Bulutsuzluk Özlemi Şeyh Bedreddin'le geliyor
Nejat Yavaşoğulları, Bulutsuzluk Özlemi'nin kuruluşu öncesinde başlayan ve yarım kalan Şeyh Bedreddin projesini şimdi grubuyla birlikte hayata geçirmeye hazırlanıyor. Projede senfoni orkestrası ve koro da yer alacak.
DUVAR - Bulutsuzluk Özlemi'nin solisti Nejat Yavaşoğulları Nazım Hikmet’in ‘Şeyh Bedreddin Destanı’nı seslendirecekleri yeni albüm öncesi Posta gazetesinden Nilüfer Türkoğlu'nun soruların yanıtladı. Yavaşoğulları destanı senfoni orkestrası ve koro ile beraber söyleyeceklerini açıkladı. Yavaşoğulları'nın açıklamaları şöyle:
Siz bir şarkınızda “Evinde gitarın var mı?” diye soruyordunuz. Ben de size evinizde beslediğiniz bir hayvan var mı diye sorayım.
Var. Kapının önüne on yıl kadar önce yavruyken bırakılan Tenten var; eve tanıdıklarının dışında kimseyi sokmuyor. Barınaktan alınan Mercan var; çok uslu ve sessiz. Ayvalık’ta sokaktan kurtarılan benim Karagöz dediğim ama Rubi olarak bilinen başta olmak üzere üç köpek var evde. Bunun dışında da, evin karşısındaki çitlembik ağacında yaşayan bir karga var. Kim bilir kaç yıldır orada, belki de benim dedemi de tanıyordur. Onu da saymak lazım.
Türkiye’deki ilk sokak hayvanları festivali için Ayvalık’ta çaldınız geçen hafta...
Evet Ayvalık’ta evim olduğunu bilen Ayvalıklı hayvanseverler benden böyle bir sokak hayvanları festivaline katılmamı istedi. Sıkışık bir zaman aralığında da olsam bu etkinliğe katılmak istedim.
Sonra turne mi başlıyor?
Başladı bile… 12 Ağustos’ta Datça’da ve 15 Ağustos’ta Foça’da konserlerimiz olacak, önümüzdeki günlerde.
O kadar yıl onca turne... Unutamadığınız bir sürü anı vardır. Mesela?
Evet çok anı var gerçekten. Bir anda insanın aklına gelmiyor ama şu anda aklıma ilk gelen, 1994 yılı olmalı. Alaşehir’de konser verirken bizimle o gün sürekli ilgilenen genç bir arkadaş vardı. Gece vakti nerede bir şeyler yiyebiliriz diye sorduğumuzda bizi arabalı bir köfteciye götürdü. Köfteler nefisti. Daha sonra aynı genç, sahibi olduğu radyo istasyonuna katılmak üzere programa götürdü bizi. Radyo binası iki katlı, alçak tavanlı küçücük geleneksel bir evdi. Eve zor sığdık. Ayakkabılar alt katta çıkarılıyordu. Orası aynı zamanda gencin ailesi ile yaşadığı yerdi. Girişte gıcırdayan tahta merdivenlerle çıktığımız üst kattaki iki küçük odadan biri yayın odasıydı. Tek bir priz vardı ve bu prize üst üste takılmış dört tane üçlü priz ve üçlü prizlere takılı onlarca fiş... “İyi ki kontak yapmıyor bu fişler” dediğimi hatırlıyorum. Ama yapmıyordu işte kontak falan ve yayın akıp gidiyordu. Radyo rock müzik radyosuydu; dünyadan örnekler veriyordu. Derken ayağında terliklerle bir teyze, elinde çay tepsisiyle yayın odasına girdi. Gelen kadın bizim genç radyocunun annesiymiş meğer. Bu radyocu arkadaş ‘Dünya Rock Tarihi’ ismiyle kitap yazdığını söylemişti o gece bize. Aynı gece düşündüğüm tek şey bu ülkenin bağrında sınır ve imkan tanımayan ne kadar çok değişik ve zengin insanın yaşadığıydı.
‘Bulutsuzluk Özlemi’ kurulalı ne kadar oldu? Nasıl doğdu?
Benim 15 yaşımdan beri şarkılarım vardı. İçinde yer aldığım amatör gruplarda bazılarını değerlendiriyorduk ama asıl olarak Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık bölümü ve askerlik bittikten sonra müziksiz bir hayatın bana göre olmadığına karar verince grup kuruldu. Bu da 1985-86 yıllarına denk düşüyor. O yıllarda Bilsak’ta konserler düzenleniyordu. Benim şarkılarım olduğu da bilinen bir şeydi ve konser teklifi geldi. Ben de piyanist arkadaşım Sina Koloğlu’nu da besteler daha zengin duyulsun diye işin içine kattım. Prova yaparken iki kişi daha katıldı; Murat Özbey davul, Coşkun Şirinkal bas. Konsere de bir isim vermek isteyince şarkılarımdan birinin adını seçtik bu da ‘Bulutsuzluk Özlemi’ydi. Bu konserin bir özelliği de şu dönemde bitmek üzere olan Nazım Hikmet’in ‘Şeyh Bedreddin Destanı’ndan parçaların da bu konserde yer almasıydı. Grubun ilk konseri sanırım bu oldu, sonra yürüdü gitti.
Hazır Şeyh Bedreddin Destanı’ndan söz etmişken bu projeden bahseder misiniz?
Bir rock müzik grubu olarak destanı senfoni orkestrası ve koro ile beraber söyleyeceğiz. Sona yaklaşıyoruz. Sürekli çalışamayıp araya başka işlerin de girmesiyle biraz uzadı ama 20 Ağustos’ta mix çalışmaları başlıyor. Aslında Bulutsuzluk Özlemi öncesi yüzde otuzu bitmiş bir çalışmaydı. Bulutsuzluk serüveni, devamını engellemişti. Bitiremezsem çok yazık olurdu. Her bakımdan önemli bir çalışma olarak tarihe geçeceğini düşünüyorum. Tabii ki son kararı dinleyenler verecektir.
Grubunuzun isminin nereden geldiğini herkesin bilmediğine eminim. Nedir bu ‘Bulutsuzluk Özlemi’?
Mümtaz Soysal’ın bir makalesinin adıydı ‘Bulutsuzluk Özlemi’. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarıyla ilgiliydi ve bana o yıllarda ilham kaynağı olmuştu. ”Bulutsuzluk Özlemi sardıysa beni kanat takıp Deniz gibi uçmam mı lazım...yok, yok...”
‘Bulutsuzluk Özlemi’ni kurarken en çok ‘The Beatles’tan mı etkilendiniz? Siz de John Lennon’ı andırıyorsunuz hafiften.
Beatles ilk başta çok etkiliydi. Gruptaki idolüm de önceleri Paul McCartney’di çünkü hem bas çalıp hem şarkı söylüyordu. Ben de bas çalıp söylediğim için Paul’e yakın hissetmiştim kendimi. Ancak ilerleyen zamanlarda John Lennon’ı tanıdıkça ve anladıkça onu sevdim. Öldüğü gün annem beni arayıp “Seninki ölmüş” dediğinde ağladığımı hatırlıyorum. Tam müziğe geri dönmüştü ve yapacaklarını merak ediyordum. Onun müziğinde beni en çok söyleme tarzı etkilemiştir. Daha sonra Led Zeppelin, Deep Purple Jethro Tull gibi klasik dönem rock grupları, Cat Stevens, Neil Young, Bob Dylan, Fikret Kızılok, Moğollar gibi müzisyenler de ilham aldığımız isimler oldu.
Hiç dağılmayı, gruptan bağımsız olmayı düşündünüz mü?
Düşünmedim sayılır, grup olayı zor olsa da. Ancak bana solo albüm yap diyen çok oldu.
Bulutsuzluk Özlemi denince pek çoklarının aklına hep “Sözlerimi Geri Alamam” şarkısı geliyor. Bu şarkıyı bu kadar tanınır ve sevilir kılan ne oldu? Şarkıyı kazıyınca altından nasıl bir hikaye çıkıyor?
Bilmiyorum bunu sosyologlar araştırmalı. İçinde derin bir hikaye olmalı, belki de insanlar o yüzden bu kadar etkilendi şarkıdan. Bir ayrılık şarkısı bu. Bir sabah birdenbire söz ve müziği ile çıkıverdi.
Sizin en sevdiğiniz Bulutsuzluk Özlemi şarkısı hangisi?
Grubun müziğini bilen insanlara göre en iyi şarkı seçimleri farklılıklar gösteriyor. Benim için hepsi aynı önemseme duygusuyla ortaya çıkmış şarkılar. Ayırt etmem zor ama bazen “Güzel sözler yazmışım yahu” dediğim oluyor, geriye dönüp bakınca. Bazı şarkılar zaman içerisinde toplumda mayalanıp daha da değerli hale geldi. ‘Tepedeki Çimenlik, Cezaevinde Bayram Görüşmesi, Güneye Giderken, Beynim Zonkluyor, Boyalı Kuş, Yetmiyor Yetemiyor’... Daha geçenlerde ‘Güneşimden Kaç’ şarkısının sözlerini ne güzel yazmışım diye düşündüm . ‘Beynim Zonkluyor, Yine Düştük Yollara, Uçtu Uçtu’ favorilerim arasında.
Ekşisözlük’te Bulutsuzluk Özlemi için "Türkiye’nin en abartılmış grubu" diyenler var. Bu tip eleştirilere açık mısınız?
Eleştirilere tabii ki açığım. Ancak “en abartılmış grup” yaklaşımını kesinlikle reddediyorum. Aksine Bulutsuzluk, gereğinden fazla mütevazı kaldı. Bizim yaptığımız dünya ölçüsündeki müzik, çizgisi, sözler, yaptığımız açılımlar, sanatsal tavır, bazı kesimler tarafından yeterince anlaşılamadı. O günlerde birçok kişi “Türkler yapamaz,Türkçe rock olmaz” derken ben “Biz U2’dan iyiyiz” diyordum. Bizden sonra gelenlerin önünü açıldı böylece. Türkiye’de sanatın birçok dalında çok iyi sanatçılar var; rock müzik alanında çok iyi gruplar var. Bu gruplar içinde en önde gelenlerden biridir, Bulutsuzluk Özlemi. Çağdaş müziğin önünü açmıştır.
Türkiye’de sanatın durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bıraksalar uçacağız. Bu ülkenin gerçekten potansiyeli olduğunu görüyorum. Voleybolcu kızlarımız, dünya şampiyonu oluyor. Bir Yasemin Dalkılıç çıkıyor, tüpsüz dünya dalış rekoru kırıyor. Müzikte bizden de müthiş davulcular, gitaristler yetişiyor. Klasik müzikte İdil Biret, Fazıl Say gibi nadide değerlerimiz var. Tüm bunlar toplumun belirli bir kesiminin içinden çıkıyor ne yazık ki... Bir de tüm toplumdan çıktığını düşünelim, neler olur... Bunun için ne olması, ne yapılması gerektiğine okurlar karar versin. Zaten birikimi olan bir toplumuz. Tarihten gelen kökler var; Yunus Emre’ler, Mevlana’lar, İtri’ler, Dede Efendiler ve diğerleri... Atatürk’ün de kıymetini her zaman bilmemiz lazım. Devlet politikaları sanatın önünü açmalı, sanatı tıkamamalıdır. Her şey geçiyor, bir tek toplumları yücelten sanat kalıyor. Ülkelerin büyük ülke olmalarını sağlayan bıraktıkları eserlerdir.
Rock müzik yerine başka bir müzik türü seçmiş olsaydınız bu, ne olurdu? Hiç türkü söyler misiniz mesela?
Rock bana çok uygundu. Nadiren türkü söylerim zira önemini bilirim. Veysel’in, Mahsuni’nin, Ali Ekber Çiçek’in, Neşet Ertaş’ın felsefelerini bilirim. Her birinin benim şarkılarımda izleri var.
Kendinizi en iyi gördüğünüz yer müzisyenlik mi, şarkıcılık mı yoksa söz-beste yazarlığı mı?
Sanırım söz-beste yazarlığı ama iyi bir müzisyen olarak da görürüm kendimi.
Bir röportajınızda “Okuyan insana ‘elit’ demek kadar tehlikeli bir şey yok” dediniz. Türkiye’de okumak ‘elitistlik’ olarak mı görünüyor?
Eskiden öyle bir şey yoktu. Eskiler, bu toplumda kendi içlerinden, mahallelerinden çıkan bir okumuşa sevgi besler, saygı duyardı. Sonradan uydurdular bu elit gibi lafları. Bunlar tehlikeli, yanlış hatta ayıp tutumlar. Herkes okumalı, doğru olan bu.
“Cehalet, mutluluktur” sözüne inanıyor musunuz?
Bilmeden yaşarsan huzursuz olmazsın ama bence önemli olan bilmektir.
Türkiye’de yaşamak için nedenler sıralasanız...
Ülkemi seviyorum. Beni ben yapan değerler burada. Ben bu toplumun ürünüyüm. “Yanıyor mu Yeşil Köşkün Lambası” veya bir Müzeyyen Senar şarkısı benim burnumu sızlatır her zaman.
Nejat Yavaşoğulları bu aralar en çok kimleri dinliyor?
Hiçbir şey heyecanlandırmıyor beni eskisi gibi. Ama Deep Purple’ın davulcusu Ian Paice’ye taktım, onu dinliyorum son günlerde.
Sosyal medyanın hayatlar üzerindeki etkisi nasıl sizce?
Çok büyük etkisi var. Taşın altına elini sokmadan oturdukları yerden atıp tutuyor insanlar. Buna cici şuna kaka diyorlar. Yine de özgürce haberleşmek ve önümüzdeki engelleri, sansürleri aşmak için demokrasi için ihtiyacımız var sosyal medyaya.
Sizce bugünlerde aşk nasıl bir şey?
Aşkın içeriği değişmez, bana kalırsa. Bir delilik, gözün başka bir şeyi görmeme, bir tutku hali...
Peki, hayatı yaşanır kılan şey ne?
Hayatın kendisi, yapılması bitirilmesi gereken çalışmalar.
Bugün dünyanın son günü olsa Nejat Yavaşoğulları neler yapıyor olurdu?
Hiç bilemedim ne yapar insan. Belki geride kimse ve hiçbirşey kalmayacağına göre iyi bir konser vererek son anı yaşamak güzel olurdu.
Yaşasaydı da bir konserini izleyebilseydim dediğiniz, dedikleriniz…
John Lennon ölünce çok üzülmüştüm. Çünkü tam da nerede kalmıştık dercesine bir başlangıç yaptığı sıralarda öldürüldü.
Kiminle düet yapmak isterdiniz?
Rolling Stones, Neil Young.
Bulutsuzluk Özlemi için bir tribute albüm olmayacak mı?
Zaman zaman yapılacağı söyleniyor plak şirketi tarafından daha zamanına var belki de.
Politik şarkılarınızın içine bir tutam espri katmayı seviyorsunuz. Böyle şarkılar yazmaya devam edecek misiniz?
Ben nasıl ve ne konuda bir şarkı yapacağımı planlamıyorum; kendiliğinden oluyor şarkılar, bunu doğru buluyorum. İçimden gelenleri şarkılaştırmaya çalışıyorum.
Aklınızı kafatasınızda tutamayınca neler yapıyorsunuz?
Bir şeyler üretiyorum.
Geçtiğimiz yıl Mimarlık Vakfı’nın başkanı seçildiniz. Hayat boyu mimarlık ve müziği bir arada götürdünüz. En son Kuzguncuk da kentsel dönüşüm alanı ilan edildi. Bir mimar olarak fikrinizi alsam...
Ne diyeyim kentsel dönüşüm adı altında tam bir rantsal dönüşüm yapılıyor. Kentsel dönüşüm demek gökdelen beton demek değildir.