Emrah Karaca, Cem Karaca'yı anlattı: Babam günah keçisi seçildi
Türkiye rock tarihinin önemli isimlerinden Cem Karaca, 8 Şubat 2004’te aramızdan ayrıldı. Sanatçı Emrah Karaca ile Cem Karaca’yı ve aralarındaki baba-oğul ilişkisini konuştuk.
DUVAR - Cem Karaca… ‘Anadolu Rock’ın öncü isimlerinden. Şarkıcı… Ozan… Arkadaş… Baba… Özellikle 1980 öncesinde yaptığı albümlerde memleket meseleleriyle ilgili olduğundan bahsedilebilen “Anadolu Rock Ozanı” hayatının yaklaşık sekiz yılını Almanya’da sürgün olarak geçirmek zorunda kaldı. 1987’de Türkiye’ye dönen sanatçı 8 Şubat 2004’te aramızdan ayrıldı. Cem Karaca hayatı boyunca yaşadıklarıyla, ürettikleriyle ve buralardan gittik sonra da Türkiye tarihinde özel bir isim oldu. Bir dönem Cem Karaca ile müzik çalışmalarında yer alan Emrah Karaca ile Cem Karaca’yı, aralarındaki baba-oğul ilişkisini konuştuk.
Size göre Cem Karaca nasıl bir babaydı?
Çok talihli bir aile olamadık ne yazık ki bu konuda. Babam Almanya’da 8 yıllık bir sürgünlük yaşadı. O dönem ben 3 yaşındaydım. Vatandaşlıktan çıkarılan bir adamın çocuğu olarak büyümek zorunda kalmak kolay değildi. Sırf benim için değil bütün aile için zordu.
O dönem tabii ailedeki herkes bana durumun bu kadar ağır olduğunu hissettirmemeye çalıştı ama okula başladıktan sonra işler biraz daha değişti. İnsanlar öğrendiler hâliyle Cem Karaca’nın oğlu olduğumu. “İşte vatan hainin oğlu!” diye gösteriyorlardı. Sezercik filmlerinde olduğu gibiydi. Baba figürü benim için çok net değildi. Kendimden uzak tuttuğum bir konuydu. Çünkü zaten uzaktık. Telefonla konuşmaya çalışsak iki gün sonra bağlanabiliyordu. Az konuşabiliyorduk tabii telefonda da. Mektupla haberleşiyorduk daha çok. Birbirimize “Senin son hâlin nasıl?” diye sorup mektuplarla fotoğraflar göndermeye çalışırdık. Babam hep Nâzım’ın söylediği gibi “Oğlum mektuplarda büyüyor,” derdi. Zordu ama bir şekilde zaman çözüyor.
Bunları yaşarken daha çok hangi duygu baskındı sizde?
Özlem vardı ama daha çok kızgınlık duyuyordum. Büyüdükçe kızmaya başladım.
Cem Karaca’nın Almanya sürgünlüğü nasıl geçmiş, anlatır mıydı?
Çok iyi seviyede İngilizce bilirdi ama Almanca bilmiyordu. Buradan oraya gitti ama Almanya’da da hep Cem Karaca olmaya çalıştı. Çalışmak değil aslında zaten kendisi olmaktan başka bir şey yapamazdı. Gidip de orada düğünlerde sahneye çıkmadı. Gitti ve Almanca bir albüm yaptı, Almanca tiyatro oyunu yazdı. Orada bir hayat kurmaya çalıştı ama dayanamadı ve döndü.
'BABAMIN MÜZİĞİNİ İSTEMEZDİM'
O dönem babanızla yan yana değilken müzikle aranız nasıldı?
Müzik dinlerdim ama babamı asla dinlemezdim. Babamın müziğini iterdim, istemezdim. Kafamda hep, Bu şarkıları söylememiş olsaydı babam benim yanımda olacaktı, düşüncesi vardı. Barış Abi’yi (Manço) dinlerdim. “Resimdeki Gözyaşları”, “Bu Son Olsun” gibi şarkıları söyleyip “1 Mayıs”ı söylemeseydi o dönem bu kadar önde bir figür olmayacaktı ve yanımda olacaktı diye düşünürdüm. Kesinlikle babama da komplo kurulmuş olduğunu düşünürüm o dönem için, günah keçisi seçildi babam.
Neden Cem Karaca günah keçisi seçilmiş olabilir?
O dönem çok önde bir figürdü babam. Vardır ya, öne atılırsınız, herkes arkanızda sanırsınız, arkaya bir dönersiniz, kimse yok. Babamın durumu da böyle.
Ev ortamınız nasıldı?
Ben üç yaşındayken hayal meyal hatırlıyorum. Stüdyo ortamı gibiydi evimiz. Gelenler, gidenler çoktu. Gruplar geliyor, provalar yapılıyor… Ama tabii o dönem yurda dön çağrısı yapıldığı halde dönmeyen, Almanya’da yaşamaya devam eden biri var ve tabii arkadaşları da onun yanında olmaktan çekiniyorlardı. Çevresindekiler için de zordu.
'GİDİNCE ARKASINDA DURMAYANLAR DÖNDÜĞÜNDE HAVALİMANINDAYDI'
Döndükten sonra arkadaşlarının tavrı nasıldı?
Havalimanındaki atmosferi hatırlıyorum. Çok kalabalıktı. Cahit Berkay, Edip Akbayram, Zülfü Livaneli, şu an ismini sayamadığım yazarlar, çizerler, bir sürü insan karşılamaya gelmişti babamı. Ama bir yandan da gidince arkasında durmayanlar Cem Karaca döndüğünde havalimanındaydı. Dediğim gibi ama onların da arasında çocukları olan vardı. Onları da anlamaya çalışıyorum, çekinmiş olabilirler.
Cem Karaca döndüğünde de, 'Niye döndü?' diyenler de oldu.
Babamı yargılama haklarının olabilmesi için siz ne yaşadınız, diye sormak istiyorum. Orada her ne kadar hayata devam etmeye çalışsa da dayanamadı ve döndü . Yok cumhurbaşkanıyla, başbakanla görüşmüş de… Şöyle olmuş, böyle olmuş da… Kiminle görüşecekti? Almanya Başkanı ile mi görüşseydi… Oradakiler zaten teklif etmişler, "Sana pasaport verelim" demişler, kabul etmemiş.
Babanız döndüğünde karşılıklı oturup bu ayrı kaldığınız zamanları konuştunuz mu?
Konuştuk. Kızgınlığımı, kırgınlığımı paylaştım. Neden böyle davrandın, diye sordum çok. O zaman öyleydi, onları hissediyordum, derdi hep cevap olarak. İleride anlayacaksın beni, derdi hep.
Öyle oldu mu?
Evet anladım babamı. Öyle davranmasaydı Cem Karaca olmayacaktı. Herkesin bir tane hayatı var. Kimse, kimse için yaşamamalı.
Size göre, Cem Karaca nasıl bir sanatçı?
Babam döndükten sonra özellikle bazı dönemler çok samimi olduk. Arayı kapatmak kolay değildi. Babam da burada kaldığı yerden devam etmeye çalışıyordu. Döndüğü an çok iyiydi her şey ama ‘dönek’ yaftalaması hayatındaki birtakım durumları zorlaştırıyordu. Döndüğünde bulduğu Türkiye ile bıraktığı Türkiye arasında dağlar kadar fark vardı.
'HEP ÜRETKEN BİR SANATÇIYDI'
Mesela?
Müzik başkalaşmıştı. Piyasaya arabesk müzik daha hakimdi o dönem. Hatırlıyorum, babam döndüğünde İzmir Fuarı vardı hâlâ. Fuara davet edildi. O zaman solist Küçük Emrah idi mesela. Yermek için söylemiyorum ama kendisi gittiğinde ardındaki ülke böyle değildi. Zeki Müren isminin altında yer alırsın da Küçük Emrah değildir o isim. Ama doğru bildiği şeyi yapmaya devam etti babam, çünkü döndüğünde yaptığı albüm “Merhaba Gençler ve Her Zaman Genç Kalanlar” idi. Hep üreten bir sanatçıydı.
Muhabbet ortamlarında nasıldı?
Çok baskın bir karakterdi. İyi konuşurdu babam, hitabeti epey iyiydi. Mesela burası kalabalık bir ortam, şuradan kapıdan girse herkes dönüp bakardı kendisine, bir büyüsü vardı. O kuşak özellikli bir kuşaktı.
Birlikte de müzik çalışmalarınız oldu…
Ben Uluslararası İlişkiler bölümünü kazanmıştım. O dönem babam, "Ne yapacaksın okuyup gel birlikte müzik yapalım" demişti. Ben de 1994’te şarkı söylemeye başladım. Müziğe dair önerileri olurdu bana. Birlikte evde sabahlara kadar şarkılar söyleyip kaydederdik. Gecelerce devam etti. Sonra bir albüm çıktı ortaya.
Bu arada Cem Karaca gibi bir şarkıcıdan bahsediyoruz. Kişiliği, kimliği, politik görüşü eleştiriliyordur bazı kesimlerce ama Cem Karaca’nın şarkıcılığı konusunda kimse öyle haksızlık edemez. Ben de haksızlık ettirmem. Beni sahneye çıkarırdı mesela. Derdi ki, evet oğlum aramızda. Eyvah, derdim, Ne olur beni çağırmasın. Devam ederdi kendisi, Benim ilk plağımın ismi “Emrah” ama her plak için bir çocuk yapmadım tabii, diye espri yapardı. Birlikte bu şarkıyı söylerdik. Emrah şarkısı da çok deplasman bir şarkı. Çok Cem Karaca yani. Söylesene “Resimdeki Gözyaşları”, “Islak Islak” filan... Hayır, istiyordu ki onun tonunda söyleyelim. Tabii benim onun sesine inmem ya da çıkmam imkansız. Boğuluyordum şarkıyı söylerken. Millet de destek için alkışladı beni.
"Beni kesinlikle taklit etme, her zaman kendi yorumunla söyle" derdi bana. Babamın bana verdiği en önemli nasihat buydu.
'VEFAT EDENLERİN RUHLARINA SELAM GÖNDERİRDİ'
Sahneye çıkmadan önce bir rutini var mıydı?
Sahneye çıkmadan önce ailede vefat eden sanatçı büyüklerinin isimlerini içinden tek tek geçirip, ruhlarına selam gönderirdi, bunu yapmanın ona güç verdiğini düşünürdü.
Öyleyse bütün bu paylaşımlardan sonra artık kızgınlık farklı bir duyguya dönüştü diyebilir miyiz, affetmedim dediğiniz zamanlar da olmuş çünkü?
Kızgınlık, kırgınlığa dönüştü zaman içerisinde. Çok kırılıp barıştık babamla. Affetmek, affetmemekten çok daha zor bir eylem.
'GİDEN HEP HAKLI OLUYOR'
Ne ikna etti sizi affetmeye?
Gidince dönmüyorsun. Giden hep haklı oluyor. Mesela şu an o burada yok. Ona söylemek istediklerinizi söyleyemiyorsunuz. Aranızdaki durumları kabul edip, yaşanılan güzel anları hatırlamaya çalışıyorsunuz. Mesela Kıbrıs’ta konseri vardı. 1993 ya da 1994 senesiydi. Daha önce İstanbul Gülhane’de izlemiştim ama Kıbrıs’taki konser koca bir antik tiyatro sahnesindeydi. Orada gözlerime inanamadım. İnanılmaz bir kalabalık! Cem Karaca’nın 1970’lerdeki konser atmosferi gibi bir ortam vardı. Gözlerime inanamamıştım. İlk kez babam ile ilgili böyle bir ana tanıklık etmiştim. Nasıl dev bir adam, nasıl büyük bir yorumcu… Sahnedeki o tavrı çok etkileyiciydi. Babamın nasıl bir kimlik olduğuyla o zaman yüzleşmiştim. O zaman bazı şeyleri affettim. Bu adam bunun için doğmuş, bunun için bazı durumlarda öyle tavır almış dedim kendime.
Sizce babanızda sevginin ve aşkın karşılığı nasıldı?
Aşık olduğunda inanılmaz yoğun yaşardı babam, sonuna kadar. Mesela “Islak Islak” bir kadına yazılmış şarkıdır ama çoğunluk annesine yazdı diye bilir. Babaanneme yazdığı şarkı “Bidanem”dir. Anneme yazdığı “Gel Efendim Gel”dir mesela. Aşkı şarkılarında görebiliyorsunuz.
Sevgiye gelince, sevgisini hissettirmeye çalışırdı babam. Aile içinde sevgiyi annesinden direkt görebilmişken babasından direkt bu sevgiyi alamamış. Tiyatrocu, farkındalığı olan biriymiş aslında dedem ama o kuşak sevgisini hissettirme konusunda daha farklı yaklaşmış çocuklarına.
Babanız size karşı sevgisini belli eder miydi?
Bizdeki durum tamamen bir dönem aramıza ayrılığın girmesinden kaynaklıydı. Yoksa hissettirirdi beni sevdiğini.
Birbirinizi eleştirir miydiniz?
Ben son dönem biraz söylenirdim ona. Kanal 7’de filan programa çıktığında, Sen buraların insanı değilsin, neden çıkıyorsun oralarda programa, diye üzülürdüm. Başka, senin ima ettiğin yerlerden çağırmıyorlar ki, derdi. Küskünlüğü vardı. Babam bir yere kadar dik durup savaşmış ama bir yerden sonra da bırakmış o katı tavrını. Dolayısıyla o dönem bir teslimiyet söz konusuydu.
Mesela barlarda filan çıkıyordu. O zaman çorba kaynamıyor, para lazım, diyordu. Tamam barlarda söyle ama festivalleri de bırakma, sen Cem Karaca’sın dediğimde, yine, Çorba kaynamıyor, diyordu. Ben de, Çorbaya bakmaktan ana yemeğe gelemiyorsun, diye eleştiriyordum.
'BABAM HEP SOLCUYDU'
Cem Karaca’nın politik duruşuna dair ne söylersiniz?
Babam hep solcuydu. Hiç o eleştiren insanların dediği gibi değildi babam, hiç değişmedi. Kendi çıkarları için de kimseyi kullanmadı. Sürgünden döndüğünde de çok tekliflerde bulundular ama hiçbirini değerlendirmedi. İnsanların o dönem 'Özal’ın elini öptü' demelerini anlamıyorum bu yüzden. Turgut Özal ve Semra Özal Ankara’daki konserine gitti. Herkes yuhalamaya başladı. Babam salondakilere anlattı mevzuyu, sonra Özal’lar dinleyip gittiler.
Eleştirmek kolay. Ben de giderim tatil yaparım Almanya’ya ya da okumaya gidenler var. Ama hepsinde istediğinde ülkesine dönebileceğini bilir insan. Ama diğer türlü bu adam, yani Cem Karaca ülkesine dönemiyordu. Ailesi, vatanı burada. Sen şimdi orada zorlukları yaşayan adama burada rahat yerden, "Aman dönme, dönersen Cem Karaca olamazsın artık" diyemezsin. Fazıl Say konusu da böyle. Fazıl Say, Fazıl Say’lığından bir şey mi kaybetti? Fikri mi değişti? Konuşmak kolay!
Şu kapıdan içeri Cem Karaca girse ne yapardınız?
Kalkıp sarılırdım. Rüyalarımda görüyorum zaman zaman. Karşımda şapkasıyla kapıdan içeri giriyor. Hani gitmiştin, gitmemişsin, diye sitem ediyorum. Sordum birkaç psikolojik danışmana. "Aranızda çözemediğiniz şeylerden dolayı olabilir" diyorlar da alakası yok. Özlemekten bence.