Şenay Tanrıvermiş: Kutsallık kadını ödüllendirmiyor, köleleştiriyor
Şenay Tanrıvermiş’in yazdığı ve odağına Cumartesi Anneleri'ni alan tiyatro oyunu "Ev Yapımı" izleyici karşısına çıktı. Oyunun öyküsünü anlatan Tanrıvermiş, "Kadının aileye “mal” edilerek baskılanmakla kalmayıp yok edildiğini ve kutsallıkla ödüllendiriliyor gibi yapılarak köleleştirildiğini düşünüyorum. Yine de en doğruyu söyleme ihtiyacı kadından çıkıyor. Vicdanını susturamıyor, gizli gizli ağlıyor, sessiz sessiz çığlık atıyor" dedi.
DUVAR - Şenay Tanrıvermiş’in kaleme aldığı, Hülya Karakaş’ın yönetmenliğini yaptığı, Ebru Üstüntaş, Makbule Meyzinoğlu, Ayşenur Nuhoğlu, Mert Can İşcan ile beraber yönetmen Karakaş’ın da sahneye çıktığı, Mask-Kara Tiyatrosu yapımı Ev Yapımı, geçtiğimiz günlerde seyirci ile buluştu.
Kendilerine dert edindikleri politik meseleleri evlerinde protesto eden burjuvaya mensup üç kadının hikâyelerinin anlatıldığı oyunda, eylemlerin odak noktasını Cumartesi Anneleri oluşturuyor. Vicdan yapmış gibi göründükleri bu meseleyle yüzleşmeye çalışmak iddiasıyla hareket ettiği düşünülen kahramanlar, günümüz üst sınıf insanın politikmiş gibi görünen apolitiklik ve eyleme geçmeme halini konu alıyor.
Oyunun yazarı, aynı zamanda kültür ve sanat yazarı ve Haliç Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Şenay Tanrıvermiş ile Ev Yapımı’nı konuştuk.
Sizi daha çok kültür sanat hususunda yazdığınız eleştiri ve değerlendirme yazıları ile tanıyoruz. Ayrıca bir öğretim üyeliğiniz ve şiir kitabınız da var. Odağında “Cumartesi Anneleri” olan bir oyunu yazmaya nasıl karar verdiniz? Temel motivasyonunuz ne oldu?
Aslında bir acıya ortak olamama, bir yası birlikte tutamama hatta birbirine yaklaşamama utancından kendiliğinden çıktı, diyebilirim. Belki de ayıbını ilan ederek arınma ihtiyacından. Yani kendin için, kendimiz için ne yazık ki! Bu utancı en azından dile getirmek ve özür dilemek için.
Oyun, ele aldığı karakterler ve içeriği itibariyle burjuva ve/veya üst-orta sınıf insan güruhunun, kendi vicdanını (!) rahatlatmak için kendi hallerinde birtakım eylemler yapmasını konu alıyor. Samimi olmadıklarını en baştan itibaren anlıyoruz. Ancak yine de mesele etmiş gibi göründüklerini konuşmaya devam ediyorlar. Sizce bu samimiyetsizlik hali ne ile açıklanmalı? Shakespeare’in dediği gibi “Vicdan, güçlüleri korkutmak için düşünülmüş, korkakların kullandığı sözcükten başka bir şey değildir” diyebilir miyiz?
Bence samimiyetsizliklerinde samimiler çünkü kendilerine karşı da samimi olamayacak kadar benliklerine yabancılaşmış durumdalar. Kaybetmek istemedikleri ve alıştıkları bir konfor var ama bu kadar ayıbı görmemezlikten gelince de bir yerden sonra sahip oldukları rahat batıyor. Bu şantiye vatanın plazalarında betonlaşmış kalplerine rağmen yine de insanlar kaskatı da olsa üzülüyorlar aslında.
Tiyatronun alıcısı bugün, kentlerde yaşayan orta sınıf ya da küçük burjuvalardan oluşuyor, diye düşünüyorum. Münferit gruplar olsa da ağırlık bu kitlelerden meydana geliyor. Oyunun ele aldığı karakterler açısından, alıcısı itibariyle seyirciye kendini ve/veya bir yanılsamasını gösterme niyetiyle yapıldığını düşünürsek, Cumartesi Anneleri'nin oyunu izlediklerinde tepkileri ne olur sizce?
Prömiyer ve galada Cumartesi Anneleri’nin yakınları vardı. “İşte önümüzden böyle geçiyorsunuz,” dediler. Zaten oyun onları değil karşı kaldırımı anlatıyor ve karşı kaldırımı yıllardır seyrettikleri için bu yüzleşme ve günah çıkartma ayinine dönüşen oyundan memnun oldular. Teşekkür ederken yüzlerindeki anlayışı gördüğümü sanıyorum. Onlar adına konuşmam imkânsız, haddim olamaz.
Karakterlerin, oyun boyunca gerek siyasete gerekse de sosyal meselelere dair yaptığı yorumlar, birer asalak olarak nitelendirildiklerini düşündürüyor. Temsil ettikleri sosyal sınıf itibariyle burjuvazinin bir kımıl zararlısı gibi hareket ederken, vicdan meselesini bir yana bırakırsak, bu denli avanak oluşunu gerçeklik kavramıyla ilişkilendirerek nasıl açıklarsınız?
Bire bir gerçeklik hatta oyundakinin çok daha ötesinde tuhaf bir absürtlüğü gerçeklik olarak yaşadığımızı düşünüyorum. Bu avanaklığı uyanıklık zannettikleri için her acayipliği doğrulayacak söyleme sıkı sıkı sarılıyor ve savunuyorlar.
Oyunun trajikomik tarafı, gerçeklikle aralarına koca bir set çekmiş ve kendilerine ayrı bir dünya kurmuş bu grubun, başlarının belaya girmemesini umarak evlerinde eylem(!) yapması… Her ne kadar acıklı olsa da, aslında dispotikmiş gibi görünen ancak günümüz gerçekliğiyle bağlantısı bulunan bu varoluş biçiminin, bir kültür ve sanat yazarı olarak, sanat ve siyaset arasındaki ilişkiselliğini nasıl açıklarsınız?
Ev, en bireysel özel alanımız ve siyasetçi dâhil herkes asıl doğruyu kendi kişisel alanında belki de kendine bile sadece orada hatta oradayken de sadece bir miktar söyleyebiliyor. Hiçbir metin hayat kadar absürt olamıyor bence. Sanat ve siyaset arasındaki ilişkiye gelirsek bence görüşmüyorlar. “İlişki durumu karışık” ve iki tarafta “kendini durumdan rahatsız hissediyor” sanki.
Oyunun, odağında yer alan karakterlerin üç kadın tarafından canlandırılması, bir kadın tarafından yazılması ve bir başka kadın tarafından sahneye konulmasını, Cumartesi Anneleri'nin de ismiyle müsemma olduğu düşünüldüğünde, kadın meselesi açısından nasıl yorumluyorsunuz?
Kadının aileye “mal” edilerek baskılanmakla kalmayıp yok edildiğini ve kutsallıkla ödüllendiriliyor gibi yapılarak köleleştirildiğini düşünüyorum. Yine de en doğruyu söyleme ihtiyacı kadından çıkıyor. Vicdanını susturamıyor, gizli gizli ağlıyor, sessiz sessiz çığlık atıyor.
Oyunun programı nasıl olacak? Nerelerde hangi günler oynuyorsunuz?
14/10/2018 - 19.00 KKM Gönül Ülkü ve Gazanfer Özcan Sahnesi
20/10/2018 - 20.30 Şükran Güngör-Yıldız Kenter Kültür Merkezi
21/10/2018 - 20.30 Kültür Merkezi – Nazilli
22/10/2018 - 20.30 Milas Toplantı ve Düğün Salonu
23/10/2018 - 20.30 Heredot Kültür Merkezi – Bodrum
Sonra tekrar İstanbul’dayız, bekliyoruz.