Harun Güzeloğlu: Tiyatronun tarafı bellidir!
Tiyatro yönetmeni Harun Güzeloğlu ile yazıp yönettiği “Gölgeler” ve yazarlığını üstlendiği “Kırk Bir” isimli oyunlar üzerine konuştuk. Güzeloğlu, "Günümüze kadar kalmış olan oyun metinlerine, hepsinin bir derdi vardır. Ve bu dert hep insana dairdir. İnsanlaşmaya dairdir. Tiyatroyu özel olarak herhangi bir mücadelenin konusuna zorlamanın gereği yok bence. Tiyatro sanatı iyiyi, doğruyu ve güzeli aramaya devam ettiği sürece ki aksi denense de yapılamıyor, taraftır. Tarafı da bellidir" dedi.
DUVAR - Nazım Hikmet’in “Taranta Babu” isimli eserini sahneye taşıyan ve yönetmenliğini üstlenen Harun Güzeloğlu, bu sezon da yazıp yönettiği “Gölgeler” ve yazarlığını üstlendiği “Kırk Bir” isimli oyunu ile tiyatroyla olan sıcak ilişkisine devam ediyor. Gündeme ve güncel olana dair fikriyatını, sanatsal bir yolla ifade etmeye çalışan ve bu üretimini süreklileştiren Güzeloğlu, tiyatroya dair düşüncesini "Tiyatro tarih boyunca ezilenin, iyinin, âşık olanın, sevenin, emeğin, erdemin vs. tarafında olmuştur" sözleriyle açıklıyor. Güzeloğlu ile üretimin içinde olduğu oyunlarını konuştuk.
Harun Güzeloğlu kimdir? Tiyatroyla olan ilişkisi nasıl başladı?
Adana’da doğdum büyüdüm. Tiyatroyla üniversite yıllarımda Ankara’da tanıştım diyebilirim. Çünkü yetiştiğim ortamda tiyatro takip edilen bir sanat değildi, hatta öyle özendirici filan bir etken yoktu çevremde. Bu sebeple tanışıklığımız geç başladı diyebilirim tiyatroyla. Ama hızlı başladı. Ankara Sanat Tiyatrosu o dönemlerde açtığı sınavla kursiyer alıyordu. Ben de o sınava girdim, sadece şansımı denemek içindi, ama kazandım. Ve sonrası bu güne kadar süren acı tatlı bir hikâye.
'HER ŞEY SANDALDAKİ BİRKAÇ KİŞİYLE BAŞLADI'
Kurucusu olduğunuz “Oyun Sandalı” isimli tiyatro grubu nasıl ortaya çıktı? Bu sezon devam ettiğiniz oyunlar nelerdir?
Oyun Sandalı fikri sevgili dostum Cansu Fırıncı ile ortaya çıkardığımız bir oluşum. “Her şey sandaldaki birkaç kişiyle başladı” diye sloganlaştırdığımız bir cümle var. Yola Hayyam Ab-ı Hayat isimli oyunumuzla koyulduk. İki kişi başladık bu sürece. Sonrasında yaşam koşullarımızın dayattığı bir üç buçuk yıl aranın ardından geçen yıl yeniden başladık. Yine ikimiz başladık. Nazım Hikmet’in Taranta Babu’sunu sahneye taşıdık bu kez. Ben yönettim, Cansu oynuyor. Geçen mayıs ayından bu yana otuz beş temsile ulaştık.
Bu sezon itibariyle de sandalı batırmayacak bir sayıyla çoğalıyoruz. Mart ayında aramıza yeni katılan iki oyuncu arkadaşımız Teoman Gelmez ve Serkan Çetinkaya ile benim yazdığım ve yönettiğim Gölgeler oyununu sahnelemeye başladık. Şimdi bir de yeni bir projenin provaları devam ediyor, Furuğ Ferruhzad. Hayatı ve eserlerinden ben oyunlaştırdım ve Derya Günaydın oynuyor. İlk kez buradan prömiyer tarihini de duyurmuş olayım. Furuğ Ferruhzad 18 mayıs Cuma 20.30’da Nazım Hikmet Kültür Merkezi – Kadıköy’de prömiyer yapacak. O bittikten hemen sonra da ekim ayında sahnelemeye başlayacağımız Komünist Manifesto’nun ön hazırlıklarına girişeceğiz. Yoğun bir programımız var anlaşılacağı üzere.
Alternatif tiyatro yapan bir yönetmen olarak gelecekle ilgili kaygılarınız nelerdir?
Gelecekle ilgili tek kaygım insanlığın başına bela aldığı şu kapitalizm denen illetin bir gün hepimize ağır bedeller ödeteceğini biliyor olmam. Savaş tamtamları gene çalmaya başladı. Egemenler bir türlü doymuyor. OHAL normalleşti. Seçme hakkımız gasp edilmek üzere. Say say bitmez bir sorunlar yumağı üzerimize doğru geliyor. Diğer yandan tiyatronun geleceğiyle ilgili özel olarak kaygılarım yok diyebilirim. Çünkü tiyatro sanatı ilk bahsettiğim problemlerden ayrı bir şey değil. Kaynağını sadece ve sadece insandan alan bir sanatın insanın serüveninden ayrı düşünülmesi olası değil.
İstanbul’da sergilenen oyun sayısı her geçen gün artarken, seyirci sayısı da artış göstermekte… Seyircinin ilgisinin alternatif tiyatroya doğru kaymasının nesnel sebepleri nelerdir?
Her şeyden önce konu ve biçim çeşitliliği. Seyirci bu arayışları sevmeye başladı bence. Bir de tabii ki alternatif tiyatroların daha titiz çalışmaya başlaması ve ustalaşması. Seyirci bu iyiye giden tarafı fark etti ve daha çeşitli ve daha sık alternatif işleri takip etmeye başladı diyebilirim.
“Gölgeler” neyi anlatıyor? Neden bu metni yazmayı tercih ettiniz?
Gölgeler iç savaşta kendi taraflarından kaçmış iki adamın hikâyesi. Bu iki kaçak yıkık bir duvarın dibinde bir şekilde karşılaşırlar ve sonra hikâyeleri hiç umulmadık bir yerde kesişir. İçinde Ortadoğu’daki bir ülkede iç savaş çıkmasına sebep olabilecek her şeyin tartışıldığı bir oyun oldu. Aynı zamanda küçücük ve yıkık bir duvarın ardına sığınmış olmanın, aralarındaki sıradan benzerliklerin ama bir o kadar da derin farklılıkların doğal işlenişi epey komik öğe taşıyor. Bu oyunu yazma isteğim Suriye’deki savaşla birlikte başladı. Çok üzücü bir süreç yaşanıyordu ve hala da devam ediyor. Birbirine kardeş halkların bu duruma gelmesi, getirilmesi çok korkunç gerçekten. Gölgeler de işte bu süreci irdelemek üzere yazıldı diyebilirim. Bu arada çok yakında sözünü ettiğimiz oyunlar Yazılama Yayınevi’nden kitap olarak da çıkıyor, merak edenler için not olarak söyleyeyim.
Son olarak Nevzat Süs’ün yönetmenliğini yaptığı “Kırk Bir” isimli oyunun metin yazarlığını yaptınız. Bu oyun, güne ve güncele dair pek çok şey söyleyen ve biçimsel olarak deneysel bir yapıya bürünen anlatıya sahip… Metin nasıl çıktı ortaya?
Metin çok basit bir fikirle uğraşırken çıktı ortaya. Aydınlık ve karanlık arasında süre giden çatışmayı somut, basit bir düzleme doğru sadeleştirme isteğimden doğdu. Oyunun biçimi ve arkasında anlatılan distopik denebilecek olan hikâye birbiriyle tam bir uyum içinde bu sebeple. Birinden birini tercih etme şansınız neredeyse yok diyebilirim. Bir de o metinde başka bir şey daha var. O da sahne ya da epizod denebilecek ayrımların bu oyunda somut bir sahne aksesuarıyla ayrılmış olması. Daha fazla anlatmadan gidip izleyin derim bir de…
Yaratıcısı olduğunuz oyunların ortak noktası, politik düşüncenizin ve bu düşünce biçiminizin sanatsal bir yol ile ifade edilişi olduğu yönünde… Sizce, tiyatro devrimci mücadelenin içinde ne derecede var? Tiyatro “sıradan insan”a ne vaat ediyor?
Bu saptama kesinlikle doğru. Ama klasik bir cevapla başlayayım, politik olmayan ne var ki? Politik olandan uzaklaşma isteği de aslında politik bir tavır değil midir? vs diye uzayabilir. Şunu söylemeliyim ki, yazılan her oyun tiyatronun binlerce yıllık yapısallaşması sürecinde meselesiz var olamamıştır. Bakın günümüze kadar kalmış olan oyun metinlerine, hepsinin bir derdi vardır. Ve bu dert hep insana dairdir. İnsanlaşmaya dairdir. Tiyatroyu özel olarak herhangi bir mücadelenin konusuna zorlamanın gereği yok bence. Tiyatro sanatı iyiyi, doğruyu ve güzeli aramaya devam ettiği sürece ki aksi denense de yapılamıyor, taraftır. Tarafı da bellidir. Tiyatro tarih boyunca ezilenin, iyinin, âşık olanın, sevenin, emeğin, erdemin vs tarafında olmuştur. Daha ne olsun? Tiyatro insana çoklu düşünebilmeyi ve sıradan düşünmenin sınırlarını aşabilmeyi vaat ediyor bana göre.
Nerede, hangi günlerde oynuyorsunuz?
Bu nisan ve mayıs ayı için zorlu bir soru oldu. Epey ayrı salon ve tarih var çünkü. Sırasıyla, Taranta Babu 25 Nisan 20.30 Kartal Uğur Mumcu KM, 28 Nisan 20.30 Kumbaracı 50, 09 Mayıs 20.30 Konak Halk Sahnesi – İzmir, 22 Mayıs 20.30 Baba Sahne, 28 Mayıs 20.30 Oyun Atölyesi, Gölgeler – 25 Nisan 20.30 NHKM – Kadıköy, 29 Nisan 19.00 Sanat Mahal – Bursa, 08 Mayıs 20.30 NHKM – Kadıköy Furuğ Ferruhzad – 18 Mayıs 20.30 NHKM – Kadıköy (Prömiyer), 23 Mayıs 20.30 Küçük Salon... Herkesi tiyatronun aydınlığına davet ediyorum. Tiyatrolara gidin, yapıcılarını yalnız bırakmayın. Bizim size, sizin de bize ekmek kadar, su kadar ihtiyacımız olduğunu unutmayın.