Baba Zula: Amerikan kültürünün esiri olmayın
Baba Zula, dünyanın en kapsamlı ve prestijli müzik festivallerinden Sziget'te sahne aldı. Grubun kurucularından Levent Akman, daha çok yol katedeceklerini belirterek, “Kendini aşıyor ve bizi şaşırtan şeyler de yapabiliyor” dedi. Grubun bir diğer kurucusu Murat Ertel ise "Bizim ilham aldığımız bir miras ve kültür var. Gençler Amerikan kültürünün esiri olmasınlar" diye konuştu.
DUVAR - Gerek sahne performansı gerek de imajıyla nevi şahsına münhasır gruplardan biri Baba Zula. Özgün renkleriyle her dönem farklılığını ortaya koyuyor, her deneyimde ise yeni renkler keşfettiriyor... 22 yıllık grup sadece Türkiye'de değil, yurtdışında da çok seviliyor. Bu yıl 26'ncısı Macaristan'da düzenlenen Avrupa'nın en önemli müzik festivallerinden Sziget Festivali'nde sahne alan grup müzikseverlerce dakikalarca alkışlandı. 550 bini aşkın dinleyicinin katıldığı festivalde Türkiye'yi temsil eden Baba Zula ile müzik serüvenini konuştuk.
Bu yıl ilk kez Sziget'e katıldınız. Sizin için nasıl bir deneyimdi?
Levent Akman: Sziget benim senelerdir hayalimdi. Benim için önemli bir festival. Macaristan gibi bir coğrafyada yapılıyor olması da heyecan verici. Genelde büyük festivaller Kuzey Amerika ya da Avrupa'da isim yapıyor. Ama Sziget, Macaristan gibi bir coğrafyada kendini kanıtlamış bir festival. Çok heyecanlıydı. Gördüğüm ruh hali, sahneler, festival alanı açısından oturmuş bir festival. İşin ilginç yanı Türkiye'den de çok gelen izleyici var. Konserimiz de çok güzel geçti, çok memnunuz. Ezhel de oradaydı. Türkiye'den bizim dışımızda sanatçıların da bu tür festivallere katılması çok önemli. Bu bizim içimizde bir uktedir aslında. 'Niye başka gruplar gelmiyor?' diye konuşuyorduk aramızda. Ezhel'in orada olması çok hoşumuza gitti. Umarım bu bir başlangıç olur.
Keşke tüm dünyada buradaki gibi barışçıl bir ortam olsa demişsiniz. Barışçıl ortamdan kastınız nedir?
Murat Ertel: Bence bir ülkede uygarlık seviyesinin göstergesi kadınların kendini nasıl hissettiğidir. Kadınlar istedikleri gibi giyinebiliyor mu? İstedikleri saatte sokağa çıkabiliyor mu? Eşit ücret alabiliyor mu? Bunlar çok önemli göstergeler... Festivallere baktığınız zaman istediği gibi giyinen, dans eden, içen, üreten genç-yaşlı kadınlar ve çocuklar görüyorsunuz. Bu çok iyi hissettiriyor. Aynı şey biz erkekler için de geçerli aslında. Mesela Twitter'da bize biri demiş ki 'Acaba Baba Zula sahneden indiğinde normal yaşamda nasıl giyiniyor?' Başka biri 'Aynı sahnedeki gibi' demiş. Keşke öyle olsa. Ama sahne bizim için özgürlük alanı.
Günlük hayat o kadar serbest değil. Benzer şekilde giyiniyoruz ama hakikatten istediğimiz gibi giyinemiyoruz. İnsanların istediği gibi giyinebilmesi bile sansüre ya da otosansüre uğruyor. Bu çok zavallı bir şey. İnsanlar pısmış vaziyette. Festivallerde bunun böyle olmadığını görüyoruz. Bir ülkede yaşadığın zaman o ülkenin vatandaşı veya o ülkenin egemen dilini konuşan, dinine inanan bir insan olmak zorundasınız. Bu çok saçma. Bir şey olduğunuzu düşünüp aslında hiç de öyle olmayabilirsiniz. Ermeni, Kürt, İngiliz olursunuz. Bütün bunları aşmamız gerekiyor. Ben düşüncelerimi özgürce söyleyemiyorum. Çünkü hem kendimi hem ailemi korumak isterim. Bir insan eline silah alıp onu vurmuyorsa, tehdit etmiyorsa düşüncelerini söyleyebilmeli. Birtakım düşüncelerin sonucu ölüm. Bu kadar büyük olmamalı. Bunu söylediğimde bile 'Vay sen neler düşünüyorsun kim bilir?' gibi bir yaftayla karşılaşabiliyorsun.
“Türkiye'de dini yobazlığın yanı sıra sanatsal yobazlık da var” demişsiniz. Türkiye'nin sizi kabullenmesi bile zaman aldı aslında. Sizce Türkiye'deki insanlar farklı renklere açık değil mi?
M.E.: Değil, zamanın ruhu var. Eline gitar almış İngilizler, Amerikalılar gibi şarkı söyleyen ama bunu Türkçe yapan gençler moda şimdi. Ses güzelliğiyle bu iş olmaz ki. Bu yetmez, bunu aşın, geçin! Mükemmel bir miras üzerine oturmuş durumdayız. Klasik Türk Müziği, Halk müziği deseniz keza, rock deseniz Anadolu Rock olmuş. Bunlar sahiplenilmiyor. Garip bir yolda gidiyor. Bu bana kültürel emperyalizmin kucağına düşmek gibi geliyor. Bize söylenen şeylere kafayı takarsak müzik yapamayız. Birtakım şeyler benimsenmiyor. Biz kendi içimizdeki şeyi makyajsız şekilde ortaya koyup devam ediyoruz.
L.A.: Gelişme oluyor ama çok yavaş. 30 yıl önce Türkiye'de 'Türkçe sözlü rock yapılır mı?' diye bir tartışma vardı. Bunun için konferans toplandı. Olacak iş değil. Bir müzik türü hakkında bunu tartışmak ne demek. Bu arkadaşlar bu müzikleri yaptıklarına göre bunları aşmışız demek ki. Bunun maksimum 5 sene içinde tartışılıp çözülmesi gerekiyordu. Maalesef ülkede ilerleme çok yavaş. Elimizde çok güzel olanaklar, altyapılar var. Memleketin tüm coğrafyasında mükemmel müzikler var. Yeni müzik yapan arkadaşlar bunlara yönelip kendi müziklerini yapsalar bambaşka yerlere gelecekler.
Yaşadığınız ülkedeki insanlar, politik atmosfer, kutuplaşma müziğinizi nasıl etkiliyor?
M.E.: Onlara saplanmadan ilerlemek daha güzel. Bizim ilham aldığımız bir miras ve kültür var. Bu bize çok güzel geliyor. İnanılmaz bir hazine. Biz o hazineyi dinleyerek görerek, oradan ilham alarak gidiyoruz. Ve yalnızca Amerikan kültürü yok. Mesela en sevdiğiniz filmler dediğimde hep Amerikan filmleri söyleniyor. Hollywood'un bunda çok etkisi var ama dünyada yalnızca Hollywood yok, Japon sineması da var. Bu alternatifleri de düşünmeleri algılamaları gerekiyor. Bu kadar çok Amerikan kültürünün esiri olmasınlar. Lütfen! Buradan gençlere sesleniyorum. Ya da sığ pop kültürüyle, hiçbir önemi olmayan sözleri ve müzikleri dinliyorlar. Görsel bir kültüre kaptırmış durumdalar. Görsellik güzel de müziğin kendisi bence o görselliği ruhsal olarak aşabilecek durumda olmalı ki gerçek müzik olsun. Eğer aşamıyorsa zaten yeterince güçlü değildir. Şu an müziği aşan görsellikte olan insanlar daha çok dikkat çekiyor. 'Ay çok güzel kız', 'Çok yakışıklı adam', 'Ay ne yaratıcı klip.' Bunlar geçici şeyler. Bunlar bitecek. Sanal gerçeklik artacak. Görsellik artacak olsa da uzun vadede insanlar daha sonra gerçek müziğe dönecekler.
'KEŞKE JAPONLARLA ULUSLARARASI İLİŞKİLER KURSAK'
Japonya'da çok seviliyorsunuz. Bunun sebebini neye bağlıyorsunuz?
L.A.: Biz de onları seviyoruz. Karşılıklı sevgi var aramızda. Japon kültürüyle bizim kültürümüz yakın aslında. Biz nezaketi kaybettik ama onlar bunu hala devam ettiriyorlar. Asansöre biniyorsunuz. Çıkmak için büyük bir ritüel var. İzin veriyorsun, o sana izin veriyor. Beş dakika çıkamıyorsun (Gülüyor). Burada büyük bir sertlik kültürü oluştu. Enseye vuran lokmayı alıyor. Nazik davranmak zayıflık olarak görülüyor. Orada tam tersi. Ayrıca Japonya çok temiz. Biz bu temizlik durumunu da kaybetmeye başladık. Atalarımız temizmiş. Her yere çeşmeler yapılmış. Şimdi o çeşmelerden sular akmıyor. Üzerine yazılar yazıyoruz. Bunları kaybediyoruz ne yazık ki. Keşke bu uluslararası ilişkiler daha farklı yollardan yürüse de onlarla daha yakın ilişkiler kursak. Amerika ya da başka ülkelerdense...
'HERKES ANGELİNA JOLİE DUDAKLARINA SAHİP OLURSA OLMAZ'
Türkiye'de kendi müziğinizin yerini nerede görüyorsunuz?
M.E.: Olması gereken yerde olduğumuzu düşünüyoruz. Bize göre böyle olmalı. Herkes çok fazla makyaj yapıyor. Eğer o kusursuzluk uğruna yapılıyorsa onlar müziğin ruhunu öldürüyor bence. Herkes Jeniffer Lopez'in kalçalarına ve Angelina Jolie'nin dudaklarına sahip olursa olmaz. Herkesin belli bir özgünlüğü var. O bir suratta öyledir. Başkasında öyle durmaz. Biz 22 yıllık bir grubuz ve o kadar çok sanatçının yükselip alçaldığını, o kadar çok grubun yok olduğunu gördük ki... Belki biz de bir ay sonra bitebiliriz ama en azından uzun yıllardır ayaktayız.
Baba Zula 22 yaşında. Yetişkinlik çağında bir insan olarak düşünürsek sizin gözünüzde Baba Zula nasıl biri?
L.A.: Daha çok yolu var diye düşünüyorum. Kendini aşıyor ve bizi şaşırtan şeyler de yapabiliyor. Şimdi baktığımız zaman 'Oto sanayi'yi biz mi yaptık diyorum. 'Ruhani Oyun Havaları' dönemine bakıyorum. Hep bambaşka yerdeyiz. Eğer bu ruhu koruyabilirsek uzun yıllar daha gider diye düşünüyorum. Çünkü birçok insan garanti birtakım formüllere sığınıyor. Bizim garantimiz belki konserlerde garanti olan sevdiğimiz parçaları çalıyoruz ama tüm konserlerde bambaşka bir yoldayız.
Olgunluk çağında diyebilir miyiz?
M.E: Evet teenage durumunu geçti (Gülüyor).
'ADANALILAR YAŞAR KEMAL'İN KAÇ KİTABINI OKUDU?'
Tabutta Rövaşata'dan bugüne kendi kariyerinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
L.A.: Tabutta Rövaşata filmini ben hiç unutmuyorum. O dönemler çok önemliydi. Güzel zamanlardı. İstiklal'in Beyoğlu'nun olduğu dönemlerdi. Şimdi öyle bir şey yok. O filmin çekildiği yerler kalmadı. Oradaki insanlar kalmadı. Ama güzel bir çiviydi ve o çivi çakıldı. Yaşandı ve bitti bir şekilde. Filmlerin böyle bir güzelliği var. O anı bir şekilde donduruyorlar ve bir şekilde yaşatıyorlar. Fatih Akın'ın filmi de öyleydi. Köprü'yü Geçmek çok önemli bizim için ve herkes için. 2005'ti. O dönemin müzik piyasası çok güzel belgelendi. Biz de bunun içinde olduk. Çok memnunuz. Fakat üzücü olan şu ki, arkası gelmiyor. Memleketin hali bu. Fatih ve Derviş çok eleştiri aldı zamanında. Sonra film ödüller almaya başlayınca herkes döndü. Bu filmi bir daha seyretmekte fayda var diye laflar edildi.
M.E.: Genelde eleştiri var ama üretim yok. Fatih Akın'ı eleştirenler 'Filmde niye bunlar yok?' diyenler Türkiye müziği ile ilgili başka filmler yapmış olsaydı. Ama yapmadılar, yapmıyorlar. Mesela biz Adana'da çalarken 'Adana için ne söylersiniz?' diye bir soru sormuşlardı. Ben de dedim ki, İtalya'ya gittiğinizde bir manavın bile opera aryaları söylediğini görebilirsiniz. Ya da Rusya'ya gittiğinizde bir çöpçünün bile Dostoyevski'den bahsettiğini görebilirsiniz. Ama Adana'da Yaşar Kemal'den veya Yılmaz Güney'den bahsedebiliyor mu bu insanlar? Ve bahsedebilen bu insanlar Yaşar Kemal'in kaç kitabını okudu? Yılmaz Güney'in kaç filmini izledi? Siz Adana'ya bir şey yapmak istiyorsanız bu insanları yayın ve bunları benimsetin. Heykellerini dikin sokaklara, kitaplarını okuyun, dağıtın, okullarda temsillerini yapın.
'ERKEK EGEMEN DÜZEN DEĞİŞMELİ'
En büyük hayalimiz kadınlara çalmaktı çünkü onlar daha derin daha farklı dinleyebiliyorlar demişsiniz. Bunu biraz açar mısınız?
M.E.: İçinde bulunduğumuz dünyanın erkek egemen dünya olduğunu düşünürsek son derece başarısız, eşitliksiz ve korkunç olduğunu görüyoruz. Kadın tanrıçaları yok edip yerine erkekleri getirmişler. Tüm dünya tarihi bunlarla dolu. Yine de kadınlar doğayla çok uyumlu bir şekilde yalnızca mantığın alamayacağı boyutta birtakım şeylerle bağlantılar kurabiliyor. Bu çok önemli.
L.A.: Ben Sosyo-Antropoloji okudum. Kadınlar fiziki olarak da daha üstünler ben araştırdım bunu. Boyut olarak kadın beyni erkek beynine göre daha büyük. Erkekler daha kas yapılı, gelişmiş. Ama kadın beyni erkek beynine göre daha büyük. Fakat üzücü olan erkeklerin fiziki yapılarını kullanarak kadınları bastırmaları. Bu birçok kültürde görülmüş bir şey. Geçmiş dönemlerde kadın tanrıçaların ön planda olduğu birçok kültür var. Bunlar kaybedilmiş. Bir şekilde baskılanmış ve şu an içinde bulunduğumuz duruma gelmişiz. Bu yanlış. Şu anki sistem işlemiyor ve bir şekilde bunun değişmesi lazım. Deneyelim. Erkekler yüzlerce yıl üretmiş ve devamlı kavga, gürültü. Başka bir boyuta geçmemiz gerekiyor. Biz de müziğimizle bunu bir şekilde yansıtmaya çalışıyoruz. Konserlerde de görüyoruz bunu. Öncüler kadınlar oluyor. Onun arkasından erkekler geliyor. Üretkenlik ve gelişimcilik hep kadınlardan geliyor. Erkek egemen bu gücün değişmesi gerektiğini düşünüyoruz. Müziğimizle de hep bunu desteklemeye çalışıyoruz. Kadınlar çok önemli bizim için.
Yeni albüm çalışması var mı?
L.A.: İlkbahar'da düşünüyoruz. Bir önceki albüm Tükiye'de yayınlanmadı. Burada ne olur bilmiyoruz, memleket biraz karışık. Ama bir şekilde basılacak. Belki yine ilk yurt dışında basılır sonra buraya gelir. Çalışmalarımıza devam ediyoruz. Zaten biz hadi albüm bitti yenisini yapalım şeklinde çalışmıyoruz. Sürekli üretmeye devam ediyoruz.