Pantomim sanatçısı İlker Kılıçer: İktidarlar sessizlikten korkarlar
Sanatçı İlker Kılıçer'le pantomimi, kendi hikayesini ve pantomimin insanlara anlattıklarını konuştuk. Kılıçer, sessizliğin çok şey ifade ettiğini söylüyor ve "İktidarlar, sessizlikten korkarlar" diyor.
İZMİR - Gösteri sanatının dallarından biri olan pantomim ya da diğer bir adıyla Mim sanatını sözsüz tiyatro olarak tanımlayabiliriz. Dünyada en çok tanınmış pantomim sanatçısı olarak Marcel Marceau gösterilirken, Charlie Chaplin, Laurel ve Hardy de sessiz sinema döneminde bu türün ilk temsilcileri olarak kabul ediliyor.
Hem yetişkinlere hem çocuklara Mim performansı yapan İlker Kılıçer, çevre mücadeleleri, gecekondu direnişleri, deprem sonrası yitimler, mülteci kampları, hapishaneler, çocuk yuvaları ve huzurevlerinde sergilediği oyunlarla biliniyor. Kılıçer, UNESCO’nun organize ettiği Sırbistan’ın Belgrad şehrinde Dünya Mim Enstitüsü’nün davetiyle katıldığı kongrede gerçekleştirdiği başarılı sunumuyla Dünya Mim Enstitüsü Resmi Üyelik Sertifikası almaya hak kazandı.
Farklı ülkelerde 14 festivalde, 27 kez sahne alan ve sayısız mim oyunu bulunan İlker Kılıçer’le pantomimi, hikayesini ve Kendisizler oyununu konuştuk.
ELLERİME OLAN MERAKIM BEDENİME YÖNELDİ
Pantomimle ilk tanışman nasıl oldu? Pantomim sanatçısı olmaya nasıl karar verdin?
Kendimi ifade etmek için anlam arayışı içindeydim. İnsan bazen varoluş cevapları arar fakat bulamaz. Bulamadığı zaman da sistemin sunduklarına düşer. Ancak kendisini gerçekleştirdikten sonra bundan kurtulur. Ben de kendimi keşfettikçe daha fazla şey buldum. Bir yer, bir yere taşıdı, başka bir yer, başka bir yere… İşte Mim sanatı da bana böyle bir yer açtı. Çünkü bütün okul hayatım boyunca içine kapanık, sessiz bir karakterdim. Çocuklar oyunlarına almazlardı. Okul bekçisi bile bıyık altından gülerdi. Kürsüde, andımızı okuyamadığım için müdür yardımcısından yediğim sert tokat bütün okul hayatımı etkiledi. Nitekim o sene, yani ilkokul üçte sınıfta kaldım. Yıllardır bunun aşağılanmasını yaşadım. “İlkokulda sınıfta mı kalınırmış?” Ben kaldım işte. Tabii kendimi ortaya koyamadığım için daha çok içe kapandım. Hatta ‘iyi bir yalnızdım’ diyebilirim.
Pantomim ile bir hikayenin içinde tanıştım. Ali Ayas isminde kas erimesi hastası çok sevdiğim bir arkadaşım vardı. Yaşamının son birkaç senesinde ona refakat ettim. Ali’nin sadece gözleri oynuyor, ağız kasları çalışıyor fakat bedeni hareket etmiyordu. Birlikte geçirdiğimiz zamanlarda sürekli kitap okurduk. Onun rahat okuyabilmesi için kitabı yüzüne tutardım. Aramızda göz kırpma sayısına göre şifre belirlemiştik. Bir kere göz kırptığı zaman sayfayı çevir anlamına geliyordu. Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar” romanını çok sevdiğini bilirdim. Bir daha okumak istediğini de. Ama o kadar ısrar etmeme rağmen ellerimin yorulacağını düşünerek istemedi. Yine de aldım. Haftalar sonra bitirdik. Bu okuduğu son kitaptı. Bir süre sonra Ali’yi kaybettik.
O gittikten sonra ellerim hep bir şeylere uzandı. Bende alışkanlık oluştu. Sonra ellerimi keşfetmeye, onlara dokunmaya başladım. Ellerimin bir ayna, hatta bir kalp olduğunu gördüm. Pantomim sanatında eller kalptir zaten. Ellerime olan merakım bedenime yöneldi. Yirmili yaşlarımın sonunda ilk defa bedenimle tanışıyordum. O dönem bir Mim sanatçısı olan Marcel Marceau’nun oyununu izledim ve dedim ki “Ben bu sanatı yapacağım”. O gün, bugündür yapıyorum…
ANTİK YUNAN'DA KRALIN KONUŞMAYI YASAKLAMASIYLA ORTAYA ÇIKIYOR
Bize pantomimin ortaya çıkışından biraz bahsedebilir misin?
Doğumu Mezopotamya ve Uzak Doğu. Zonguldak Ereğli’de Mısırlı bir pantomim sanatçısı Krispos’un anıt mezarı bulunuyor. Bu da M.S. 2. yüzyılda yaşamış bu sanatçının Anadolu topraklarında da gezdiğini gösteriyor. Fakat çağdaşlaşması ve kendi özgün halini alması İtalya, Yunanistan ve Fransa üzerinden biçimleniyor.
Antik Yunan’da ise 14. Louise’in kendisini alaya alan tiyatro oyunundan sonra konuşmayı yasaklamasıyla Mim sanatının ortaya çıktığı söylenir. Kral konuşmayı yasaklayınca oyuncular konuşmadan anlatmanın yollarını ararlar. Mim sanatı özü itibariyle ortaya çıkmaya başlar.
MİMDO’NUN HİKAYESİ BENİM HİKAYEM
Pantomim sanatçıları sahnede bir karakter yaratıyorlar. Senin karakterin ne?
Mimdo... Çocuk oyunlarında oynadığım bir karakter olan Mimdo’nun bir hikayesi var. Mimdo hikayede fark edilmeyen, görülmeyen bir karakter. Ve kendini fark ettirme, gösterme çabası içerisinde. Sahnede ve sokakta da oynuyor bu oyunu. Ama sürekli engellerle karşılaşıyor. Engelleri aştığı zaman çocukları ve onu gerçekten fark edenleri görüyor. İşte o zaman eğlenceli ve karnavalesk tarafını ortaya koyuyor.
Yetişkinleri temsil eden bir karakteri yaratmadım henüz. Zaten Mimdo’nun hikayesi benim hikayem. Gündelik hayattaki sakarlığım, şaşkolozluğum, aptallığım, her şey onda mevcut. Yani Mimdo aslında benim! Ama Mimdo’ya en büyük emeği veren Dr. Fatma Keçeli dramaturgumu anmadan edemeyeceğim.
SOKAKTA STATÜLER YERLE BİR OLUYOR
Sen sanatını sergilerken genellikle sahneyi kullanmıyorsun. Salondaki seyirci ile sokaktan tesadüfen geçen seyirciye sanatını icra etmek arasında nasıl bir fark var?
Sokakta oynadığım zaman 5 veya 10 dakika Mimdo’dan küçük pasajlar oynuyorum. Ya da komedi, mizansen yanı daha ön planda olan oyunlar. Elbette aralara trajedi, gündelik hayattaki çelişkileri katıyorum ama sokakta en fazla 10 -12 dakika oynarım. Çünkü kimse daha fazla durmaz. Sokak boşluk ister, bir şeyin başlayıp durmasını ister.
Sahne ise bana hep üstün bir alan gibi geliyor. Bölünmelerin, sınıfların olduğu bir alan orası. Sahnede o temeli bozmaya çalışıyorum. Hatta oyun bitince çekip gitmiyorum. Ya seyirciyi sahneye alıyorum ya da ben aşağıya iniyorum. Çoğu zaman seyircilerin arasına karışıyorum.
Ama sokakta her sınıftan insan var. Salondaki bütün o tabakalar sokakta yıkılıyor. Banka müdürüyle hemen yanı başında simit satan bir çocuk yan yana durabiliyor. Banka müdürünün karnı aç, gevrekçiden bir gevrek satın alıyor. Yani orada bir bağ kuruluyor. Bir hemzemin oluyor orada sanat. Statüler yerle bir oluyor. Bunlara ön ayak olmuş oluyorum.
MİM’İN KENDİSİ POLİTİK BİR SANAT
Sergilediğin oyunlar genellikle iktidar karşıtı ve özgürlük kavramı üzerine. Sokakta sanat yaparken ne gibi zorluklar yaşıyorsun?
Politik söylemde bulunmuyorum ama tabii yaptığım şey politik. Çünkü Mim’in kendisi zaten politik bir sanat. Mesela Roboski’de öldürülen çocukları oynarken ben olayı yaşıyor, gerisini seyirciye bırakıyorum. Çocuklarda da böyle. Oyunlarımda çocuklara asla bir doğruyu göstermem. Farklı durumları sunar; sizce hangisi olmalı diyerek geri çekilirim. Ben sanatın değiştirici ve dönüştürücü bir yanı olduğuna inanıyorum her zaman. Sokakta çok kez sözlü ve fiziki saldırıya uğradım. Boğazıma yapışanı da oldu, amfime tekme atıp parçalayanı da. Susarak anlatmaya devam ettim hep…
Karşıyaka’da zabıtadan yediğin bir gürültü cezası vardı…
Evet, baya gündem olmuştu. Aslında o zabıta sayesinde Mim sanatının anlatım gücü açısından dünyanın en gürültülü sanatı olduğunu anlamış olduk. Çünkü hiç ses yok, söz yok… Dolayısıyla sessizliğin konuşmaması böyle bir şey aslında. Sessizliğin yerine söz koymazsanız susmak ölmez. Neyzen Tevfik bir konuşmasında “yok olmadan var olmanın yolu yok” der. İşte pantomim yokluk üzerine kurulan bir şey. Tek bir bedende bile her şey. Beden, dekor, söz, sahne, hikayenin kendisi. Yani yokluk içinde bir varsıllık var orada.
Şems Tebrizi de şöyle der: “Sonsuzluğa götüren bir denizin kıyısına vermiştim. O zaman anladım ki susmak bir cüsse işi. Derin denizlerin işi. Sığ suları en hafif rüzgarlar bile coşturabiliyor. Derin denizleri ancak derin sevdalar… Anladım ki derin ve esrarengiz olan her şey susuyor. Anladım ki susan her şey derin ve heybetli...”
İKTİDARLAR SESSİZLİKTEN KORKARLAR
Susmak neyi ifade ediyor?
Aslında “susmak demek” değil pantomim. Çünkü herkes susabilir. Pantomimi susmanın yerine “konuşmamayı koymak” diye tanımlayabiliriz. Görüntü ve ses kirliliğinin olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Binalardan, bayraklardan gökyüzünü göremiyoruz. Mim sanatı tam da bunların ötesinde, bunları iki eliyle reddedip ortak bir sessizliği ama bu sessizlikte yine de kendini anlamsal olarak gürültülü bir şekilde var etmeyi öneriyor.
Kimi dönemlerde yasaklanan birçok sanat dalı var. Mim sanatı da bir yasaklamanın ertesinde var olduğuna inanılan bir sanat. İktidarlar, sessizlikten korkarlar. Şöyle bir şey hayal etsene; Ülkende toplumsal isyana dönüşecek bir neden çıkmış ve on binlerce insan slogan atmadan, yumruğunu kaldırmadan, basın açıklaması yapmadan sessiz bir şekilde yürüyor. Meseleyi anlatan mim performansları izliyorlar sokakta. Bence hükümet bile düşer!
OTOBÜSTE İKİ TUTAMAK ARASINDA BOŞLUĞA ASILDIĞIM OLUYOR
Peki, günlük yaşamında da beden dilinin devreye girdiği oluyor mu?
Birçok hikayem var ve gerçekten bu hastalık beni bırakmayacak. Tedavisi yok bunun. Mesela otobüste iki tutamak arasında boşluğa asıldığım oluyor. Öyle tutup kalıyorum. Ancak insanlar bana baktığında fark ediyorum. Sonra onlara "burası daha güvenli" diye espri yapıyorum. Nesnelerle kurduğum ilişki de değişmeye başlıyor. Daha estetik bir biçem doğuyor. Mesela bir bardağa uzanırken ellerim dalgalanarak gidiyor. Telefonu tutarken, birisine sarılırken, o estetik biçem hep baskın geliyor. Ama bu tür şeyler geliştikçe, hayata bakışın da değişiyor. Bir ağaca, bir hayvana başka başka baktırıyor bu sanat. Mesela yarım bir elmayı elimle bütünleyip öyle yiyorum. Yorulduğumda pantomim tekniğiyle masa ya da bir duvar yapıp oraya yaslanıp dinlenebiliyorum.
BÜTÜN HAYATIMIZ NUMARALANDIRILMIŞ
İzmir’de, Keşan’da sahnelediğin “Kendisizler” oyunun şimdi de İstanbul Kats Sahne'de yer alacak. Kendisizler neyi anlatıyor?
Ben zorunlu çalışmaktan nefret eden bir insanım. Sabahtan akşama kadar çalışmak zorunda kalmak hiçbir insana uygun değil bence. Zorunlu askerlik hikayem bol küfür ve dayakla geçti. Ruhuma hiç sindiremedim. Zorunlu çalışma hayatı, askerlik, okul hayatı… Tüm bunlar benim daha fazla içe gömülmeme neden oldu. İşte Kendisizler de böyle başladı. Bu hem benim hem de benim gibi olan milyonların hikayesi. Kendi olamayan, kendilik inşa edemeyen bireyleri anlatıyor.
Leo Lionni’nin Pezettino öyküsünde parçaları koyup onu bütünlemek üzerine çok güzel bir hikayesi var. “Küçük sevimli bir kare yolculuğu boyunca bütününü arıyor. Sonra yüzlerce kareden oluşan uçan varlıkla karşılaşıyor. “Ben senin eksik bir parçan olabilir miyim” diye soruyor. Uçan varlık ona, “Benim eksik bir parçam olsaydı böyle uçabilir miydim” diyor. Bu şekilde yuvarlanan, koşan bütün varlıklara aynı soruyu soruyor. Sonunda bilge bir karakter, “Kayığa bin, çakıl adasına çık orada bütününü göreceksin” diyor. Kayığa atlayıp gidiyor. Çakıl taşlarına ayağı takılıp yuvarlanınca yüzlerce parçaya ayrılıyor. Sevimli kare, parçalarına bakıyor ve şu karara varıyor: “Demek ki ben de onlarca parçadan oluşan bir bütünmüşüm.” Ve bir kare olarak bütününü aramadan yaşamaya devam ediyor.
Aslında Kendisizler de bu hikayenin izleri var. Biz parçalarımızı fabrikaya, patrona, devlete veriyoruz. TC numarası, sigorta numarası, vergi numarası, telefon numarası, sokak numarası… Bütün hayatımız numaralandırılmış, bütün parçalarımız onlarda. O yüzden sanatsal bir giriş insanın kendini en iyi ifade ettiği bir isyanla ve hayır demekle başlar. Ben de Kendisizler’le bana dayatılan her şeye hayır dedim. Çünkü kendim olabilmem için önce yaşam alanlarımdaki baskıları ortadan kaldırmam lazım. Nefes almam lazım ki kendiliğin inşası başlasın. Kendisizler bunları anlatıyor.
PANTOMİMLE ANLATAMAYACAĞINIZ HİÇBİR ŞEY YOK
Peki, bizler pantomimden ne öğrenebiliriz?
Belki de tiyatronun yetmediği her şeyi… Sözsüz olmasının yegane karşılığı uluslararası boyuta taşınmasına da sebep oluyor. Dünyanın neresine giderseniz gidin çok net anlarsınız. Eskimolara ya da ilkel kabilelere bile oynayabilirsiniz.
Pantomimle anlayamayacağınız hiçbir şey yok. En olmazları bile anlayabilirsiniz. Bu sanat izleyenlere çok açık alanlar bırakıyor. Çok başka bir anlatım olanağı sunup seyircinin önüne atıyor. Yaratılan boşluğu seyirciye attığında onlar kendi hikayeleriyle örtüştürerek zihinlerinde başka bir şekilde tamamlıyorlar. Mim sanatının böyle bir gerçekliği var. O kadar çok boşluk var ki o boşlukları kelimelerle de dolduruyor seyirci. Öğrenebileceğimiz çok şey var. Geçen yıl Şakran Cezaevi'nde bir çocuk beni izledikten sonra yanıma gelmek istedi. “Bana da öğretir misin?” diye sordu. Neden bu kadar öğrenmek istediğini sorunca, “Ben de senin gibi duvar yapacağım. Sonra o duvarları kırıp özgürleşeceğim” dedi. Bir hafta kendime gelemedim. Mim sanatının bir çocukta yarattığı özgürlük tutkusu bu.
Kısacası ben de o çocuk gibiyim. Yaptığım her mim temsilinde özgürleşiyorum. İzleyicinin hayran bakışlarında, kahkahasında, hüznünde, şaşkınlığında gelip sarılmasında, sorular sormasında birer birer açılır özgürlük kapılarım.
Instagram : @ilker_kilicer
Facebook : @ilker.kilicer