Issız yolların derin serüvenleri

İsimlerin insanları şekillendirdiğine inanırım. Ali Bilge Akkaya, bugün 30 yaşında ve inanılmaz bir sabırla üzerinde çalıştığı fotoğraflarında inanılmaz olgun, bilge bir dinginlik var. Sanatçının x-ist’teki yeni sergisi, Üç veya Issız Yolların Derin Serüvenleri ile seyirci olarak yaşadığım deneyimi aktarırken Ali Bilge Akkaya’dan da bazı cevaplar aldım. Şimdi sizi, derin serüvenlere davet edelim...

Google Haberlere Abone ol

Irmak Özer

Zevklerimin çok uyduğu bir arkadaşım var. Benzer şeylere güler, benzer şeyleri estetik bulur, benzer detaylardan hoşlanırız. Bu arada birbirimize hiç benzemeyiz. Ben ne kadar aceleci, işler bitsin, bu bitsin, yenisi gelsin, onu da yapayımcıyımsam o da bir o kadar sakin, beklemeye, dinlemeye hazır. Ben koşarken o durup dikkat ediyor, görüyor ve benim göremediğime işaret ediyor. “A ne kadar güzelmiş!” diyorum her seferinde, “Nereden de gördün!?” Onun gördüğünü, onun çektiği fotoğrafı o kadar beğeniyorum ki, bir daha durup bu kez onun gözüyle bakıyorum, artık baktığım yer farklı oluyor.

İşte bu arkadaşımı düşündüm Ali Bilge Akkaya’nın fotoğraflarına bakarken. İzmir Otogarı, Ayasofya, Berlin’de bir müze girişi, bir fakültenin merdivenleri, Ümraniye, Mikanos’ta güneşli bir gün, Fethiye’de bir park, Adana’da bir alt geçit... Issız yolların derin serüvenleri. Geçip gittiğimiz, dikkat etmediğimiz sıradan mekanlar. Ali Bilge’nin gözüyle baktığınızda, durup seyretmek istiyorsunuz. Kurgu yok, photoshop yok, bakıp da gören bir göz ve doğru kareyi bulmak için saatlerce süren sabır ve belki yüzlerce hazırlık karesi var. Fotoğraflara yakından bakınca göreceksiniz, öyle böyle bir mükemmeliyetçilik değil... Bir parkta oturduğunuzu düşünün, gündüz belli bir açının tam ortasında siyah t-shirt giyen bir adam fotoğrafladığınızı. Sonra o parkta aynı noktadan gece bu kez beyaz t-shirtlü bir adam geçene kadar beklediğinizi.... O zıtlığı yakalamak için. İnsanın aklı almaz. Ali Bilge, beklemiş. Kurgulamamış, kimseyi durdurmamış, o mükemmel an için beklemiş. Ne kıymetli!

"Fethiye"

Bu mükemmeli yakalamak için bekleme, sabretme psikolojisini sorduğumda; “Fotoğraf çekme pratiğim bana sabretmeyi öğretiyor. Bekleme süreci uzadıkça daha iyi bir kare yakalama şansım artıyor. Seyahatlerim süresince bulduğum mekanlarda geçireceğim zamanı kısıtlayan bazı etkenler var. Bunların basında, gittiğim yerde kalabileceğim sürenin, zaman darlığı ve maddi etkenler dolayısıyla kısıtlanması var. Aslında sürecin sonunu belirleyen ben olmuyorum. Okulda bir hocamız bize proje çıkarırken 'Biz, sizin insanları rahatsız etmenizi, kavga çıkarmanızı hatta tutuklanmanızı istiyoruz' demişti. Böyle söyleyince kulağa garip geliyor olabilir ama bir proje için duyduğunuz heyecan ve alacağınız risklerin fazlalığı konusunda bana ilham vermişti. Ben de fotoğrafın peşindeyken kurulduğum noktalarda geçirdiğim vaktin dolduğunu sonra çoğu zaman bir güvenlik görevlisinin uyarısı veya insanların agresif tepkilerinden anlıyorum. Yine de aynı mekandan genelde binlerce kare çekmeden ayrılmamaya çalışıyorum. Kendimi bir kus gözlemcisi gibi hissediyorum. Tek farkım ben insanları gözlemliyorum,” diye anlatıyor sanatçı.

BOYUT VE GERÇEKLİK

Ali Bilge Akkaya’nın mükemmeliyetçiliği, sadece doğru kareyi yakalamakla sınırlı kalmıyor. Sergiye gitmeden önce internetten görmüştüm “Akşam Yedide İzmir Otogarı” işini. “Güzel bir fotoğraf...” diye düşünmüştüm. Sanatçı için fotoğrafları hangi boyutlarda bastığı çok önemliymiş, hepsine tek tek kafa yoruyor, denemeler yapıyormuş ki, fotoğraf, sanatçının planladığı etkiyi yaratsın. (Ki bu yüzden duyduğuma göre Ali Bilge’ye öyle “Gel bu karma sergi bir iş hazırlayıver,” diyemiyormuşsunuz. Sanatçının herhangi bir işinin bir bütünün parçası ve o bütüne ait bir kare olması dışında, boyutundan çerçevesine uzun uzun kafa yorulacak, o duvarda tek başına durduğunda da tüme varılacak bir hikâye olması da önemliymiş) Ali Bilge, o kareye baktığında kendi ne hissediyorsa, o hissiyatı bir yerden yakalamamızı istiyor çektiği fotoğrafları bastırırken sanki. “Güzel fotoğraf,” deyip geçemeyelim diye... İzmir otogarında sıradan bir akşamüstü insanı ne kadar etkileyebilir? O kocaman karenin karşısına geçip bir deneyimleyin. Anlatmakla aktarılmıyor çünkü bir fotoğrafa daha çok basma isteği... Ya da baktığımda hatırladığım o yaz, Bodrum’dan gelişim, tatilimin daha da uzayacak olmasının tatlılığı, boş vakitlerin çokluğu, babam gelip beni alana kadar şuradan kötü de olsa bir tost mu yesem, soğuk bir şeyler içsem hesabım... Sizi bir yerlere götüren işler işte, anlayın...

“Akşam Yedide İzmir Otogarı”

Yakından bakıp da aklınızı uçuran bir diğer iş de “Adana’da bir alt geçit”. Fotoğraflardan gördüğümde, “Bu iş ne alaka ki? Yine biri neonlu, dekoratif bir eserle mi karşımıza çıktı?!" derken gidip yakından bakınca işin (hem de!) yan yana geldiklerinde bir bütünü oluşturmaları için en doğru açıları hesaplanan binlerce kareden oluştuğunu anladım. Bu kadar ince detaylara sahip bir işi sanatçı bize anlatsın istedim: “Adana’da bir alt geçit’i oluştururken 4802 kare üzerinde tek tek çalışmam gerekti. Çektiğim binlerce fotoğraftan bir seçki oluştururken bilgisayar başında haftalar geçirdim. Adana’da gezinirken şans eseri denk geldiğim Galleria alt geçidinin kendi gerçekliğinin ötesine geçip bende yarattığı sürreal hissiyatı izleyiciye soyut bir görsel sunarak deneyimletmek istedim. Çalışmayı tamamlamak için Adana’ya birkaç kere gitmem gerekti. Son gidişimde su baskınından ötürü trafoların patladığını ve ekonomik sebeplerden bir daha tamir edilemeyeceğini öğrendim.”

DOĞA-MİMARİ-ÇERÇEVE ÜÇLEMESİ

Sanatçı bu sergisinde ilk kez çerçeveyi de işin bir parçası yaparak, boyut konusunu bir ileriye taşımış. Bu serisinin en güzel örneği olan, “Bir Gölge Işık Alanı Olarak Ümraniye” fotoğrafında (yine!) önünüzde açık renk kıyafetli bir kadın yürürken geçidin dışında, tam paralelde, koyu kıyafetli biri yürüyor. Fotoğraf açısı öyle bir yerde ki, geçidin mimari kıvrımı, o an vuran gölgeler, insan yapımı bina ile doğayı bütünleştiren bir saate denk gelmiş diye düşünüyorsunuz. İşte bu anı, Ali Bilge fotoğrafın dışına taşıyor ve endüstriyel tasarım geçmişinin de becerileriyle çerçeve ve fotoğraf arasında bir matematik kuruyor ve fotoğraftaki mimari çizgi ve kırımlımlar, çerçevede devam ediyor. Sizi içine çekmeye çalışan farklı bir gerçeklik gibi...

“Bir Gölge Işık Alanı Olarak Ümraniye”

YOLU TANIMAK VE 30 YAŞ

Bir, İki veya Rastlantısal Zamanların Gerçekçi Hikâyeleri, Üç veya Issız Yolların Derin Serüvenleri… Ali Bilge Akkaya’nın x-ist’te isimlerinden de anlaşılacağı üzere mevzusu giderek daha derinleşen sergileri. Sanatçı, tüm sergilerinde bize yollardan hikâyeler sundu. Mahallenin, şehrin, dünyanın farklı yerlerindeki tanıdığımız sıradan insanların mükemmel anları. Farkında değillerdi, poz vermiyorlardı, rastlantı hep en güzeldi. Üç veya Issız Yolların Derin Serüvenleri’nde yine rastlantıları yakalıyoruz ama bu sefer istikrarlı olarak, yakaladığımız kişilerin arkalarından gidiyoruz karelerde, sanki onların hikâyesine dahil olmak için onları izliyoruz. Ali Bilge Akkaya, üçlerken hikâyeyi derinleştiriyor, yürüdüğü yolu daha iyi biliyor artık… “Kat ettiğim yolda gittikçe ne yapmak istediğimden daha emin bir hale geldim. Kendimi, kendini gerçekleştirme yolunda daha özgür hissediyorum. En başından beri kendi mükemmelimi aradım. Ararken edindiğim tüm bilgi birikimini üretimime dahil ederek sınırlarımı zorlamaya çalışıyorum,” diye anlatıyor sanatçı bu olgunlaşmadan bahsederken.

“30 yaş”

Bu olgunlaşmanın arkasında, bir güç daha var. Sanatçının 30. yaşı… Sanki o meraklı küçüklükten çıkıp, biraz daha hüzünlü, azıcık daha yalnız, daha olgun bir yaşa bakıyoruz 30 yaş fotoğraflarında. Belki de büyüyüp hayatın bize öğrettiklerini aldıkça, rastlantıları o öğretilerle hikâyelendirebiliyoruz artık.

Ali Bilge Akkaya’nın “Üç veya Issız Yolların Derin Serüvenleri” isimli üçüncü kişisel sergisi, 30 Mart’a kadar x-ist’in yeni adresi Karaköy Juma’da görülebilir.