Türkiye'de muhalif müziğin izlekleri: 'Onurlu kaybetme' dönemi Gezi'yle birlikte kapandı

Helezonik Kreşendo ekibi, yaklaşık bir yıldır Türkiye'nin çeşitli kentlerinde 'Türkiye'de Muhalif Müziğin İzlekleri' isminde bir sunu-dinleti düzenliyor. Hazırladıkları Helezonik Kreşendo web sitesi, Türkiye Devrim Şarkıları Nota Kitabı’ndan, ‘Kürtçe Gitar Repertuarı’na, ‘Gitar Metodu'ndan ‘Amatörler için Birlikte Müzik Atölyesi Notları’na kadar pek çok kitap ve çalışmaya ücretsiz olarak ulaşılabilen bir adres haline gelmiş.

Google Haberlere Abone ol

Toplumsal mücadele tarihini okurken müzik, bazen gizli, bazense açıkça bize eşlik ediyor. Müzik yalnız başına dünyayı değiştiremez. Ama bu kavgaya yoldaş olamayacağı anlamına gelmiyor. Bu nedenle geriye dönüp geçmişin şarkılarını, dönemin toplumsal muhalefetiyle birlikte dinlediğimizde müzik bizim hikayemizi, bizim tarihimizi anlatır.

Helezonik Kreşendo ekibi, yaklaşık bir yıldır Türkiye'nin çeşitli kentlerinde 'Türkiye'de Muhalif Müziğin İzlekleri' isminde bir sunu-dinleti düzenliyor. Anadolu'nun direniş geleneğinden, günümüzün mücadelesine uzun bir yolculuk bu... Amacıysa öncelikle tarihe nasıl baktığımızı ortaya koymak. Ekipten Cemil Özgür, bunu şöyle açıklıyor: “Biz tarihsel olaylara nasıl bakarız? “I. Dünya Savaşı”, Macaristan Veliahtı'nın öldürülmesi sebebiyle mi çıkmıştır, yoksa emperyalistlerin ekonomik-siyasal bir paylaşım krizi sebebiyle mi? Tarihe, ekonomi politik bağlamıyla, sosyolojik durum ve diğer disiplinlerdeki gelişimlerle birlikte bakmaya çalışıyoruz. İkinci amacımız ise, Ruhi Su’dan bugüne, Türkiye’deki toplumsal muhalefetle müziğin ilişkisini anlamak/aktarmak.”

Velhasıl, bu yolculuğa çıkma fırsatı bulup Özgür'ü dinledikten sonra, kendisiyle hem bu çalışmaları, hem de dünün, bugünün -hatta biraz haddimizi aşarak geleceğin- muhalif müziği hakkında keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Önce biraz yaptıkları çalışmadan bahsedelim. Hazırladıkları Helezonik Kreşendo web sitesi, Türkiye Devrim Şarkıları Nota Kitabı’ndan, ‘Kürtçe Gitar Repertuarı’na, ‘Gitar Metodu'ndan ‘Amatörler için Birlikte Müzik Atölyesi Notları’na kadar pek çok kitap ve çalışmaya ücretsiz olarak ulaşılabilen bir adres haline gelmiş. Üstelik sözkonusu çalışmalar, üzerinde büyük emek harcanmış eserler. Helezonik Kreşendo'yu “Toplumsal muhalefet içerisindeki kurumların, toplulukların, insanların faydalanabileceği bir 'müzik dokümanı kütüphanesi'” olarak tanımlayan Özgür, çalışmalarına başlarkenki motivasyonları hakkında şunları söylüyor:

“Çeşitli devrimci kurumlarda müzik çalışmaları yaparken ve çalgı dersleri verirken şöyle bir problemle karşılaşmıştık: örneğin gitar dersi veriyoruz ve piyasadaki herhangi bir gitar metodundan hareket ediyoruz. Bu gitar metodunun, hem metodolojik olarak, hem estetik olarak, hem de öğretilen şarkılar olarak bizim dünyayı değiştirme mücadelemizle hiç alakası yok. Örneğin, alıyorsun açıyorsun bir tanesini, altta şu tip yazılar var: 'Başarmak istiyorsan, önce kendine dön' ya da ne bileyim 'Etrafında seçilen bir kişi olmak istiyorsan bilmem ne yap' falan... Yani piyasanın bireyci formülasyonlarını üretiyor. Öğretilen şarkıların bizim yaratmak istediğimiz karşı-hegemonik zeminle hiçbir alakası yok. Bu tip yayınlarda, öğrenilen şarkının yaşamla ilişkisini kurmak gibi bir dert de yok. Oysa Freire’nin Latin Amerika’daki okuma yazma öğretme çalışması içinde yaptığı vurgu aklımızda olmalı: 'Yalnızca sözcükleri değil, aynı zamanda dünyayı okumayı öğretmeliyiz'. İşte bu tespitten hareketle ve 'en iyi eleştiri, yapmaktır' sözünü pusulamız yaparak üretmeye başlamış olduk.”

Helezonik Kreşendo’nun son çalışmasının başlığı: ‘Türkiye’de Muhalif Müziğin İzlekleri’. Şu anda sunum-dinleti şeklinde bir formatla Türkiye’nin her tarafında aynı başlıklı söyleşiler yapılıyor. Bu çalışmanın bir kitaba, farklı kuşaklara ulaşabilmesi için seslendirmelerle ve videolarla aktarımına ve hatta bir 'Muhalif Müzik Mahallesi' sergisine kadar pek çok hayali de içeren bu çalışmadan bahsetmek istiyorum.

'ÖZGÜN' BİR GEÇMİŞ VE YANSIMALAR

Tarihin en etkileyici taraflarından bir tanesi, her anlamda şahsına münhasır karakterlerle buluşma fırsatıdır. Hele ki sanat, bunun en zevkli yanı. Öte yandan geçmişe gittikçe, bizim kendine özgü sandığımız bir şeyin özünü net bir şekilde görebilmemiz zorlaşıyor. Mesela kendi bölgemizde özgün bulduğumuz bir figür, aslında x coğrafyasının bizdeki bir yansıması olabilir. Elbette bundan daha doğal bir şey yok. Fakat yine de insan özgünlük avından kesin bir cevap almaksızın eli boş dönmek istemiyor. Özgür'e coğrafyamız üzerine yaptığı bu çalışmada karşılaştığı özgün figürlerin olup olmadığını, daha doğrusu bu anlamda kendisinin dikkatini nelerin çektiğini sordum.

İlk karşılaştığı şey, 'bazı şahsına münhasır kişilerin izleklerin içerisine oturmaması ve bir ekol oluşturamaması' olmuş: “Örneğin Timur Selçuk” diyor, “Belli bir döneme kadar ‘pop müzik’ içerisinde ele alınabilir. Fakat sonrasında yaptığı tiyatro şarkılarına, devrimci etkinliklerde piyanosuyla varoluş şekline bakıldığında bambaşka bir sanatçı. Fakat onunla oluşan bu icra ve varoluşu takip eden -Timur Selçuk’un kendisi de dahil- kimse yok, öncesi yok, sonrası yok... Tabii ki birilerinden etkilenmiş-etkilemiş ama o izlekte görebileceğimiz başka bir örnek görünmüyor.” İkincil olarak örnek verdiği isim olan Bülent Ortaçgil'inse müziğin kendi içinde bir muhalefete denk geldiğine dikkat çekiyor.

Çalışma sırasında keşfettiği bir başka şeyinse, 'müzikal olarak farklı izleklerin neden ortaya çıktığı' olduğunu belirtiyor. Anadolu Rock’ın 60’ların ikinci yarısındaki anti-emperyalist gençlik hareketlerine, devrimci halk ozanlarını 60’lı yılların Türkiye İşçi Partisine bağlıyor. 80 sonrası ortaya çıkan, muhalefet içindeki hüzün, melankoli şarkılarını darbe sonrasının yenilgi kültürüyle, 2000’lerle birlikte ortaya çıkan ‘toplumsal hareketler’i Bandista’nın ortaya çıkışıyla ilişkilendiriyor. Bütün bu bağlantıların yanı sıra, bir taraftan da irdeleme süreci devam ediyor: “Mesela şu soruya hâlâ güçlü bir cevap bulabilmiş değilim: Sokak müziği’ni ortaya çıkaran durum nedir? Bu soruya hızlıca şöyle denebilir, 'İşte üç tane genç çıktılar Taksim'e, çaldılar, diğerleri de onlara özendi' falan... Mutlaka böyledir ama, o üç genci sokağa çıkartan, diğerlerini de onlara bakıp sokakta olmaya iten nesnel bir durum var. Biz o durumun kendisine bakmalıyız. Metropolleşme, siyasal ifadenin kültürel türevlerinin örneklerinin çoğalması, bunların ana akım ifade olanaklarının dışında bırakılması, gezgin müzisyenlerden etkilenme….”

Peki bize yansımalardan ne haber? Mesela Latin Amerika'daki Nueva Cancion, ya da Nueva Trova gibi akımları düşünelim örneğin. 1960'larda, 1970'lerde Victor Jara'ların, Silvio Rodriguez'lerin burada Fikret Kızılok'lara denk düşüyor olduğu açıkça fark ediliyor. Sözün ön planda olduğu, şiirselliğin ve edebiyatın coğrafyanın kendi kültürüyle buluşup bir muhalif kimliğe bürünmesi... Yansıma ya da ilham alma konusuna dair Özgür şöyle söylüyor: “Bu kaynaklar çok belirgin, Bob Dylan varsa Yaşar Kurt var, Violetta Parra, Joan Baez varsa Selda Bağcan var... Indie müzik, Anglo Sakson rock geleneği varsa 5-10 yılda aynısını bizde görmek çok sürpriz durumlar değil aslında. Biraz da belki ‘geç kapitalistleşme’ ile ilgili görülebilecek bir durum olabilir.

'ONURLU KAYBETME' DÖNEMİ, GEZİ'YLE BİRLİKTE KAPANDI

Sunumdaki en dikkat çekici noktalardan birisi, Yeni Türkü'nün 'Çember' şarkısıyla aktarılan, 1980 Darbesi sonrası gelişen ve muhalif müziğe bir dönem hakim olan 'melankoli' ve 'yenilmişlik' ruh hali. Günümüzde ne kadar benzeridir tartışılır ancak yine de melankolik bir havanın muhalif cenahta hüküm sürdüğünü gözlemlemek çok zor değil. E, artık hazır 2020'lere de girmişken, geçtiğimiz 10 yıla yavaşça dönüp baktığımızda müzikal anlamda nasıl değişimlerin yaşandığını söyleyebiliriz? Şöyle söylüyor Özgür:

80 sonrasında şiirsel anlamda bir çeşit “'Onurlu kaybetme dönemi' yaşandı diyebiliriz, insanlar hak, eşitlik, özgürlük mücadelelerinin içerisinden geçtiler ya da kıyısında büyüdüler. Büyük acılar yaşadılar ve mücadeleye devam edemeseler bile bir şekilde, o acılara rağmen varlıklarını sürdürecek konumlar oluşturmaya çalıştılar, şarkılardaki yansıması da bu oldu aslında. Ama Gezi İsyanı’ndan sonra bu dile geri dönüş olur mu? Pek sanmıyorum. Egemenler açısından da öyle. Kapitalizm kendi kültürünü, şatafat övgüsü üzerinden değil de gençlik üzerindeki ‘lümpenleştirme’ hamlesiyle yeniden üretiyor şu sıra. Özellikle rap, kendi pop formülasyonları... Pop dediğimiz de eskinin 'dum-tıs' pop versiyonu değil, bütün türlerin içine sızmış bir pop bu. Artık 'rap' diyorsun ama 'pop' o yani, Yonca Evcimik popu değil. Arabeskin içinde de var, Rock müzik içinde de, en saykodelik müziklerin içinde de... Metin Solmaz’ındı galiba, kapitalist kültür endüstrisi üzerine çok güzel bir lafı var: 'yenemediği alt kültürleri, içine alarak sönümlendiriyor” manasında, aynı onun gibi...

BİZİM ŞU ANDA 'BEN' MESELESİNDEN HAREKETLE 'BİZ'E ULAŞMAMIZ LAZIM

Tüm bu toplumsal ruh hali bir noktada bize bir şeyler anlatırken, müzik de benzeri temellerden, nedenlerden yola çıkarak böylesi bir muhalif kimliğe bürünmeye başlıyor. Özgür'in bu anlamda en fazla dikkati çeken noktaların Indie, Rap gibi türlerde karşımıza çıktığını söylüyor. İç hezeyanlardan doğru hareketlerin insanın özgürlüğüne dair pek bir şeyler göstermese de mevcut formasyonun bu olduğu ortaya çıkıyor. Ama konu hakkında şunları ekliyor “Bugünün muhalefet üretecek insanları açısından da bu reddedilecek bir durum değil, ‘zamanın ruhu’ kavramına şans tanımalıyız. 'Ben' meselesinden hareket ederek, bunun aslında sistemle bağını, sosyolojik arka planını gösterecek şeyler yapmak zorundayız.” Sonuç olarak Özgür, muhalif müzik formunun, yine geri gelebilecek olsa da 70'lerin, 80’lerin formu gibi olamayacağı görüşünde, hem müzikal hem de içerik olarak.

Bir de ‘bağlam’ meselesi var: “Mesela Rize Valiliği, Selçuk Balcı'nın konserini yasaklıyor. Neden yasaklıyorsun ki, söylediği ne var? Karadeniz türküleri sadece! Ne var bunda? Ama hayır, bağlam var... Bu insan Gezi İsyanı esnasında sosyal medya paylaşımları yapmış, muhalif olduğu biliniyor, şarkı arasında bir şeyler söyleyebilir ya da ordaki varlığı, oradaki dinleyicilerinden 'like' alması, sonra takip edilmesi, olası bir eylemde paylaşımını görmesi vs. Sanatçının varoluş bağlamı giderek, şarkı metninin önüne geçiyor acayip bir şekilde... Fakat tüm bu etkileyiciğine rağmen bağlam konusunda ayık olmalıyız; çünkü bir yandan da bağlam, post-modern ideolojinin sıkça başvurduğu ya da konuları havale ettiği 'tehlikeli' bir şey. Çünkü içeriği kendisinin dışında, atıflar üzerinden yürüyor.”

MUHALİF MÜZİKTE GELECEĞİN SESLERİ DUYULUR MU?

Geleceğin müziğini konuşurken 'muhalif müzik tarihi' başlıklı bir sunumda çizgiyi aşmış olabildiğimizi söylemiştik. Fakat Özgür'in bahsettiği, 'müziğin aynı zamanda kendi döneminin ötesinden haber verebileceği' konusu, insanı ister istemez bir adım öteyi konuşmaya teşvik ediyor. Son olarak bize şunları söyledi:

“Gürültüden Müziğe kitabında bunu Jacques Attali şöyle güzel bir şekilde açıklıyor: 'Genellikle toplumsal olaylar, kendi içerlerinden müziklerini oluştururlar.' Gezi öyledir mesela. Gezi olmuştur, sonra 160-170 tane isyan şarkısı yapılmıştır. 'Bunlar da mı direnişle ilgili şarkı yapmış' diyeceğin bir sürü insan bu sürece katılmıştır. Onlara bunu yaptıran şeyse, toplumsal muhalefettir. Bazen de müzikte, haber veren bir yan vardır. Buna mesela hep şu örneği verirler, 11-12. Yüzyıldaki Trubadorlar. Bu kişiler gezgin müzisyenler, o dönemin kentlerinde müzik yaparlar, sıkça dünyevi konuları anlatırlar. Kilise açısından büyük bir suç! Müzikal anlamda da ilk minörleri, majörleri bu kimselerin kullandığını söylerler. Bu da suç, çünkü hakim yapılardan biri olan kilise, o yıllarda armonik olarak sadece 4'lü ve 5'li aralıkların kullanılmasına izin veriyor; hatta kadın sesi de yasak... Dolayısıyla trubadorlarınki, kendi sınırları içerisinde feodal düzene kültürel bir başkaldırı aslında. Ama daha 12. Yüzyıldayız... Aşk, doğa, birey, insanın duyguları... Acaba bir kent soylu bir tüccar sınıfının, burjuvazinin habercisidir mi bu anlatılar?” Ülkemize dair ise, 2009 yılında kurulan Bandista'nın da kısmen bir 'Gezi İsyanı habercisi' olarak görülebileceğini belirten Özgür, 2010'lar henüz ‘tarihleşmedi’ği için, bugünü okumanın pek de kolay olmadığını ifade ediyor. ‘Peki, ya muhalif müziğin geleceği?’ diye sorduğumda aldığım yanıt şöyle: “Geleceği anlama konusunda elimizde az şey var. Ama bir tanesi şu: Söz yükseliyor. Bunun nesnel dayanağı araştırılabilir. Rap ve Indie de sözle birlikte yükseliyor. Bu muhalefet açısından avantaj. İkinicisi müzik içinde elektronik-akustik farkı ortadan kalkıyor ya da elektronik yükseliyor, bu da bize biçim olarak ipuçları verebilir. Üç, -bizim bence savaşmamız gereken bir şey ama dikkate alınması da gerek aynı zamanda- bireysellik çok yükseliyor. Herkes tek başına 'one man band'e dönüyor. Bu bireyselliğin bir sonucu. Piyasa ilişkileri neyse müzikteki sonucu da o: Girişimcilik, tek kişilik... Piyasadaki mevzular neyse müzikte de aynı yansıma. Grup gibi görülen pek çok şey, aslında girişimci bireylerin ‘co-work’leri, projeleri… Kudret Kurtçebe’nin hatırlattığı gibi “Şimdi, müzik; endüstri.

Muhalif müzik hattını geliştirme niyetlisi bizlerin yapmamız gerekenlerin başında, örgütlenmeyi, kolektif yapıları övmek geliyor. Kişi kültüyle hesaplaşmamız, grup, ekip kültürünü öne çıkarmamız, karşı-hegemonik kültür ekipleri oluşturmamız lazım… Soruya tam olarak cevap veremediğimin farkındayım, çünkü “geleceğin muhalif müziği nasıl olacak?” sorusunun cevabı bugünden yarına oluşturacağımız toplumsal özgürlük mücadelesinin ihtiyaçları, isterleri ve muhtevasında saklı. Açığa çıkması da çok uzak görünmüyor. “

Helezonik Kreşendo’nun çalışmaları web siteleri helezonikkresendo.com adresinden ve de  sosyal medya hesaplarından takip edilebiliyor.