Mehmet Güreli şarkılarını yeniden yorumladı: Oda Müziği-1

Mehmet Güreli yedinci albümü 'Oda Müziği' konsepti ile dinleyici karşısında. Gazete Duvar'a konuşan Güreli, “Hayatı kitaptan okumuyorum. Bir yandan hayat akıp giderken kitap okuyorum. Dünyayı ne kadar kötüleştirseler de yine çok zengin. Şelalelerinden zeytinine... O kadar çok nimet var ki bunu görmemek için devamlı aynı yere bakmak lazım” diye konuştu.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Ressam, yazar, şair, yönetmen, müzisyen Mehmet Güreli, hayatı dolu dolu yaşıyor ve yaşadıklarını sanatıyla dışa vuruyor. Hiç durmadan üreterek sanatseverleri yenilikleriyle beslemeyi sürdürüyor. Şimdilerdeyse yedinci albümü 'Oda Müziği -1' ile dinleyiciyle buluştu. Adından da anlaşılacağı gibi devamının geleceğini haber veren albüm, Güreli'nin yeniden düzenlenmiş 10 şarkısından oluşuyor. Bunun bir proje başlangıcı olduğunu belirten Güreli, “Akabinde konuşmalar da yapacağım orada. Yönetmenleri, yazarları anlatacağım. Kendi projelerimden söz edeceğim. Bazen belki dostlarımla düetler yapacağım” diyor.

'Oda Müziği – 1' albümünde Güreli'ye gitarda Emre Karabulut, kontrbasta Ekin Bilgin, davulda Erdem Göymen eşlik ediyor. Seçilen şarkılarda ise söz ve müzikleri ağırlıklı olarak Mehmet Güreli ve Görkem Yeltan’ a ait. Koş Git Bir De Sen Bak, Kimse Bilmez, Zamboni Sokağı, Kolay Mı? örnekler arasında... Resimler, filmler ve kitaplarla dolu evinin oturma odasında kaydedilen albümde şarkılara kayıt sırasında evin oturma odasından alınan samimi görüntüler eşlik ediyor. Güreli'yle albümün kaydedildiği odada müziğini ve sanatını konuştuk...

Mehmet Güreli

'İÇİNDEN GELEN SES SENİ YÖNLENDİRİYOR'

Resim, müzik, edebiyat, sinema... Hepsine birden nasıl yetişiyorsunuz? Bu tempo sizi yormuyor mu?

Çok güzel bir söz var: İyi kuş şarkı söylemeyi kendi öğrenir diye. Benim hayattan aldığım cümle bu. Kendi içinden gelen ses seni yönlendiriyor. Bu birkaç tane unsur, birkaç disiplin olabilir. Önemli olan o içinden gelen sese cevap verebilmek. Onlar seni hoşnut ediyorsa devam ediyorsun. Ayrıca yaptıkların başkalarını da hoşnut etmeye başlayınca daha şevkle devam ediyorsun.

Her disiplinin kendine göre yeri var. Odaya baktığınız zaman neyi nereye koyduğumu anlarsınız. Biraz da zamanı kazanmak için çok fazla yolculuk yapmıyorum içeride. Yaptığım şeylerle yolculuğa çıkıyorum. Mesela dün akşam Anthony Mann'ın The Last Frontier filmini izledim. 50 sene evvel izlemiştim. Şimdiki kafamla seyrettiğimde bambaşka şeyler çıkardım filmden. Kalede Kızılderililer var. Kızılderililerin bulundukları yere beyazlar yerleşmeye başlıyor. Amerika'daki Kızılderili kıyımıyla ilgili. Biz bunu çocukluğumuzda seyrettiğimizde Kızılderili Kovboy'u gibi düşünmüştük. Halbuki oradaki kale komutanı Kızılderilileri öldürmeyi kafaya takmış. Kalenin içindeki başka askerler de “Neden bu kadar taktın? Senin kafanın içinde bir şey var” diyorlar. Çocukken anlaşılacak bir şey değil, şimdi belki de tam zamanında bir daha seyrettim filmi. Bu yönetmen üzerine kitaplar da yazıyorlar. Üstü kapalı ırkçılığı anlatıyor. Aslında üstü kapalı da anlatmıyor.Ama senin o sırada üstün kapalı, algılamayabiliyorsun. Senin algın ne kadar açıksa o kadar anlatılan şeylerin satır aralarını yakalamaya çalışıyorsun. O zaman da bir şeyler hatırlıyor gibiyim ama şimdi tam vakıf olduğumu düşünüyorum. Belki 10 sene sonra zaman olur da seyredebilirsem bambaşka bir şey yakalayacağım.

Jacques Ranciere'in bir kitabı var, Sinematografik Masal diye. Burada bir bölümü Anthony Mann'a ayırmış. Çok tuhaf bir şey. İnsan ilgilendiği yönetmenlerin tahmin etmediğin birinin de ilgilendiğini görmek ilginç oluyor. Bu filmler 40-50 sene öncesini anlatıyor. Bunlar benim arşivimde var. Her yönetmeni arşivlemiyorum. Kendime göre 100 tane yönetmenim var. Onların filmlerini tekrar tekrar seyrediyorum. Külliyat gibi bakıyorum. Kitapta onun sevgisini yakaladım. O beni bir yerlere götürdü. Oradan oraya geçtim. Bir cümle okudum ve bu film hemen elimin altında olduğu için izledim.

'JAPON SİNEMASINI SADECE FİLM OLARAK SEYREDİYORSAN, EKSİKSİN'

Odanız sanat evi gibi... Herhalde burada aklınıza geldiğinde olmayan bir kitap, film yoktur...

Bu aslında çok şanslı bir çağ. Her şeye kolay ulaşabiliyorsun. Ama mesele elinin altında bir şey olması değil kafanda bir şey olsun. Kovalamak gerekiyor. Ama senin bir şeyi kovalaman için bir şeyin peşinde olman lazım. Eğer bu kitabı okuyorsan buraya ulaşıyorsun zaten. Ben zaten o kapıyı aralık bırakmışım. Zamanı gelince içeri girebiliyorum.

İnsanlar ne kadar bilgili olup çok dil bilirse o kadar insanları seviyorlar. Sen anladığın bir şeyi seviyorsun. Ama anlamadığın bir şeyi de sevebilirsin o ayrı. O senin üstün sezgilerindir. Dilin ötesindesindir. Bu başka bir konu. Dil biliyorsan o sana bir şey anlattığında sen de ona cevap verebiliyorsan en büyük mutluluk bu... Bu, insanların ve ülkeler arasındaki yakınlaşmayı sağlıyor. Mesela Japon sinemasını sadece bir film olarak seyrediyorsan eksiksin. Ama onların geleneklerini de biliyorsan bu daha çok mutluluk getirir. Geçmiş kabilelerde öyle hikayeler var ki... Ben ilkel demeyi çok sevmem ama saat 12:00'de sokağa çıkmayan kabilelerden bahsederler. Çünkü saat 12:00'de gölge yok ve gölgesini kaybetmekten korkuyor, çıkarsa. Mesela bu antropolojik bir kitapta falan yazıyor. Ama onu başkası buluyor bir yere yansıtıyor. Sen oradan okuyorsun, bu sana insan düşüncesini öğretiyor. Gölgeyle insan arasındaki ilişki. Bunun üzerine ne kadar çok film var. İnsanın öteki benliği dediğimiz. Senin söyleyemediğin, kendinden de başkalarından da sakladığın bir tarafın var. İçindeki dünya gibi. Mesela Dostoyevski'nin Öteki kitabında, Edgar Allan Poe'nun William Wilson kitabında üçüncü kişilik anlatılır. Bunlar tabii merakla ilgili şeyler.

Siz sürekli bir uğraş içindesiniz...

Ben çok cahil birinin de bir yere bakarken kendi kendine mutlu olabileceğini düşünmeye çalışıyorum. Onun bakışında belki bizim hissetmediğimiz bir şey olabilir. Ama 'Boş çuval dik durmaz' diye bir cümle de var. Bu da aslında kültürle, insanın kendini yetiştirmesiyle alakalı. Çünkü insan bilgiyle yaşıyor ve bilgi, insanı insan yapıyor aslında. Bunları çektiğin zaman hiçbir şeyle ilgili olmayan bir canlıya dönüşürsün. Herkes seçimini yapmalı. Ben seçimlerin özgür olması gerektiğini düşünüyorum. İnsanlar mesleklerini de yaşayacağı yeri de seçmeliler. Tabii buna olanak yok tam olarak ama olmalı.

Sizi en çok müzisyen kimliğinizle tanıyorlar. Bu size ne hissettiriyor?

İnsanlar özgür ve kendilerine göre seçiyorlar. Bu biraz arkadaş seçmek gibi. Bu şarkı çok fazla ilgilenilmedi dediğim oluyor. Şarkılarla ilgili kendi kendime tespitlerim, saptamalarım oluyor. Mesela bir hikayem var. Onu dinleseler çok keyif alırlar dediğim oluyor ama kimsenin ilgilendiği yok. Bir gün bir öğretim görevlisi “Biz senin hikayeni sınıfta paylaştık sınıf ikiye ayrıldı” dedi. Hikaye kendi içinde bölünüyordu. Buraya gelmesini düşünerek yazmıyorsun onu ama gelince hoşuna gidiyor tabii. Mesela benim bilmediğim bir dilde çok sevdiğim şarkılar oluyor. Demek ki ben orada başka bir şey yakalıyorum, melodinin içinde farklı bir hikaye. Bende takılıp dinleme var. Bazen bir şarkıyı bütün gün dinleyebiliyorum. Georges Brassens olsun, Léo Ferré olsun, Charles Aznavour olsun... Bunlar benim devamlı dinlediğim müzisyenler. Bazı şarkılarda iyi ki bu insanlar bunları verdi diyorum. Senin için de birileri böyle söylüyorsa ne mutlu sana... Neyi buluyorlarsa, neyi dinlemek istiyorlarsa ona takılsınlar.

Oda Müziği sizin şarkılarınızla nasıl buluştu?

Önce 'Odamda Yolculuk' esprisinden çıktı. Benim eski evimde küçük bir odam vardı. Orada bir albüm yapmıştım. Xavier De Maistre diye bir yazarın Odamda Seyahat kitabından esinlenmiştim. Onu 40 günlük bir oda hapsine mahkum etmişler. Odaya hapsedilince bu kitabı çıkarmış. Kapalı yer esprisi aslında. Kapalı yerde insan neler yapabilir, neler yapamaz... Bunu en derinlemesine Kemal Tahir'de bulabilirsin. Ben de buna 'Odamda Yolculuk'u tekrarlamamak için 'Oda Müziği' dedim. Benim odamda çektik tümünü. Tüm o ışıklar, kameralar, enstrümanlar buradaydı. Ona Oda Müziği burada yapılan müzik anlamında bir başlangıç olarak 1 dedik. 10 parça yaptık.

.

'SESSİZ SİNEMAYI ANLATMAK, TARKOVSKİ'DEN BAHSETMEK İSTİYORUM'

Akabinde konuşmalar da yapacağım orada. Yönetmenleri, yazarları anlatacağım. Kendi projelerimden söz edeceğim. Bazen belki dostlarımla düetler yapacağım. Yapabildiğimiz kadar sürecek. Bu bir konsept oldu. O nedenle Oda Müziği 1 dedik. Aslında yaklaşık 2 aylık bir süreçte çekildi. Montajı şusu busu... Orkestra hep aynı. Sessiz sinemayı anlatmak istiyorum, Tarkovski'den bahsetmek istiyorum... Aristotales'in bahçesinde dolaşırken yaptığı konuşmalar gibi. Çok uzun süredir yapmayı planlıyordum. Sonunda yapabildim. Nereye kadar uzayacağını bilemiyorum. Ama üretim sırasına bunlar girecek.

'CANLI OLARAK DÜŞÜNÜN'

Var olan şarkılarınızı yeniden yorumladınız bu albümde. Yeni yorumlar yeniden dinleyiciyle buluştuğunda risk olarak görülebilir mi? Dinleyici ilk duyduğu halini benimser çünkü...

Kesin. Ama bunu canlı olarak düşün. Çalarken, söylerken benim hiç kaydım yok. Başkalarının kliplerini çektim yönetmen olarak ama kendi klibimi çekemedim. Hep aksilikler oldu. İlk defa şarkı söylerken ki halimi yansıtıyorum. 'Bu çok fazla izlenmeye değer bir şeydir' diye altını çizecek halim yok. Ona kişiler karar verecek. Oraya girip seyreden 'Aa bu güzelmiş bir daha seyredeyim' diyecek. Ya da 'Aman abi nedir bu' diyecek. O bizi aşıyor. Onların beğenilerine kalmış. Ama stüdyo kaydı başkadır. Ben burada iyi mi kötü mü söyledim diye sınırlandırmadan serbest olarak çalıyorum. İnan ki provası yok. Piyano, akordeon ve çello ilave edeceğim. Tekrar çalacağım. Bazılarının kayıtları yok bende. Kaybolmuş gitmiş yıllar içinde.

Yeni şarkılar var mı ufukta?

Yeni şarkılar da gelecek. Onlar için uğraşıyorum şimdi. Elektro çalacağım. Yeni bir gitar aldım. Yeni bir gitar aldım demem belki insanları ilgilendirmeyebilir ama benim için çok önemli. Sahnede de elektro gitar çalacağım.

'İSTEDİĞİNİ HALA ARAYAN BİR ADAMIM'

Sürekli birlikte ürettiğiniz dostlarınız var. Bu üretiminize nasıl yansıyor?

Çevremde çok hoş insanlar var. Müzisyen olarak, sinemacı olarak, yazar olarak... Herkes birbirinin işine zevkle katıldığı için o enerjiyi sinerjiye dönüştürebiliyoruz. Bazen ne olacağını ben de bilmiyorum. Yolda tanışıp stüdyoya girdiğimiz bir sürü insan var. Hayatı kitaptan okumuyorum. Bir yandan hayat akıp giderken kitap okuyorum. Hayat devam ederken kitaplarla da başka hayatlar paylaşılır. Zengin dünya. Dünyayı ne kadar kötüleştirseler de yine çok zengin. Şelalelerinden zeytinine... O kadar nimetler var ki bunu görmemek için devamlı aynı yere bakmak lazım.

'INSTAGRAM YENİ MERHABALAŞMA YÖNTEMİ'

Bu proje ile internet çağına siz de ayak uydurmaya başladınız. Bu çağı nasıl görüyorsunuz?

İnterneti insanlar şu an tam keşfettiler. Dünyadaki gelişmeler maddiyata döndüğü ve kalabalıkla buluştuğu zamana girmeyecek insan tanımıyorum ben. İnternetle birlikte neler yapılabileceğini ve neler bulabileceğimi başından beri çok iyi takip ediyorum. Bilgi kirliliği lafı mesela tamamen cehalet ürünü bir şey. Kirliliğini anlaman için senin bütün bilgilerden haberdar olman lazım. Çok seçici olman lazım.

Instagram'a bir resim atıyorsun, altına bir şey yazıyorsun. O insanlarla çay kahve içmiş gibi oluyorsun. Merhabalaşmanın yeni bir yolu bu. Bir sokakta çukur varsa eğer başka sokaktan geçersin. Nutuk çekmenin bir anlamı yok. Bir gün düzelir o sokak. Başka bir sokak varsa ben oradan geçerim.