Mahir Karayazı: Genç bir şairin ‘kök’ arayışı
Şairin yenilik arayışının daha çok teknik, yapısal ve dilsel sorunlara odaklandığını görüyoruz. Ancak deneyimler gösteriyor ki salt biçimselliğin öne çıkarıldığı arayışlar şiir için yeterli olmuyor, olmamıştır. Şiir yazmak için bir dava, bir iddia; dünyaya, hayata dair bir “dert”in, eskilerin deyişiyle bir “yara”nın varlığı halen şart. Mahir Karayazı, ilk kitabından sonra geçen süreçte şiire pek fazla zaman ayırmamış gibi görünüyor.
DUVAR - “Anız”, ilk şiiri Varlık dergisinde 2003 yılında çıkan Mahir Karayazı’nın ikinci şiir kitabının adı. Karayazı 1980 doğumlu bir şair. İlk kitabı Yasak Meyve yayınlarından çıkmış. 2009’da okurla buluşan kitabının adı “Beş Taş”. Mahir Karayazı, şiirin yanı sıra öykü de yazıyor. Aynı zamanda söyleşiler, röportajlar yapmış, belgeseller hazırlamış, kısa filmler çekmiş... “Dağınık Harfler Sokağı” adında bir de fanzin çıkarmış. Mahir Karayazı’nın ikinci kitabı, Yitik Ülke yayınlarından çıktı. “Anız” bir şiir kitabı olarak adıyla ve oylumuyla “olması gerektiği gibi”… Şairin “toplu” ya da “bütün yapıtlar”ının haricinde, kitapların birkaç formayı geçmeyecek biçimde yayımlanması sanki şiire daha çok yakışıyor. İçindeki şiirlerin biçim ve biçemsel niteliği kadar uzunluğu, sayfa sayısı, tematik ve konu bütünlüğü gibi unsurlar da şiir kitabında belirleyici oluyor.
Bu yönüyle bakıldığında “Anız”, “şiir kitabı gibi bir kitap” izlenimi veriyor. Okur olarak kitaba, sorabildiğimiz kadar çok soru sorma hakkımız vardır. Benim için kitaplara, ama özellikle şiir kitaplarına soru sormak, aynı zamanda bir diyalog kurma talebidir. Yapıtla konuşabildiğim ölçüde ona yaklaşabiliyorum çünkü. Kitaplara ama ille de şiir kitaplarına yönelttiğim ilk soru genellikle adıyla ilgili olur. Bunda şiir kitabını okumaya adından başlamamın etken olduğunu söylemeliyim.
Öyleyse soralım; acaba “Anız” adı, kitap için ne anlama geliyor, ne ifade ediyor? Şair okuru belli ki kitabını, bu bir tek sözcüğün oluşturduğu ad, imge ve onun ucu açık çağrışımları üzerinden okumaya davet ediyor.. Şiir kitabının adı aynı zamanda bir bakıştır. Ad olarak kapağa yerleşen bakış!.. “Anız” nereye bakıyor?.. Bu soru ister istemez, önce “Anız” sözcüğünün anlamına ve çağrışımlarına dikkat kesilmemizi gerektiriyor. Öyle yapalım!.. “Anız”, sözlükte kısaca, biçilen ekinin toprakta kalan kök ve saplarına verilen isim olarak tanımlanıyor. Sözcüğün tanımını takip eden şu uyarıyı da aktaralım: “Anızların yakılarak yok edilmesi oldukça yaygın bir durum olmakla beraber bilimsel olarak anız yakımı zararlıdır.”
ŞİİRİN PUSULASI: YAKMAK
“Anız” sözcüğü genel olarak yakmak eylemiyle birlikte kullanılıyor. “Anız yakmak” ekin biçildikten bir süre sonra, üretim aracı olarak kullanılan tarla toprağının yeniden ekime hazırlanması için mecburiyet gibi… Mahir Karayazı’nın şiirlerinin pusulası olan “Anız” ve “söylenmeden dile getirilen” “yakmak” imgeleriyle okuru nereye, neden yönlendirdiğine daha içeriden bakabiliriz artık. Bilinir; şiirde, şairin sözünde anlamın oluşmasında, duygunun aktarımında, duyarlılığın dile getirilmesinde söylenen kadar söylenmeyen de önemlidir. Karayazı, “Anız” demiş sözü bırakmış. Bu sözü kesmenin, kesilmenin üzerinde durmak gerek. Mahir Karayazı ilk şiirlerinde ve onları bir araya getirdiği ilk kitabında biçimsel arayışıyla dikkat çekmişti. Özellikle anlam ve söz dizimiyle ilgili giriştiği deney dikkat çekiciydi. “Beş Taş” kitabında yer alan şu dizelerde de görüldüğü gibi:
ağzının kenarında biraz Samatya kalmışdeyip siliyor annem camları
sırtlarken çınlıyor kulaklarım sur
çizip boyarken ahşap
evlerde uyku yarım perdeler tastamam
kaplıyor hayatı kapıdan geçen eskici
iki büyük leğen eder
deyip değiştiriyor annem geceyi.
“Kök” arayışı, insan için başlı başına bir “derttir”. Hem bireysel hem de sosyal boyutu olan önemli bir sorundur. Varlık ve varoluş açısından kapatılması gereken bir hesaptır. Daha da açarak söylersek “kök”le ilgili arayış, modern çağın temel sorunlarındandır. Modern şair ve şiirin de başa çıkmak için boğuştuğu büyük bir sorun, açılması gereken bir düğümdür. Öyleyse okumamızda “Anız”la “kök” arasındaki anlam bağını düşünerek yol alabiliriz. O zaman, işaretleri takip ederek şu saptamaya vardığımızı söyleyelim: Mahir Karayazı’nın kitabının adının anlam ve çağrışımları gösteriyor ki şairin sorunu “kök”le ilgili. Turgut Uyar, “herkes nasıl durmuşsa öyle söyler / ben de nasıl durdumsa öyle söyledim ” diyor bir şiirinde. Mahir Karayazı’nın da nasıl duruyorsa öyle söylediğini görüyoruz… Öteden beri durduğu gibi söylemeyen, söylediği gibi durmayan ne çok ismin şiire doluştuğunu da hatırlatalım yeri gelmişken. Aktaracağım dizeler Karayazı’nın son kitabında yer alan “Gidilmeyen Bir Yoldan Geriye…” başlıklı ilk şiirin ilk bölümünden:
bir türküdürgünlerden beri ağzımda
sevişsem bulut öykünsem yağmur
kısalmayan nehirler gibi
'ÇİZGİ' DEĞİŞİKLİĞİ
Son kitabında yer alan şiirlere bakılırsa Karayazı, bir önceki kitabındaki şiirlerde görülen yöneliminden ve o doğrultudaki arayışından vazgeçmiş. Bu bir “çizgi” değişikliği olarak da yorumlanabilir. Kitabın ilk şiirinin başlığı da bunu ifade ediyor: “Gidilmeyen Bir Yoldan Geriye…” Bir şair olarak belki de “kök” arayışı, onu özgün ve deneysel uçlara doğru ilerlemek yerine geçmişin deneyimine, birikimine, verili, kurulu, var olana dönmeye yöneltmiş. Buna bir çeşit rücu da diyebiliriz. Arayışını, geleneksel şiir birikiminin marjının içinde kalarak sürdürmeye karar vermiş görünüyor. Kitapta modern Türkçe şiirin önemli dönüşümlerinin gerçekleştiği dönemlerin ve dalgaların oluşturduğu deneyim ve birikimden izler taşıyan şiirler dikkat çekiyor. Muhtemelen “kök” arayışı onu, bu dönemlerin ve dalgaların haddesinden geçmeye yöneltmiş. Örneğin “Gidilmeyen Bir Yoldan Geriye” başlıklı şiir büyük ölçüde İkinci Yeni’nin dil, biçim ve biçem deneyimine yaslanarak kurulmuş gibi:
günlerden perşembe olabilirgörebilir kendinden başkalarını aynada
ama kurtulmuştur isminden
vurup asasını bir şehre
bölmüştür ikiye
bulmuştur
devlet denilenin deniz korkusunu
“Ben O Uzak” başlıklı şiirindeyse seksenlerin şiir deneyiminden, birikiminden kendine katacakları, daha doğrusu nasıl yararlanacağı konusunda kararsız bir yaklaşım içinde olduğu izlenimi yansıyor. Söz konusu şiirden birkaç dize okuyalım:
yağma’dan dökülüyorum bulutlarla çarpışmış göğsümdensessizliği dinliyorum kimsesizliği
ıssızlık nesneyle bitiyor
anlıyorum boşluktaki beni
Geçmişin yenilenme dönemlerinden kendisine kaynak arayışı yetmişlerle, altmışlarla, Nâzım Hikmet’in deneyimiyle alışverişe girerek sürüyor. Şu dizeler “Dokun… Acıma…” başlıklı şiirden:
ne zor sevdiğim insandan savaşçı yapmak
gülden havva, ademden âşık, aşktan suç
suçtan çocuk, çocuktan açlık, açlıktan ölüm
soğuktan ölüm, kimsesizlikten ölüm…
ölümden tanrı yapmak
GELENEĞİ REDDEDEN ANLAYIŞ
Mahir Karayazı’nın da içinde yer aldığı ikibinli yılların genç şairinin en önemli iddiası, şiirin geleneksel dilini, kurgusunu, anlatısını, biçimini değiştirmekti. Bu iddianın haklı ve geçerli olduğu nokta şuydu: “Seksen sonrası şiiri” olarak adlandırabileceğimiz anlayış, “zincirin kopmuş halkaları”nı birbirine ekleyerek her ne pahasına olursa olsun geleneğin yüceltilmesini savunuyordu.
Ancak savundukları gelenek, geçmişin suya sabuna dokunmayan şairlerin şiirlerinden oluşan “çizgi”den ibaretti. “Seksen sonrası şiiri”nin temsilcisi olarak söz alanlar geçmişin çoktan eskitilmiş, aşılmış şiirinin tekrarından, yeniden üretiminden yana tezler öne sürüyorlardı. Doksanlı yıllarda bu yaklaşımın cenderesinden çıkmaya dönük girişimler oldu. Ancak ikibinli yıllara gelindiğinde “seksen sonrası şiiri” olarak tanımladığımız anlayışın domine ettiği bir ortam oluşmaya başlamıştı.
Şiir, adeta “kuru gürültü”den ibaret olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Genç şairin buna itirazı vardı ve haklıydı. İkibinli yılların şiirinde “eğilimler patlaması” diyebileceğimiz çok farklı yönelişler ortaya çıktı. Barajın kapakları açılmış gibiydi. Birçok şiir anlayışı aynı anda kendine zemin aramakta, alan açma çabası içinde görünüyordu. İkibinli yıllarda ilk on yıl tamamlandığında sular durulmaya başladı.
Eğilimler de ana hatlarıyla belirdi. Bir bakıma sel gitti, kum kaldı. Şiirde iki büyük kanat oluştu. Halen yazılmakta olan şiiri büyük ölçüde şair kadınların ve Türkçe yazan, ancak Kürt ya da Kürt kültürüne, kimliğine ait isimlerin şiirleri belirlemekte. Bu iki toplumsal kesimde de gerçekten yürütülen bir “dava” söz konusu. Onun için bunda şaşılacak bir şey yok. Çünkü hayatla, dünyayla kim karşılaşma, yüzleşme, hesaplaşma cesaretini gösteriyorsa şiir onun dilinden çıkıyor…
Onun dili, duygusu, düşüncesi, duyarlılığı daha etkili biçimde şiire dönüşüyor. Esas olarak şiirin kalbi, sözünü ettiğimiz kanatların altında atıyor. Gerçek anlamda bugün şiiri uçuran, “davası” (isterseniz iddiası deyin) olan bu iki kanat uçurmaktadır. Kadın ve Kürt olmayan genç şairin yenilik arayışının daha çok teknik, yapısal ve dilsel sorunlara odaklandığını görüyoruz. Ancak deneyimler gösteriyor ki salt biçimselliğin öne çıkarıldığı arayışlar şiir için yeterli olmuyor, olmamıştır. Şiir yazmak için bir dava, bir iddia; dünyaya, hayata dair bir “dert”in, eskilerin deyişiyle bir “yara”nın varlığı halen şart.
Şiir etik değer oluşturabildiği müddetçe estetik beğeni yaratabiliyor. Denebilir ki günümüzde “yara”sız insan yok. Doğru ama hepsinde bir şiir dili, şiir gözü, şair sözü bulunmuyor. Mahir Karayazı, ilk kitabından sonra geçen süreçte şiire pek fazla zaman ayırmamış gibi görünüyor. Oysa “Gülüşü” başlıklı şiirinde yer alan şu betik gösteriyor ki onun geliştirebileceği şair sözü de, şiir dili de var:
bir gülüşü varsanırsın kuşlar
kuru dallarda yaprak olmuş
Yine de şiiri ihmal edip etmediğini düşünmeyi Karayazı’nın kendisine bırakalım. O “devlet denilenin deniz korkusunu” saptayan ve “çiçeğe kaçan çocuklar”dan söz eden biri ne de olsa… Sonuç olarak söylersek, hâlâ genç bir şair… Dile getirilecek söz bitmez. Hayatın ve dünyanın bireysel ve toplumsal yükünün ağırlığını hissedenler, bir “dava” edinenler için yazılacak şiir çok. Türkçe de şiir yazmak için hâlâ son derece elverişli bir dil… Son olarak şunu da eklemek istiyorum: “Bir şairin dili yeniden üretmeden dili bozma çabası, kendine ihanettir” diyen sese kulak vermek gerekir. “Anız”da “Belli ki” başlıklı şiirde “nietsizche”, “öpüşmüşümken” “çarmığına” sözcükleri kullanıldığı şekliyle dili yeniden üretmediği gibi söze de, anlama da bir katkı sağlamıyor. Şiirde karar kılar da devam ederse umarız “Anız”dan sonraki dönem Mahir Karayazı için bir sıçrama getirir… “Anız” okur için son yılların şiirine ilişkin “minör” de olsa bir izlenim edinme imkânı sunuyor. Şair içinse bir “karar verme” kitabı gibi diyebiliriz…
BU AYIN DERGİLERİ
Yeni bir edebiyat dergisi
İki ayda bir yayımlanacak edebiyat dergisi Yıldız Tozu, yayın yolculuğuna başladı. Derginin Nisan Mayıs 2018 tarihli birinci sayısı okuruna merhaba dedi. Dergide şiirleriyle yer alan isimler şöyle: Levent Karataş, Ali Hikmet Eren, Seyhan Özdamar, Naile Dire, Mehmet Karaca, Enis Akın, Serdar İleri, Elif Karık, Dürüye Atar, Rahmi Emeç, Örsan Gürkan ve Dilek Değerli...
ETKİNLİK… SÖYLEŞİ…
Yarın sona erecek olan 23. TÜYAP İzmir Kitap Fuarı’nda bugün “Aydınlığa Yolculuklar: Şiirdeki Müzik, Müzikteki Şiir” konulu söyleşi saat 18.15’te başlayacak. Etkinliğe Ataol Behramoğlu konuşmacı olarak katılacak. Söyleşi konferans salonu II’de gerçekleştirilecek. Fuarın son gününde saat 13.15’te başlayacak “Şiirle Direniş, Direnişin Şiiri” konulu söyleşi Konferans Salonu I’de yapılacak. Söyleşiye konuşmacı olarak Nihat Behram ve Tuğrul Keskin yer alacak. Yarın saat 17.00’de Konferans Salonu II’de başlayacak bir başka söyleşinin başlığı “Şiirle Bakmak”. Etkinliğe A. Ali Ural konuşmacı olarak katılacak.
DERKENAR…
Cemal Safi ‘büyük’ şair midir?
Geçen günlerde yaşamını yitiren ve Orhan Gencebay başta olmak üzere birçok arabesk sanatçısının söylediği şarkıların söz yazarı olan Cemal Safi, medyada yer alan ölüm haberinde “büyük şair”, “usta şair” gibi nitelemelerle sunuldu. Bu niteleme ister istemez şairliğin ne olduğunu da sorgulamayı gündeme getirdi. Güfte, söz yazarı, şair midir? Yazdığı sözler arabesk şarkılara güfte olan birinin şair olarak nitelenmesi, usta şair olarak anılması doğru mudur? Safi’nin yazdıkları “Hüzün eken, hüsran biçer sevdiğim” , “Adet ettin aşk dersini asmayı” gibi özgünlüğünü, duygusunu, duyarlılığını kaybetmiş, yaratıcılığı olmayan bu yönüyle de şiirden nasibini almamış, klişeleşmiş deyişlerin yinelendiği cümlelerden ibaret. Böylesine şiir değeri taşımayan deyişler arabesk şarkılara söz olabilir. Ancak yazdıklarının niteliğinin estetik seviyesi bu ve benzeri cümlelerden ibaret olan biri nasıl “usta” ya da “büyük” şair diye sunulabilir?
Devlet şair deyince biz de mi şair diyeceğiz. Anadolu Ajansı ya da benzeri bir haber kaynağı dedi diye "olmayanı" var mı kabul edeceğiz… Safi’ye şiir dalında TDK ödülü verilmiş. Hangi ölçütlerle, hangi jüri tarafından? 12 Eylül ürünü TDK’nin saygınlığı nedir? Aslında bir arabesk şarkı sözü yazarının “usta” şair, “büyük” şair gibi sıfatlarla nitelenmesi yalnızca haberle sınırlı bir ifade değildir. Bu aynı zamanda bir niyet sunumudur… Bundan böyle şiirin ne olacağına, şairin kim olduğuna ilişkin bir yönlendirme girişimi, zemin yoklama söz konusu… Bu tanımlama, kelimenin tam anlamıyla şiire ve şaire hakaret olmuştur. Modern Türkçe şiirin yüzyılı aşan deney ve birikimi de, o birikimin yaratıcıları da böyle bir hakareti asla hak etmiyor?