Nimfa Bisbe: Sergideki portreler sosyal bir ayna rolü üstleniyor
Resim, fotoğraf, heykel ve videodan oluşan Pera Müzesi’ndeki seçki “Bana Bak!: “la Caixa” Çağdaş Sanat Koleksiyonu’ndan Portreler ve Diğer Kurmacalar” başlığı altında, izleyiciyi portre, temsil ve kurgu kesişimindeki alanlarda gezdiriyor. Sergi küratörü Nimfa Bisbe görüntülerin hayatımızı, hafızamızı, kim olduğumuzu ya da kendimize dair algımızı nasıl etkilediğini keşfetmemiz için serginin bir fırsat sunduğunu söylüyor.
Pera Müzesi, 7 Aralık 2017 ve 4 Mart 2018 tarihleri arasında İspanya’nın en büyük vakıflarından biri olan “la Caixa” Çağdaş Sanat Koleksiyonu’ndan bir seçkiyi ağırlıyor. Sahip olduğu bütçe ile dünyanın en önemli vakıflarından biri olarak kabul edilen İspanya merkezli “la Caixa” Bankacılık Vakfı’nın 1985 yılından beri oluşturduğu koleksiyon, 80’lerden günümüze 37 ülkeden 389 sanatçının 1000’i aşkın sanat eserini içeriyor. Toplumsal bilinci ve çağdaş sanat anlayışını desteklemek misyonuyla kurulan koleksiyon, içeriğindeki eserleri eğitim ve sergi programlarıyla kamuyla paylaşıyor.
Resim, fotoğraf, heykel ve videodan oluşan Pera Müzesi’ndeki seçki “Bana Bak!: “la Caixa” Çağdaş Sanat Koleksiyonu’ndan Portreler ve Diğer Kurmacalar” başlığı altında, izleyiciyi portre, temsil ve kurgu kesişimindeki alanlarda gezdiriyor. Sergi küratörü Nimfa Bisbe görüntülerin hayatımızı, hafızamızı, kim olduğumuzu ya da kendimize dair algımızı nasıl etkilediğini keşfetmemiz için serginin bir fırsat sunduğunu söylüyor. İzleyiciyi portrelerin toplumsal aynasında kendilerine bakmayı yönlendirmeyi hedefleyen sergi üzerine küratörü Nimfa Bisbe’ye sorularımızı yönelttik.
Kısaca “la Caixa” Vakfı’ndan ve çağdaş sanat koleksiyonundan bahseder misiniz?
“la Caixa” Vakfı bugün sosyal hizmet alanında işleyen eşsiz bir vakıf modeli. Bundan 110 yıl önce, ekonomik kaygı gözetmeksizin sosyo-ekonomik ve kültürel gelişimi desteklemek hedefiyle kuruldu. 2016’da ise 10 milyonun üzerinde insana fayda sağlayan yaklaşık 50,000 inisiyatifi hayata geçiren bir vakıf haline geldi.
“la Caixa” Vakfı, İspanya’nın önde gelen vakıflarından olmasının yanı sıra varlık hacmiyle üçüncü, yönettiği bütçe ile altıncı sıradaki yeriyle dünyanın en önemli vakıflardan biri kabul ediliyor. Vakfın başlıca öncelikleri arasında, ülkedeki sekiz kentte sekiz kültür merkezi (CaixaForums) tarafından geliştirilen sanat programı yer alıyor. Bu merkezlerin düzenlediği sergi, konser ve eğitim projeleri gibi kültürel aktiviteler “la Caixa” Vakfı’nın The British Museum, the Louvre ve the Prado gibi stratejik ortaklarının desteğiyle gerçekleştiriliyor.
“la Caixa” Çağdaş Sanat Koleksiyonu ise 80’lerde, İspanya’da henüz bir müzenin ya da çağdaş sanat koleksiyonunun olmadığı dönemde, günün sanatsal üretimlerine dair farkındalık yaratmak üzere oluşturuldu. Bugün koleksiyonun içerdiği yaklaşık bin adet önemli uluslararası sanat eseri, sadece son kırk yıla ışık tutan bir hafıza niteliği taşımıyor, aynı zamanda sanatın yaşadığımız “contemporary” dünyayı keşfine dair geniş kapsamlı bir değerlendirme sunuyor.
Koleksiyon, geçtiğimiz otuz sene içerisinde tanınmış isimlerin ve geleceğin sanatına yön vereceği değerlendirilen genç sanatçıların resim, desen (drawing) ve heykelden fotoğraf, video, film, ses ve enstalasyona kadar çağdaş sanatçıların kullandığı her tür ve teknikle yapılmış çalışmalarından oluşuyor. Koleksiyonun odaklandığı yaklaşım, öngörülemez dünyamızın sürekli değişimine karşı bir söz söyleyen farklı dil ve estetik yapıların kesişmesiyle üretilmiş çalışmalar.
Koleksiyonu tanımlarken kronolojik açıdan konuşursak, başlangıç noktası için İspanyol sanatının uluslararası sahneye ilk çıktığı dönem olan 80’leri söyleyebiliriz. Bununla beraber, daha geniş bir çerçevede ele alırsak, koleksiyonun içerdiği altmışlar ve yetmişlerin tanınmış sanatçılarından da bahsedebiliriz ( Joseph Beuys, Mario Merz, Sigmar Polke, Juan Muñoz, Gerhard Richter, Antoni Tàpies, Robert Ryman, Carl Andre, Donald Judd, Cildo Meireles, Mike Kelly, Paul McCarthy, Richard Serra, Cristina Iglesias ve Robert Mangold). Ayrıca belirli bir ulusal kimlik ya da coğrafi konum gözetmeksizin dünyanın her yerinden sanatçıya açık bir yapısı var.
“la Caixa” Çağdaş Sanat Koleksiyonu geçtiğimiz kırk sene içerisinde üretilen farklı sanatsal yorumları keşfetmek adına önemli bir kaynak sağlarken, içerdiği eserler arasında da yeni diyaloglar ve hikâyeler inşa ediyor. Kısacası koleksiyon, bir araştırma, hikaye üretme, çağımız sanatını tanıma ve koruma üzerine sağlanmış bir alan olarak özetlenebilir.
Pera Müzesi’nde “la Caixa” Çağdaş Sanat Koleksiyonu’ndan bir portre sergisi gerçekleştirme fikri nasıl gelişti?
“Bana Bak!” sergisini, koleksiyondaki eserler üzerinden sunduğumuz tematik sergilerin arasından Pera Müzesi seçti. Portre, ne kadar eski olsa da günümüzde hala popülaritesini koruyan bir sanatsal tür. Serginin insan ve kimliğin bir yansıması olarak kurgulanması, ayrıca uluslararası bilinirliği yüksek sanatçıların sergilenecek işlerinin kalitesi, bu tercihi yönlendiren sebepler oldu. Böylece Müze, izleyicilere cazip bir tema sunarken, kendi programıyla da uyumlu bir çağdaş sanat koleksiyonu göstermiş oluyor.
Ayrıca Seville’deki serginin gösterdiği başarının da Pera Müzesi’nin dikkatini çektiğini düşünüyorum. CaixaForum, CaixaForum Sevilla’nın geçtiğimiz Şubat ayındaki resmi açılışlarını “Bana Bak!” sergisiyle gerçekleştirmiştik. Sergiyi 40.000 kişi gezdi ve çok güzel yorumlar aldık.
“Bana Bak!” başlığı izleyiciyle nasıl bir ilişki kurmaya çalışıyor?
Sergi, izleyicinin kendi yansımasını görebileceği sosyal bir ayna rolü üstlenen portre türünü resim, fotoğraf ve video çalışmalardan anlamlı bir seçkiyle inceliyor. Başlık, izleyiciye doğrudan işaret ederek portreyi “ben” olarak konumlandırıyor ve izleyiciyle kendisini yüzleştirmeyi amaçlıyor. Diğer bir deyişle başlık, izleyicinin fiili deneyimi ile eserler arasında bir bağ yaratmayı hedefliyor.
Sergilenen sanatçılar bu başlık altında nasıl kesişimlerle bir araya geldi?
“la Caixa Çağdaş Sanat Koleksiyonu’nda Portreler ve Diğer Kurgular” alt başlıklı sergi, sanatçıların yaklaşımlarını daha belirgin yansıtabilmek amacıyla portredeki çeşitliliği dört tematik alana ayırıyor. “Spotlight on Emotion” hem gerçek hem de simüle (temsili) edilen bir dizi duygu ve ruh hali üzerine odaklanmaktadır. 'The Conventions of Identity” sanatçıların nesille ilgili, genetik, ırksal ya da toplumsal cinsiyete dayalı kimlikleri keşfetme biçimlerini inceler. “The Memory of the Face”, portreleri hafızayı koruma ihtiyacı ile ilişkilendirir. “Masks and Other Fictions” ise öznenin bir suret, bir kurgu fikriyle yer verildiği portreleri vurgulamak için maskeleri betimleyen sanatçıları gruplandırır.
Sergi, bugüne dair nasıl bir çerçeve çiziyor?
Sergi, 1980’den günümüze üretilmiş eserler üzerinden kimlik etrafındaki farklı yaklaşımları inceliyor. En güncel tarihli eserler ise portrenin geçirdiği büyük değişimi yansıtıyor. Geçmişte sanatçılar mümkün olduğunca gerçeği yansıtmaya çalışırken, günümüzde modele sadık kalma durumu özgür bir üretim ve çeşitlilik için terk edildi. Bugün portre, sanatçının toplum içindeki “biz”i tanımlayan kimlik kodlarını keşfetmek üzere yaptığı bir temsiliyet, bir anlamda kurgu olarak anlaşılıyor. Portrenin en geleneksel değerlerinden biri ebediyet iken, günümüzde fotoğraf ve dijital medya popülerliği görüntünün geçici ve fani olduğuna dair bir algı yarattı. Kimlik ise, Oscar Muñoz’un videosunda da gördüğümüz gibi dalgalı ve dengeye getirmesi zor bir kavram. Çağdaş portreler, izleyiciye aklındaki soruları tekrarlatacak bakışlar atıyor: Onlar kim? Onları nasıl görüyorum? Ben kimim? Onlar beni nasıl görüyor?
Portrenin ve temsiliyetin değişen doğası kimlik kavramına nasıl yansıyor?
Portre, kaçınılmaz olarak toplumsal kimlik ve ideolojik değişimlere bağlı şekilleniyor. Günümüz dünyasında kimlik, hassas bir konu olmasının yanında uçucu bir kavram. Portreler aynı zamanda "başka" olan "ben"in yansımasını tanımlayan görünümlerdir. Çağdaş sanatçılar insan kimliğini keşfederken, temsiliyeti geleneksel ve kurgusal üzerinden aktarırlar. Cindy Sherman'ın cinsel kimlik ve fotografik realizm konseptlerini her ikisinin de imgesel gücünü vurgulayarak verdiği otoportre çalışmaları da buna iyi bir örnek olabilir.
Serginin başlığında “Portreler ve Diğer Kurmacalar” vurgusunu görüyoruz. Portrede gerçeklik ve kurmaca nasıl bir ilişkide konumlanıyor?
Gelenekselin benzeri yaratma eğiliminden farklı olarak çağdaş portreler temsiliyet arayışı içindedirler. Sanatçılar bugün, geleneksel anlamda gerçek kabul edilen görünümden başlayarak kişisel kimliğin portresini üretme çabasındadırlar. “Bana Bak!” sergisi de portreyi kurgu üzerinden ele alıyor; Rineke Djistra, Carlos Pazos veya Stefan Hablutzel eserlerinde portre geleneğini keşfederken Gillian Wearing, Antoni Tàpies, Jean-Michel Basquiat ya da yukarıda bahsettiğim Cindy Sherman kimliği maske, kılık değiştirme ya da makyaj kurgusuyla ele alıyor. Sharon Lockhart’ın fotoğrafları ise kurgu konseptini üst bir konuma taşıyor; portre içinde portre ile yaratılan senaryolarla izleyiciyi aynı resim üzerine gerçek ve temsili karakterin ayrımını yapmaya yönlendiriyor.
Portrenin belgesel niteliği fotoğrafın icadıyla nasıl bir yön değiştirdi?
Portre hala hafızayı temsil etse de belgesel niteliği foto muhabirlik alanında daha anlamlı. Bu sergideki sanatçılar da belgeyi farklı alanları keşfetmek üzere kullanıyor. Örneğin Christian Boltanski, gazete arşivlerinden manipüle ederek kullandığı fotoğraflar ile görselin zaman karşısındaki kırılganlığını sorguluyor.
Çağdaş portre, fiziki görünüm ve karakter arasındaki ilişkiyi nasıl yorumlar?
Portreyi bireyin fiziki ve psikolojik doğasının bir sentezi olarak görebiliriz. Bazı ikonografik detaylar modelin karakterine dair ip uçları taşır. Hatta portreler, sadece bir görsel olmalarına rağmen duygu ve tavır da iletirler. Çağdaş sanatta portre, sanatçılar görüntüyü başlangıç noktaları olarak aldıkları için daha çok görünümle ilgilidir. Duygular da bir görüntüdür.
Portrenin hangi özelliği, onu bu derece yaygın bir sergi teması yaptı? Diğer bir deyişle, bu serginin vurgusu neden portreyi de içeren bir tema üzerinde değil de doğrudan portre türüne yoğunlaştı?
Röportaj boyunca anlatmaya çalıştığım üzere, sergi aslında portrenin gerçeklik ve doğruluk konseptlerini karakterize ettiği belirli bir türüne odaklanıyor. Bu portreler, görüntünün doğası, bedenin idealize edilmesi, reprodüksiyonun yapay doğası ve yöntemleri ile yakından bağlantılı. Sergilenen eserler, izleyiciyi kimlik kavramı ile görselin kendini ve “diğer”ini tanımlamada oynadığı rol üzerinde düşünmeye davet ediyor. “Bana Bak!” sergisinin kendimize bakmamız ve görüntülerin hayatımızı, hafızamızı ve kim olduğumuza ya da kendimizi nasıl gördüğümüze dair algılarımızı nasıl etkilediğini keşfetmemiz için bir fırsat olduğunu söyleyebiliriz.