Ferhat Tunç: Marşlar ve ağıtlar hafızayı temsil eder

Hakkında tutuklama kararı çıkarılmadan hemen önce yurt dışına çıkan sanatçı Ferhat Tunç, hazırlığını sürdürdüğü “Marşlar ve Ağıtlar” adlı 25’inci albümünü yurt dışında çıkardı. “Marşlar ve Ağıtlar”, “Şarkılardan öğreneceği çok şey olmalı insanın” diyen sanatçının 40 yıllık müzik serüvenine dinleyiciyi davet ediyor.

Google Haberlere Abone ol

DİYARBAKIR - Ferhat Tunç, 40 yıldır müzisyen olarak hayatımızda olan bir insan. Ancak son yıllarda aktif siyasetin içinde de yer aldı ve son genel seçimlerde milletvekili adayı oldu. Yakın zamanda ise sosyal medya hesabından yurt dışında yaşayacağını duyurdu. Başka bir deyişle, birçok şarkısında sözünü ettiği sürgün hayatına başladı. Çünkü hakkında birçok dava açılmış ve bir gün, “Savcılar hakkınızda yurt dışı yasağı koyma hazırlığında” haberini almıştır. Yurt dışına çıktıktan kısa bir süre sonra ise hakkında tutuklama kararı çıkarıldı.

Yurt dışına çıkmadan önce hazırlığını sürdürdüğü “Marşlar ve Ağıtlar” da bu nedenle kendisi yurt dışındayken çıktı. Royem Müzik’ten çıkan albüm, Ferhat Tunç’un 25 albümü. Albüm kapağında, “Ferhat Tunç’un, henüz on dört yaşında başlayarak Dersim, Yunanistan ve Almanya’da yorumladığı ezgilerin kayıtlarından oluşan ‘Marşlar ve Ağıtlar’ adlı albüm oluştu. Albüm, sanatçının ilk gençlik dönemlerinin heyecanını ve kararlı bir yaşamın izlerinin temellendiği gençlik yıllarının farklı dönemlerindeki devrimci gecelerde, zamanın imkanlarıyla kayıt altına alınmış on altı eserin bulunduğu ağıtlardan ve marşlardan oluşmaktadır” deniliyor.

Albümde, sözleri Sabahattin Ali ve Muzaffer Oruçoğlu gibi edebiyatçılara ait olan şarkıların yanı sıra söz ve besteleri Zülfü Livaneli, Sadık Gürbüz, Ruhi Su ve Garip Şahin’e ait olan şarkılar da bulunuyor. “Şarkılardan öğreneceği çok şey olmalı insanın” diyen Ferhat Tunç ile yeni albümü, sürgünü ve Türkiye’yi konuştuk.

.

'AĞITLAR VE MARŞLAR HAFIZAMIZI TEMSİL EDER'

“Marşlar ve Ağıtlar” 40 yıldır devam eden müzik hayatının bir bölümü. 40 yıl sonra dönüp şarkılarla baktığında, hayatının bu bölümüyle ilgili ne hissettin?

Tam da albümün neden güncel karşılığı olduğunu işaret eden serüvenler aslında. Bütün bu yaşadıklarım, büyük bir acı ve öfke nedenidir. Bu makûs tarihin değişmiş olmasını dilerdim oysa. İstanbul seçimleri nedeniyle Erdoğan’ın “Ahmet’in mezarını Türkiye’ye getirelim” söylemi aklıma geldi şimdi. Hepimiz beslendiğimiz, büyüdüğümüz topraklarda yaşamak ve yine o topraklarda ölmek isteriz. Ahmet bu zihniyet yüzünden ülkeden ayrılmak zorunda kaldı. O zaman lince başvuranların aklı, halihazırda ülkeyi yönetiyor ve tam da o geleneği temsilen elinden geleni daha hoyratça yapıyor. Şimdi, Ahmet’e yapılan onun yoldaşlarına, dostlarına, halkına yapılıyor. Kimliğimden, düşüncelerimden ödün vermediğim için evimden, ülkemden uzağım ben de.

“Marşlar ve Ağıtlar”ı hazırlamak, Türkiye’nin 40 yıl öncesini müzik üzerinden hatırlamak ve hatırlatmak için yapıldı izlenimi bırakıyor. Doğru mudur bu izlenim ya da nasıl bir motivasyonla hazırlandı?

Ağıt da marş da aynı zamanda hafızamızı temsil ediyor. Güncelliğini koruyor olmaları müzik açısından değerli ancak 40 yıldır hâlâ benzer meselelere hitap ediyor olmaları sevindirici değil ve sosyolojinin, doğrudan siyasetin konusu. Bir; geçmişi unutmamak lazım. İki; geçmişle bugün arasında ciddi farklar kadar benzerlikler de var. Geçmişin sadeliğine ve gerçekliğine ihtiyacımız olduğu da kesin. Albüm tam da bu düşüncenin ürünü olarak hazırlandı. 40 yıllık sanat hayatımın ilklerini hala yaşıyorken bugünle buluşturmuş olmak, benim için kıymetlidir. Eminim dinleyici için de aynı duygu ve etkiyi sunar.

'KENDİ TARİHİNDEN KOPUŞ FELAKETTİR'

Şarkıları seçerken nasıl bir yol izlendi?

Eserlerin tümü, belirtilen tarihlerde teyp kasetlerindeki kayıtlardan elde edildi. Bilgisayar ortamına aktarılan bu eserler, stüdyo ortamında titiz bir çalışmayla iyileştirildi. Mesela “Hawa Dere Laçi” adlı Dersim trajedisini anlatan ağıt 1978 yılında kaydedilmiş. Albümde yer alan ağıtlar, yaşadığımız tarihsel sürecin tanıklığını bugüne taşıyor. Üstelik hâlâ hayattaysak, bu tarihin uzak olmadığının kanıtı. Bugün eksik kalanın tam da bu olduğunu düşünüyorum. Tarihinden habersiz, duyarsız ve uzak bir kuşak yetişiyor. Yüzleşmek yerine unutmayı, unutturmayı bir kültür olarak sunan egemen bir zihniyet var. Bunun karşısında duranların gücü gün geçtikçe azalıyor. Doğrusu kendi tarihinden, tarihsel gerçeklerinden kopuşu, bir felaket olarak görüyorum.

Ağıt ve marş, iç içe girmiş iki kavram gibi geliyor bana. Kendi hayatından, tanıklıklarından yola çıkarak nasıl değerlendirirsin bu iki kavramı?

Kesinlikle iç içe geçmiş ve birbirini tamamlıyor. Acılarımızı unutmamamız ve kılavuzu da marşlardaki direngenlikten almamız gerekiyor. Tek başına ağıtla, duygularımız deyim yerindeyse arabesk bir temayüle kayabilir; ayakta olduğumuzu ve ayakta nasıl olacağımızı duyuran marşlarımız da bu yüzden kıymetli. Albümde yer alan ağıt ve marşlar, tarihsel hafızamızı canlandıran önemli bir tanıklığı içeriyor. 68 kuşağının devrimci önderlerinin hayatlarına dokunuyoruz. Öncesinde Dersim trajedisini o zamanın duygusunu taşıyan sesiyle dillendiriyorum. Geçiyorum, 12 Eylül darbesinin hemen ardında Yunanistan’da bir konserde zincire vurulmuş bir halkın türküleriyle buluşturuyorum dinleyiciyi.

SÜRGÜN VE ÖZLEM

12 Eylül döneminde yurt dışına çıkmak zorunda kalmıştın. Şimdi yeniden yurt dışındasın. Yurt dışında olmak, sürgün olmak için ne demek istersin?

Evet, 40 yıllık sanat hayatımın ikinci sürgününü yaşıyorum. 12 Eylül’ün ayak seslerini duyduğumuzda benzer kaygılar ve ailemin de Almanya’da olması nedeniyle, Dersim’den, hiç istemediğim halde ayrılmak zorunda kalmıştım. Ayrıldıktan hemen sonra 12 Eylül Darbesi oldu ve ülkeye uzun yıllar dönemedim. Dersim’den ayrılmış olmasaydım, tutuklanmış veya öldürülmüş olabilirdim. 40 yıl aradan sonra benzer nedenlerle ülkeden ayrı kalmak benim için de bir dram. AKP politikalarını bundan önce darbe dönemleriyle mukayese ederdik; artık bunun gereği de anlamı da yok çünkü AKP başlı başına o karanlık dönemlerin kendisi oldu. ‘90’lı yıllar için de bunu söyleyebiliriz. Eskiden gizli olanlar, şimdi apaçık ve sözüm ona meşrulaştırılarak yapılıyor. Böyle bir iklim sürgünleri de kaçınılmaz kılıyor. Sürgün, kısa zaman olsa da özlemi ilk saniyeden hissettiriyor. Ama bu duyguya çok fazla kapılmadan yaşamak gerekiyor. Üreterek, ülkenle bağını koparmadan (istesen de koparamıyorsun) nefes almak ve güzel bir geleceğe inanmak gerekiyor. Bunu yapmaya çalışıyorum.

DEMOKRATİK BİR TÜRKİYE

Aylardır yurt dışındasın. Yurt dışından nasıl görünüyor Türkiye?

Günbegün merhem arayan bir yaralı gibi görünüyor. Merhem aradığı sürece de güçlü, umutlu. Son seçimler, HDP’nin doğru stratejisi, bu merhemin yerini gösterdi. Türkiye, şimdi o merheme ulaşmak için çıkılan yolda. Yol arkadaşlığının hakkı verilir, geri adım atılmaz ve tökezlense de yürüyüş sürerse; her şeyin çok güzel olacağı bir ülke olarak görünüyor. Tek adam rejimi, Türkiye için bir felakettir. İstanbul seçimlerinde umut yaratan demokrasi ittifakının devam etmesi, elzemdir. Bu ittifak güçlerinin ortak paydası elbette demokratik bir Türkiye’dir. Buradan geri dönüş olmamalıdır. Ülkemizin bu zulüm ve talan zihniyetinden kurtarılması gerekir. Umarım bu süreç uzun sürmez ve biz de evimize, ülkemize geri döneriz.

SIRADA ALEVİ DEYİŞLERİ VAR

Konserler, yeni albüm çalışmaları var mı?

Türkiye’de yeni albümle birlikte 40. yıl konserleri için bir planlama yapmıştık. Doğrusu, ülkenin uzun yıllardır gidemediğim kentlerine gidecektim ve bunun için çok seviniyordum. Maalesef her şey çok hızlı gelişti. “Savcılar hakkınızda yurt dışı yasağı koyma hazırlığında” haberiyle birlikte aynı gün ülkeden ayrılmak zorunda kaldım. Zaten hemen ardından hakkımda tutuklanma kararı çıkartıldı. Avrupa’da kuşkusuz büyük bir dinleyici kitlemiz var. Ülkede gerçekleştiremediğim o turne, burada hayat bulsun istiyorum. Önümüz yaz ve insanlar tatil için memleket yolunda. Kışa doğru tüm Avrupa ülkelerini kapsayacak bir 40. yıl konserleri için bazı hazırlıklarımız var. Farklı bir sahne görseli ile birlikte müzikal yenilikleri barındıran bir turne olacak.

Burada ne kadar kalırım bilmiyorum ancak kaldığım süre boyunca müzikal üretimi esas alan bir hayatım olacak. Kuşkusuz bu çalışmaları ülkede gerçekleştirmek çok daha kolay olacaktı benim için. Merkezi Norveç’in Oslo kentinde bulunan KKV Produksiyon ile Alevi deyişleri üzerinde bir yoğunlaşmamız olacak. Evet, bugüne kadar eksik kaldığım bir alan olarak kaldı, itiraf etmeliyim. Alevi kimliğimle de bilinen bir sanatçı olarak bu alana ilişkin eksiğimi tamamlamak istiyorum. 2020 yılında bu anlamda Dünya Müzik Arşivine kazandıracağıma inandığım son derece önemli bir çalışma olacak.