Bir kent nasıl büyür: Sagalassos
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık tarafından hazırlanan “Bir Zamanlar Toroslar'da: Sagalassos" sergisi Yapı Kredi Kültür Sanat’ın Beyoğlu’nda bulunan binasında açıldı. Sergide, prehistorik çağlarda Anadolu’da yaşadığı kanıtlanan ve Burdur yöresinde kalıntılarına rastlanan mamut kemiklerinden, Roma imparatorları Marcus Aurelius ve Hadrian’ın anıtsal boyuttaki heykellerine kadar çok sayıda ve farklı türde tarihi eser yer alıyor.
Yiğit Ozar
Yapı Kredi Kültür Sanat’ın Beyoğlu’ndaki binası "Bir Zamanlar Toroslarda: Sagalassos" sergisine ev sahipliği yapıyor. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile Belçika KU Leuven Üniversitesi’nin desteklediği Sagalassos Arkeolojik Araştırma Projesi işbirliğiyle hazırlanan sergi için Burdur Arkeoloji Müzesi’nden 368 arkeolojik eser İstanbul’a getirilmiş. Projenin bilimsel danışmanlığı Sagalassos kazısı başkanı Jeroen Poblome, koordinatörlüğünü Yapı Kredi Müzesi yöneticisi Nihat Tekdemir ve tasarımı Pattu Mimarlık tarafından yapılmış.
Sergi, Burdur’un Ağlasun İlçesi yakınlarında, Toros Dağları’nın batı kolunda 1400 - 1750 m. yükseklikte kurulmuş Sagalassos Antik Kenti'ni ele alıyor. Ancak Sagalassos, sadece görkemli yapı kalıntılarıyla ve objelerle değil doğal çevresi ve insanlarıyla; geçmişin kentsel kalıntıları günümüzün kırsal ortamıyla bütünlük içerisinde anlatılıyor. Böyle bir serginin gerçekleşebilmesi için kurumlar arası işbirliği önemli ama sanıyorum Müze yöneticisi meslektaşım Nihat Tekdemir’in üstlendiği koordinatörlük görevindeki hakkını bu noktada teslim etmek gerek. Sonuçta 368 arkeolojik eserin geçici bir sergi için İstanbul’a getirilmesinin bürokrasiden lojistiğe kadar farklı boyutlarda zorlukları var. Öte yandan serginin başarısı en çok Sagalassos Projesi’nin 1990’lardan bu yana Akdeniz’de arkeoloji alanında yürütülen ilham verici uluslararası ve disiplinlerarası çalışmalardan biri olmasında saklı. Bu nedenle sergiden önce bugün Türkiye’deki muteber bilimsel araştırmalardan biri olan Sagalassos araştırmalarına dair birkaç satır eklemek istiyorum.
Fransa Kralı XIV. Louis’in fizikçisi Paul Lucas’ın Osmanlı topraklarına yaptığı seyahatte keşfettiği yerleşmede 1884 - 1885 yıllarında Polonyalı arkeolog Kont Lanckoronski ve ekibi tarafından ayrıntılı belgeleme çalışmaları gerçekleştirilir. 1907 yılında ünlü gezgin, arkeolog Gertrude Bell tarafından fotoğraflanan yerleşim, 20. yüzyıl boyunca araştırmacılar tarafından ele alınmaz. R. Fleischer 1972-74 arkeolojik çalışmalarının ardından 1986 yılında Stephen Mitchell tarafından yürütülen yüzey araştırmalarına Sagalassos da dahil edilir. 1990 yılında Burdur Müzesi gözetiminde başlayan kazılardan sonra 1993 yılından itibaren Prof. Marc Waelkens başkanlığında yürütülen arkeolojik kazılar Sagalassos araştırmalarını bugünkü ölçeğine taşır. 2014 yılında beri ekibe 1991 yılında dahil olan Jeroen Pablome kazı başkanlığını yürütüyor.
Sergi mekânı yapının Galatasaray Meydanı’na bakan cephesindeki rampada İlhan Koman’ın Akdeniz heykeline sergi süresince Sagalassos’da açığa çıkarılan anıtsal bir Marcus Aurelius heykelinin günümüze ulaşan parçaları eşlik ediyor ve sergi yapının üç katına yayılıyor. Akdeniz’in belleğinde Roma İmparatorları arasında filozof kimliğiyle öne çıkan İmparator M. Aurelius’un bir heykelinin parçalarının Akdeniz heykeline bir süreliğine eşlik etmesi etkileyici bir birliktelik. Tabi ki tadınızın kaçmaması için binanın sizi kamusal alandaymış gibi düşündürmeye çalışan cam yüzeyinden dışarı baktığınızda gördüğünüz Galatasaray Meydanı’nındaki Şadi Çalık’ın soyut 50. Yıl Anıtı’nın çitler ve kolluk güçleriyle çevrelenerek binanın bu yönde ablukaya alınmasını da İmparator'un özel koruma ordusu praetorianlere gönderme olarak düşünmenizi tavsiye ederim. Yoksa, çitlenmiş Galatasaray Meydanı ile cam yüzeyi ve rampasıyla bir illüzyon yaratan kamusal alandan korunaklı mesafesiyle özel müzenin içindeki müşterek varlıklar arasında bir yerlerde sıkışıp kalırsınız.
TOPLUMSALLAŞTIRILMIŞ AKADEMİK BİLGİ İLE KADİM OLAN BİR ARADA
Birinci katta, Sagalassos araştırmalarının disiplinlerarası bakışıyla kentin ve içinde bulunduğu antik Pisidia bölgesinin doğal çevresini, inanç sistemini, tanrılarını ve çağlar boyu insanlarını çok katmanlı bir bütüncüllükle ele alıyor. Bu bölümün ilgi çekici anlatımlarından biri; geçmişte kent nüfusunun hayvanlardan yararlanma şekli, beslenme biçimleri hakkında verilerin çoban İbrahim Öcülcü ve arkeozoolog Dr. Bea De Cupere seçerek yöneltebileceğiniz soruların yanıtlarını içeren kısa bir video ile tamamlandığı alan. Toplumsallaştırılmış akademik bilgi ile kadim olan bir arada sunuluyor. Unutulup yeniden açığa çıkarılan geçmiş, süregelen ile birleşiyor. Buna benzer kısa videolar sergi boyunca karşınıza çıkıyor. Bu videolarda kadraja giren taş ocağına da dikkat edin. Sagalassos’un sit alanı ilanıyla ocağının faaliyeti durdurulmuştu. Kentin yamaçlarına kurulduğu Akdağ’ın zirvesinde açılmak istenen bir taş ocağı da sit alanın sınırlarının genişletilmesiyle gerekli izinleri alamamıştı. Tabi, Burdur’da Sagalassos’un koruyucu kalkanı dışında çok sayıda taş ocağı tahribata devam ediyor. Bu arada kazı başkanı Jeroen Poblome ile birlikte kazının emekli başkanı Prof. Marc Waelkens ve Burdur Arkeoloji Müzesi eski Müdürü Hacı Ali Ekinci’nin bir araya geldiği videoyu da atlamayın.
Birinci katın ziyaretçilerinin dikkatini çeken bir bölümü antik Pisidialılar kuşkusuz. Sagalassos kazılarında ele geçen MS 3. yüzyıla tarihlendirilen Romalı bir erkek kafatası ile 11. yüzyıla tarihlendirilen bir kadın kafatası uzmanlar tarafından yeniden yüzlendirme tekniği ile özgününe yakın bir görünümde sunuluyor. Bu canlandırmalar kazı başkanı Jeroen Poblome’ye göre yüzde 75 kesinliğe sahip. Gerçek isimleri bilinmeyen antik Pisidialılar’a ekip Rhodon ve Eirènè isimlerini vermiş.
Bu kat aynı zamanda Sagalassos arkeolojik araştırmalarının çalışma yöntemlerini de sergiliyor. Bu açıdan iki yıl önce Beyoğlu’ndaki Anamed binasında ziyaretçiyle buluşan Bir Kazı Hikayesi Çatalhöyük Sergisi'ne benziyor. Farklı dönemleri açığa çıkarsalar da Sagalassos ve Çatalhöyük kazılarının organizasyon yapısındaki benzerlikler düşünüldüğünde bu durum çok şaşırtıcı ve rahatsız edici değil. Çoğu ziyaretçinin sergilenen bir esermiş gibi bu kattaki mikroskoba uzaktan bakarak geçtiğini gördüm. Sagalassos’ta bulunmuş bitki kalıntılarının nasıl incelendiğini ve bu kalıntılardan neler elde edilebileceğini anlatan bu bölümün hakkını vermek için bir arkeobotani uzmanı gibi mikroskobu kullanıp binlerce yıllık bitki kalıntılarını gözetlemekten çekinmeyin. Aslında günümüzde benzer pek çok sergide karşımıza çıkabilecek bu yerleştirmeler ziyaretçilerde geleneksel sergi deneyimleriyle oluşmuş “dokumayın /dokunmamalıyım” refleksiyle hedefine her zaman ulaşamıyor.
Serginin ikinci katında geniş bir Sagalassos kronolojisi ziyaretçiler için görselleştirilmiş. Bölgede tespit edilebilen en eski insan izlerinda başlayan veri akışı Sagalassos’un kuruluşu, Hellenistik, Roma, Bizans dönemleri, Selçuklu ve Osmanlı dönemleri ve günümüz Ağlasun toplumu hakkında fikir veriyor. Bu geniş kronoloji içerisinde Sagalassos antik kenti Bronz Çağları’ndan 13. yüzyıla kadar uzanan bir iskanıyla kısa bir zaman dilimine hakim, ancak bu dilim kentin sahip olduğu anıtsallığın izler ile dikkatleri üzerine topluyor. İkinci katın orta salonu bu anıtsallığın sergilenmesine ayrılmış. Kentin dağ yamaçlarında nasıl bir planda geliştiğini, mimarisini bu bölümde daha iyi anlıyorsunuz. Bu anıtsal yapılardan günümüze ulaşabilenlere nasıl müdahale edebileceğini, ne oranda ayağa kaldırılabileceğini de bu bölümde Ebru Torun’un video röportajından dinliyoruz. Torun’un anlatımında koruma eyleminin arkeolojik ve mimari boyutuyla birlikte yüzleşiyoruz. Toprak altından paramparça çıkan kalıntıların özenle ve sabırla, eskiliğini kaybetmeden nasıl yeni yaşama katacağımızı Sagalassos bağlamında kısacak videoya sığdırmış Ebru Torun. Kazı başkanı Jeroen Poblome’nin bu katta kazılarda bulunan seramikler ile, 700 yıl boyunca değişmeden kullanılan pişirme kapları üzerinden anlattığı “yavaş teknoloji” anlatımı da günümüzün sürdürülebilirlik tartışmalarına arkeolojik bir katkı olarak serginin atlanmaması gereken videolarından. Bu bölümde antik Sagalassos konutlarının karşılaştırıldığı panolar ile sınıfsal farklılıklara dayalı yaşam biçimi hakkında fikir vermek de ihmal edilmemiş. “Tanrılar Gibi Yaşamak” başlığıyla zengin mozaikler, duvar resimleriyle süslü kendi su tesisatına sahip elit konutların karşısında “İnsanca Yaşamak” başlığında bir yatak odası ve kiler işlevinde iki basit odaya sahip mütevazi bir konut anlatılıyor, anıtsal yapılarıyla aklımızda yer eden antik kentlerin basit konutlarına, atölyelerine değiniyor.
Yapının mimarisi gereği üçüncü kattaki galeriye ancak ikinci katın ortasından ulaşabiliyoruz, ve ortadan ortadan giriyoruz mekâna. Dolayısıyla merdivenleri çıkarken etkisi altına girilen Demeter heykeli başını seyretmeye bıraktığımda nasıl devam edeceğimi şaşırıyorum; sağa mı sola mı, saat yönünü mü denemeliyim? Sergi ekibinin ötesinde bir sorun olan yapının bu planimetrisine pek alışamayacağım sanırım. Bu arada sergi üçüncü katta Sagalassos gibi bir kentin kendi döneminde nasıl sürdürüldüğünü; ekonomisi, sofra adetleri, enerji kaynakları, araç gereç, çeşitli mermer cinsleri gibi Sagalassos’un yapı malzemelerinin kaynakları, çalışma, ibadet, eğlence biçimlerine, yaşam kalitesine ve ölü gömme geleneklerine ışık tutan objeler sergileniyor. Barbara Debruyn’nun Sagalassos’ta bulunmuş objelerden esinlenerek tasarladığı çağdaş takılar da bu katta karşımıza çıkıyor.
Sergiye dağıtılmış bir fotoğraf serisi Belçikalı fotoğraf sanatçıları Bruno Vandermeulen ve Danny Veys’ın gözünden Sagalassos’u doğal çevresiyle birlikte izleyicinin gözleri önüne seriyor. Sagalassos kazı raporlarında farklı disiplinlerden bilim insanları emeği net bir şekilde ortaya konur ve arkeoloji camiasında bilinir. Ancak, Sagalassos Projesi’nin disiplinler arası çalışmaları sadece bir arkeolojik kazı ve yüzey araştırması ihtiyaçları ile sınırlı olmadığı bu sergide farklı bir şekilde açığa çıkmış. Kazı ekibinden Ebru Torun ile 2017 yılında Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi ofisinde yaptığımız söyleşide değişen kırsal kalkınma dinamikleri içerisinde arkeolojinin rolünü Sagalassos üzerinden Prof. Frank Moulaert ile birlikte ele aldıkları projeyi konuştuğumuzda projenin toplumsal hedefleri ve disiplinler aradalığına daha önce de tanık olmuştum. Çoğu arkeolojik kazı az ya da çok özellikle fen bilimleri ile disiplinler arası birliktelikler kurar, genelde eksik kalan sosyal bilimlerin diğer alanları ile kurulması gereken ilişkilerdir. Sagalassos sergisinin topluma sunduğu bilgi içerisinde bu alanlardan üretilen veriler de saklı.
Olağan arkeolojik araştırmaların kapsamı dışına taşan bir diğer çalışmaları ise Sagalassos’u güncel sanatçıları ve yetenekli zanaatkarlara açtıkları, onlara Sagalassos’tan ilham alma fırsatı sundukları bir tür misafirperverlik programı. Bu programın sonuçları Barbara Debruyn Sagalassos’a dair tasarımlarıyla sergiye kısmen yansımış. Aynı programının etkileyici bir grup sonucu ise geçtiğimiz Haziran – Ağustos aylarında İstanbul’da Bozlu Art’ın Mongeri Binası’nda açılan Sagalassos için... sergisinde görülmüştü. Murat Germen, Selma Gürbüz, Kazım Karakaya, Murat Morova, Seyhun Topuz, Utku Varlık ve Semih Zeki’nin eserleriyle katıldığı serginin geliri Sagalassos Vakfı aracılığıyla antik kentin Roma hamamının onarılmasına ayrıldı. Güncel sanat çevresinin son dönemde artan arkeoloji ilgisi kayda değer olmakla birlikte, kurulan bağlantıların kimi zaman biraz yüzeysel kaldığını düşünüyorum. Bu noktada Sagalassos ekibinin yaptığı gibi arkeoloji ve sanat çevrelerini biraraya getiren mecraları arttırmaya ihtiyacımız var. Sagalassos kazısının bu programı kollektif bir anlayışla genç sanatçılara, inisiyatiflere ulaşarak devam ederse arkeoloji ve güncel sanat arasında derin ve uzun soluklu tartışmalara katkıda bulunabilir. Belki de ileride güncel sanat alanın daha fazla eserle bir belgesel sergiye katıldığını görürüz ya da bir karma sergide bir anda Sagalassos esinlenmeleri karşımıza çıkar.
İşte, serginin açılışıyla birlikte yayınlanmaya başlayan hemen her yazıda vurgulanan disiplinlerarası sergi içeriğinin arkasında böyle bir birikim ve ekip çalışması var. Dileriz Sagalassos araştırmaları daha uzun yıllar aynı anlayışla ve ekip ruhuyla sürer, bu sergi de benzer çalışmaların yaygınlaşmasına vesile olur. Sergi 28 Mayıs’a kadar ziyaret edilebilir.