. Sabahattin Ali gibi o da siyasi görüşleri nedeniyle memleketinde rahat edememiş, Çorum ve Adana'ya sürgüne gönderilmiştir. Sürgün yıllarından sonra ise Paris'e yerleşmiş ve hayatının sonuna kadar orada yaşamıştır.
Dino ve İleri ailelerine ait aile mezarlığındaki yan yana duran taşlar, gerçekten de Sabahattin Ali'yi de burada mı saklıyor, bilemiyoruz.
ATTİLA İLHAN
Hemen hemen herkes âşık olmuştur sanırım, hatta bunların hatırı sayılır orandaki kısmı karşılıksız aşktır. Karşılıksız sevdaya tutulan bir arkadaşımdan duymuştum ilk “Üçüncü Şahsın Şiiri”ni. Öyle bir şiirdi ki, bir kadına karşılıksız âşık olup, şiiri yaşatmak isteyecek kadar! Bu olmasa da "Attila İlhan kimdir" diye merak etmiş ve döneminin ilerisinde bir tarzla kaleme aldığı ilk romanı Sokaktaki Adam'ı okuma şansı bulmuştum. Bundan sonra yazdığı romanlar olan Zenciler Birbirine Benzemez ve Kurtlar Sofrası ile bir üçlemeyi de tamamlar aynı zamanda bu kitap.
ÖZDEMİR ASAF
Madem karşılıksız aşklardan açtık bahsi, en karşılıksız âşıktan da bahsedelim. Özdemir Asaf, üniversite yıllarında yaşar bu talihsizliği. Ancak talihli olduğu bir yanı da vardır: şiir kabiliyeti. Oturur ve “Lavinia” adlı şaheseri ortaya çıkarır. Hatta bu şiiri bir yarışmaya da yollar. Elbette birinci seçilir şiiri. Ödül günü şiirini kürsüden okuması istenir Asaf'tan. Rivayete göre şiirin yazıldığı kadın da salondadır. Ve şiir okunurken salonu terk eder. Derler ki, o kadın ömrü boyunca mutlu bir aşk yaşamadı. Özdemir Asaf ise huzur bulduğu eşi Yıldız Moran'la yan yana yatmaktadır...
TEZER ÖZLÜ
Tezer Özlü'yü anlatmak çok zor. Hiçbir kalıbı, yaftayı, toplumsal rolü kabul etmeyen bir insan hakkında sarf edilecek her bir sözcük özenle seçilmeli ki, onun kaçındığı herhangi bir sıfatı durduk yere kendisine eklemeyelim. Tezer Özlü'nün en can alıcı sözleriyle analım kendisini:
“Sordukları zaman, bana ne iş yaptığımı, evli olup olmadığımı, kocamın ne iş yaptığını, ana babamın ne olduklarını sordukları zaman, ne gibi koşullarda yaşadığımı, yanıtlarımı nasıl memnunlukla onayladıklarını yüzlerinde okuyorum. Ve hepsine haykırmak istiyorum. Onayladığınız yanıtlar yalnız bir yüzey, benim gerçeğimle bağdaşmayan bir yüzey. Ne düzenli bir iş, ne iyi bir konut, ne sizin “medeni durum” dediğiniz durumsuzluk, ne de başarılı bir birey olmak, ya da sayılmak benim gerçeğim değil. Bu kolay olgulara, siz bu düzeni böylesine saptadığınız için ben de eriştim. Hem de hiç bir çaba harcamadan. Belki de hiç istediğim gibi çalışmadan. İstediğiniz düzene ayak uydurmak o denli kolay ki…
"Ama insanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını, aklını, varoluşunu verdiği iç dünyasının olgularının sizler için hiç bir değeri yok ki. Bırakıyorsun insan onları kendisiyle birlikte gömsün. Ama hayır, hiç değilse susarak hepsini yüzünüze haykırmak istiyorum. Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla hiç bağdaşan yönüm yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum. Hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi yer verdiğiniz için. Aranızda dolaşmak için çalışıyorum. İstediğimi çalışmama izin vermediğiniz için. İçgüdülerimi hiç bir işte uygulamama izin vermediğiniz için. Hiç bir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz.
"Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olunmayacak bir insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım. Şimdi tek konuğu olduğum bu otelden ayrılırken, hangi otobüs ya da tren istasyonuna, hangi havaalanı ya da hangi limana doğru gideceğimi bilmediğim bu sabahta, iyi, başarılı, düzenli bir insandan başka her şey olduğumu duyuyorum.”
CELAL YALINIZ (SAKALLI CELAL)
Kendisi Türkiye'nin Sokrates'idir! Düşünce yapısı olarak değil de, yazılı eser bırakmaması ve bir filozof olması bağlamında. Sakallı Celal düşünceleriyle birçok ismi etkilemiştir. Ancak kendisini en çok etkileyen düşüncenin şu olduğu söylenir: "Hak bellediğin bir yola yalnız gideceksin." Bu sözün sahibi Tevfik Fikret'tir. Ve Sakallı Celal, bu düstura sıkı sıkıya bağlı bir hayat yaşamıştır. Onu anlatan tek bir kitap vardır: Sakallı Celal - Bir 'Bilinmeyen Ünlü'nün Yaşam Öyküsü (Orhan Karaveli, Pergamon).
ŞAİR NİGAR
Şair Nigar ya da Nigar Hanım, soyadı kanunun çıktığı yılları göremeden yaşayıp gitmiş, o nedenle kendisi ya “hanım” diye ya da bir nevi lakap haline gelmiş “şair” diye anılır. Sekiz dil bildiği söylenen Nigar Hanım, bizim görme şansına nail olmadığımız “kibar aleminin” en seçkin insanlarından biriydi. Nigar Hanım'ın şiirleri Osmanlı döneminin ilk kadın dergisi olan Hanımlara Mahsus Gazete'de yayımlanmıştır. Nigar Hanım'ın şahsi eşyaları ve günlükleri, vasiyeti üzerine ölümünden 50 yıl sonra açığa çıkar. Tevfik Fikret'in müze haline getirilen evi Aşiyan Müzesi'nin bir kısmı, Şair Nigar'a ayrılmıştır.
ONAT KUTLAR
Onat Kutlar denilince aklıma iki şey geliyor: Gülümsemesi ve hayatını kaybettiği patlama. Biz acıyla değil, bıraktıklarıyla analım onu. Duyduğum en güzel şeylerden birini gerçekleştirmişti: Sinematek'i kurdu. Okuduğum en güzel kitaplardan ikisini yazmıştı: İshak ve Bahar İsyancı'dır. İzlediğim en güzel Türk filmlerinden birinin senaryosu onundu: Yusuf ile Kenan. Maalesef bu memlekete güzellik hep fazla gelmiştir...