Olmayan imparatorlukların hayranları
Roma’da imparatorluk efsaneleri ile doğup büyüyen İtalyan sanatçı Daniele Sigalot, “Bugünkü İtalyanların Roma İmparatorluğu ile ne alakası var?” diye soruyor. Türklerin de benzer bir psikolojide olduğunu gözlemleyen sanatçı, bu ironi üzerinden Anna Laudel Contemporary’deki 'İmparatorluklar Öncesi' sergisi ile sanat üretimini ortaya koymuş.
Irmak Özer
“Ceddin deden, neslin baban
Hep/en kahraman Türk milleti...”
“Ankara Büyükşehir Belediyesi mehter takımının yöneticisi, 2007’de şöyle demiş: “Mehter takımına girmek isteyen, önce Osmanlı ruhu taşımalı, Göktürkler’den bugüne Türk tarihini bilmelidir”… Başvurularda belirli bir heybet de arıyorlar. Belediyeci “Bıyığı kifayet etmeyen arkadaşlar için” takma bıyık temin ettiklerini belirtmiş.
Sayısız mehter takımının internet sitesi var, hepsi aynı makamdan çalıyor. Mehterin ta 2500 yıl öncesine dayandığını, Türklerin “tarihin karanlık noktalarında” dahi askerî musikinin önemini keşfettiklerini anlatıyorlar… “Türk tarihinin en eski yazılı kaynağı olan Orhun kitabelerinde de” mehtere rastlandığını aktarıyorlar... Hunlardan Osmanlı’ya zıplıyorlar… Osmanlı’nın “Türk topraklarını genişletirken” bunu mehter eşliğinde yaptığını söylüyor, “Türk milletinin kıt’alara yayılmış sesidir” diyorlar mehter için.”
Tanıl Bora, Mehter, Birikim Dergisi[1], 16 Mart 2016
Osmanlı millet değildi, Türkler sadece Osmanlı’nın tebaasından biriydi (ki pek de öyle favorilerden değildi), devletin kuruluşundan yıkılışına geçen süreçte hanedanda Türk soyu kaldığını iddia etmek güçtü, bugün bildiğimiz Mehter Marşı, Muallim İsmail Hakkı Bey tarafından 1917 yılında yazılmıştı yani (üzgünüm derin 'milli' duygucular ama) Osmanlılar 'kahraman Türk milleti' diye bağırarak yürümüyordu. Zaten yürüyemezdi; yeniçeri devşirmeydi. Türk milletine nasıl bir aidiyet beklenebilirdi? Amma velakin, Osmanlı’nın yıkılış döneminde dünya siyasetinin gerektirdiği üzere bir 'millet argümanı'na ihtiyaç vardı ve işte orada bu argümanı sahiplenecek 'Jön Türkler' vardı.
Tarihçi değilim; bununla beraber biraz tarafsız tarih okumak biz Türklerin Osmanlı soyundan gelmediğini anlamak için yeterli. Elbet bu topraklarda yüzyıllarca varlığını sürdürmüş bir imparatorluktan referans alınabilir ama yıl 2018 olduğunda yeni havaalanının adını padişah adı koymayı düşünmek, herkes bir sakin olup düşünebilirse eğer, abesle iştigal etmektir.
13 Eylül itibarıyla şanlı Konstantiniye’ye, Anna Laudel Contemporary’deki 'İmparatorluklar Öncesi' sergisi ile konuk olan İtalyan sanatçı Daniele Sigalot da “Bugünkü İtalyanların Roma İmparatorluğu ile ne alakası var?” diye soruyor. Roma’da imparatorluk efsaneleri ile doğup büyüyen sanatçı, Türklerin de benzer bir psikolojide olduğunu gözlemlemiş ve bu ironi üzerinden bu sergideki sanat üretimini ortaya koymuş. Sigalot, üretiminde gerçek-imge arasındaki zıtlığı, kullandığı malzemelere de yansıtıyor ve kağıt algısı yaratan paslanmaz çelik üzerine Roma ve İstanbul haritaları çiziyor. Kendinizi gördüğünüz ayna gibi yansıyan çelik işler, 'Gezi Parkı’nda Portren', 'Roma’da Portren', 'Beyoğlu’nda Portren' gibi isimlerle sizi eserlerin bir parçası yapıyor. Hakikaten diyorsun, 'bu baktığım, arkasında Bankalar Caddesi gözüken bu insanın imparatorluk ile ne alakası var?' Şehir bugün, kendi hâliyle, bizzat bizlerle de ihtişamlı bir yer! Hâlâ imparatorluk güzellemeye ne gerek!
SANAT İMPARATORLUĞUNUN FULARLILARI
Biz sergiyi gezerken sosyal medyadan görüp, muhabbet etmeye atlayıp galeriye gelecek kadar samimi bir sanatçı olan Daniele Sigalot’nun derin kavramsal mesajlar vermek gibi bir derdi yok. O, hissettiğini, gördüğünü sanat üretimine yansıtmaya inanıyor. Bu yüzden de serginin ikinci ve üçüncü katında başka dünyalara giriyorsunuz. Bugünün sanat üretimine, piyasasına esprili ve ironik bir dille yaklaşan Sigalot, bir kolon boşluğuna "Burada çok da anlamlı bir şey yok" notunu paslanmaz çelik ile kağıt algısı yaratan bir eser olarak yapıştırıveriyor. Yine aynı malzeme ile yarattığı dev kağıtlara kâh sanatın kendisine “Bu ara birçok sergi açılışına gittim, ama seni göremedim. Facebook’un var mı?” gibi mektuplar yazarak, kâh “Bunu bir müzede görürseniz bana bravo!” diye hem kendi hem galeri hem de koleksiyoner ile ince ince dalgasını geçerek fikrini ortaya koyuyor.
Sanatçının imparatorluklar serisi ile bu seri, bana aslında oldukça ilintili geldi. Sanat piyasası da başka bir imparatorluk ve bazen bu imparatorluğun içinde abartılmış anlamlar arayarak, imparatorluğun parçalarını fazlasıyla yücelterek kaybolabiliyoruz. Daniele, buralarda 'boynunda fularla gezen' tiplemesi ile tanımlayabileceğimiz, sadece belli zümrelerle takılan, çok derin olduğunu iddia eden, pazarlama harikası olan, burnu büyük sanatçılardan sıkıldığını söylüyor. "Tabii ki eserlerim beğenilsin, konuşulsun, koleksiyonlara girsin istiyorum ama ben beğenildikçe insan olarak başka yerlerde konumlanmayı anlayamıyorum; sanatçıyım ve üretiyorum, bu kadar basit" diyor. Açıkçası bugünlerde Türk sanat piyasasında görmekten usandığımız dekoratif işlerin yükselişi, göklere çıkartılması üzerine Sigalot’nun bu tavrı ilaç gibi geldi.
ŞİMDİ SATIN AL İSTANBUL!
Hayatı boyunca birçok farklı şehirde yaşayan Daniele, "Şehirler sana ne yapacağını söyler" diyor. Londra, ne zaman uyanacağını, ne zaman yemek yiyeceğini, ne zaman tuvalete gideceğini söyleyen düzenli bir şehirdir. Berlin, daha rahattır, sana gece dışarı çıkmanı söyler. İstanbul’da iki ay kalmış olduğu için İstanbul ile ilgili net bir tanımlama yapamayacağını söylese de, İstanbul’da bu serginin üretimi için kaldığı süre boyunca sokakta ona hep bir şeyler satılmak istendiği için 'BUY NOW' işini yapmış. Böylece, sanat piyasası ile dalga geçtiği serisini yerel bir rüzgarla tamamlamış olmuş.
Sanatçının tamamını İstanbul’da ürettiği, ilk kez sergilenecek olan, sergideki en büyük ölçekli enstalasyonu 'Olabilecekken Olmayan Her Şey Şimdi Oldu', dar bir kapıdan oradan geçemeyecek dev bir umut yumağına ulaşıyor adeta... Hayatta bir sürü şey umuyoruz, kapıları zorluyoruz, kendimizi hırpalıyoruz ve bir anda saçma sapan, hayal edemediğimiz bir şekilde güzel bir şey oluveriyor işte. Daniel Sigalot’nun Anna Laudel Contemporary’deki sergisi de bu beklenmedik yüz güldüren, ruh doyuran nefes alanlarından biri olmuş.
*Daniele Sigalot’un 'İmparatorluklar Öncesi' başlıklı İstanbul Kültür Sanat Vakfı 4. İstanbul Tasarım Bienali'ne paralel sergisi 13 Eylül - 26 Ekim 2018’de Karaköy Bankalar Caddesi’nde yer alan Anna Laudel Contemporary’de, sanatçının seçili çalışmaları ise 20 - 23 Eylül 2018 tarihleri arasında 13. edisyonunu gerçekleştirecek olan Contemporary İstanbul’da.