'Böyle güzel' kadınların anlatmak istedikleri
İslam geleneğinde tesettür sosyal hayatı düzenlemek, kadın ve erkek arasındaki münasebeti hizaya çekmek için var olsa da, “Böyle Daha Güzelsin” sergisindeki eserler kadınların tesettürle ilişkisini bireysellik vurgusuyla ifade ediyor. Sergiye katılan sanatçılar siyaset ve din eksenine mesafe koyarak kişisel deneyimleriyle anlaşılmak istiyor.
Merve Pehlivan
Bugünlerde Gülhane Parkı’na gittiğinizde vücudunun geri kalanından kopmuş bir kadın yüzünü ve bileğinden aşağısını görmediğimiz bir kadın elini resmeden bir afiş karşılayacak sizi. Afişin yönlendirdiği Darphane-i Amire’deki “Böyle Daha Güzelsin” sergisinde ilk gördüğünüz eserlerden biri başsız, elsiz bir kadın heykeliyken hemen ilerisinde kadınların yüzlerinin çizildiği, oyulduğu fotoğraflara; salonun sonuna doğru ise durmadan piyano çalan vücutsuz iki elin yansımasına rastlayacaksınız. Onun tam karşısında bir kadının başına uzanan, kimi yerde pençeye, kimi yerde yumruğa dönüşmüş, yine bilekten kesik anonim eller var. Sergi, 28 Şubat dönemini yaşamış kadınların, yirmi üç yıl sonra geriye dönüp baktıklarında neler hissettiğine, hatırlarında canlanan deneyimlere odaklanıyor.
“Böyle Daha Güzelsin” ifadesi, iltifat kisvesi altında kendi güzellik tanımını karşısındakine dikte eden, başörtülerinden vazgeçmeleri için ikna odalarında psikolojik baskıya maruz kalmış kimi kadınların hatırlamayı dahi istemediği bir laf. Kadın ve Demokrasi Derneği’nin düzenlediği sergide görüştüğüm katılımcılardan biri ilkin “Kara Kutu” ismi üzerinde durduklarını ifade ediyor: “Okul bittiğinde, peruk, şapka ne varsa hepsini kilere kaldırdım. Bir tanesi çekmecede kalmış. Elim değince ürperiyor, tiksiniyordum.” 28 Şubat süreciyle beraber tesettürle okula giremeyen kadın öğrenciler, eğitimlerini sürdürebilmek için özgüvenlerini, izzetinefislerini zedelemek pahasına başörtüsü ikamesi eşyalar kullandılar. Güzin Furat Tever’in üniversite kampüsünde çekilen fotoğraflarda kimi kadınların yüzünü sildiği, çizdiği ya da kestiği “Ölü Piksel” adlı çalışması tam da bu deneyimin bıraktığı huzursuzluk, kişiliksizleşme ve hatta inkar hissini anlatıyor.
“Cerrahi Tezyin” adlı eser ise eğitimlerine devam edemeyen on binlerce öğrencinin yaşadığı hüsranı yansıtıyor. Titizlikle tezyin edilen bistüri, portegü, klemp gibi metal cerrahi aletlerle bir küp misali boyanan serum tüpünün yeşil bir ameliyat örtüsü üzerine dizildiği eser, sanatçının gerçekleştiremediği tıp okuma hayalini şimdiki uğraşıyla bir araya getiriyor. Esra Tosun bugün bir tezhip sanatçısı.
Merve Güçlü ve Afra Bedriye Öztürk’ün “Dress Code” adlı başsız kadın heykeli, drapeli bir Antik Yunan kadınını andırıyor. 28 Şubat döneminde tesettürlü kadınlara “mürteci” damgası vurulduğunu hatırlatan eser, ilkelliğin asıl bu kadınları üniversiteye kabul etmeyen kılık kıyafet yönetmeliğinde aranması gerektiğini savunuyor.
28 Şubat süreci yakın Türkiye tarihinin en önemli çıkmazlarından biri; siyasal İslamın yükselişinin önünü açan en önemli dönemeç. Eserlerde “muktedir”, “otorite” gibi kelimelerle tanımlanan baskı öznesi, kimi muhaliflerin gözünde yıllardır mağdur dindarların ekmeğini yiyen İslamcı iktidarın ta kendisi bugün. Sergi henüz fikir aşamasındayken, “Bıktık sizin 28 Şubat’ınızdan” gibi olası tepkilerden endişelendiklerini dile getiren bir diğer katılımcı şöyle ekliyor: “Bıktın da, benim bu konuyla ilgili neyimi dinledin, ben sana gelip dert mi yandım? Bu konuda konuşanlar yine siyasetçiler.” Eserlerin tanıtım metinlerinde bir kez geçen “inanç” kelimesi hariç, din, siyaset, ideoloji, İslam kelimelerine ve türevlerine tek sefer dahi rastlanılmıyor. Öte yandan, gün olup devran dönmüş olsa dahi, toplum tesettürlü kadınlara sığ ve kimi zaman isabetsiz roller biçmeye devam ediyor. “Bugün de iktidarın dilek ve şikayet kutusu, beyaz masa gibi algılanıyorlar,” diye ekliyor aynı katılımcı. Belli ki dönemi yaşayan kadınlar da bir o kadar usanmış siyasetle birlikte anılmaktan. Videoyla, fotoğrafla, piyanoyla, tezhiple, heykelle kendini ifade eden sanatçılar, beni siyasetten sorumlu tutmayın diyor adeta. “Aramızdaki Şey” adlı eseriyle sergide yer alan yönetmen/ senarist Elif Eda’nın beklentisi, ziyaretçilerin sergideki sanatçıların biricik deneyimleriyle ortaklık kurabilme imkanı.
Serginin kendince 28 Şubat’ı sahiplenen kesimleri hoşnut edeceği de şüpheli. Sanatçılar, sergi henüz fikir aşamasındayken, aralarından birkaçı eskiden tesettürlüyken artık değil diye, onca başörtüsü konuşup dinden hiç bahsetmediler diye eleştirileceklerinden çekinmiş. Sergiye katılan kadın sanatçıların bir kısmının saçları hafiften gözüktüğü için “28 Şubat’ı kaybetmişiz” minvalinde yorumlar yapılmış, kendilerine “Kadem’in bonesizleri” gibi tatsız bir tabir yakıştırılmış.
Sergideki pek çok eser iletişimsizliği ve tesettürlü kadınların üzerinde yoğunlaşan bakışları vurguluyor. Elif Eda’nın sanal gerçeklik gözlükleriyle aktarılan “Aramızdaki Şey” adlı video çalışmasında, izleyiciler tesettürlü bir kadını hapseden bakışların ağırlığını deneyimliyor. Aslıhan-Fatih Ergün çiftinin “Kapı-Duvar” adlı eserinde kadınların yüzlerine çarpan kapıları, Büşra Kayıkçı’nın “Madde 42” adlı çalışmasında kendi sesinden başka sesi duymayı reddeden otoriteyi görüyoruz. Serginin afişindeki saçsız/ başörtüsüz kadın simasının ne manaya geldiği ise eserler incelendikçe belirginleşiyor. Günümüzde pek çok tesettürlü, şehirli, eğitimli genç kadın bir yandan alenen iktidarın günahlarından sorumlu tutulurken, bir yandan kendi camialarında kıyasıya eleştirilip hakarete uğruyor. “Böyle Daha Güzelsin” ifadesinin bir diğer sahibi “ancak benim istediğim gibi tesettüre büründüğün vakit güzel olabilirsin” diyor. Kimi muhalif seslerin sıklıkla dile getirdiği “mağdur edebiyatı” damgası, kişisel tercihlerine ve hayat tarzlarına her iki koldan müdahale edilen tesettürlü kadınlarla empati kurma imkanını ıskalıyor. Serginin katılımcıları tam da bu yüzden anlatmak kadar anlaşılmak da istiyor.
Sekiz yaşındaki Zeynep yüzüne muhtemelen büyük gelen sanal gerçeklik gözlüklerini takıp sandalyeye oturan annesinin etrafında dizilmiş insanları izlerken “Bu ne ya? Ne diye bakıyorlar ki?” demiş hayretle. “Arzu ettiğim şey, varmak istediğim yer tam da bu.” diyor Zeynep’in annesi Elif Eda gülümseyerek. Gün gelsin o bakış tuhaf ve yersiz olsun, hiçbir mana ifade etmesin; manadan yoksun kalınca belki yok olup gider.