Dengbêjlikte sesin ölümü ve sözün göçü
Bir anlatı ve müzikal gelenek olarak dengbêjlik, Kürt toplumunun en büyük yazısız edebi kurumu olarak tarihsel süreçler içinde varlığını koruyarak 90’lara kadar gelmeyi başarmıştı. O güne kadar kendi klasik denklemlerinde müzikal üretimlerini yapan dengbêjler de yaşanacak savrulmadan habersiz, geleneğe bağlı olarak müzikal uğraşlarına devam ediyorlardı.
Abdulselam Akıncı
‘’Eskiden’’ diye başlanılan her cümle geçmişe derin bir özlemi ifade ederken, aynı zamanda içinde bulunulan an’ın karmaşası karşısında düşülen çaresizliğe atıf bir mutsuzluğu ifade eder. Unutulmuş, terkedilmiş ya da kıymeti kavranamamış geçmişin istense de geri getirilemeyeceğinin en hüzünlü dile getiriliş biçimidir de aynı zamanda. Keşkelere teslim içsel yolculukların tümünde yol arkadaşınız çoğu kez bu sözcük olur. Kalkışmaya cesaret edemediğiniz tüm iç isyanlarınızı hatıralar eşliğinde bastırıp ruhunuzu sükûta kavuşturan da yine bu sözcüktür. Geçmişte kalmış olsa bile hatırlandığında mutluluk saçan bir eski’ye sığınma ihtiyacı aslında. Geç kalınmışa, ertelenmişe, yetişilememişe, kaçırılmışa uzaktan bir sesleniş, kimselerin duymadığı sessiz bir çığlık ve bin bir pişmanlık içinde zamanı geriye döndürme istemi aynı zamanda. Ve en nihayetinde içinde yaşanılan zamana mecburi bir katlanma hali…
İşte Kürt coğrafyasında 90’lar ve sonrasındaki yeni kuşakların büyüklerinden sıkça duyduğu ve duymaya devam edeceği ve o dönemin psikososyal haritasının işlenik olduğu bu “eskiden” kelimesiydi. Çünkü hiçbir şey eskisi gibi değildi ve olmayacaktı artık. Zira zorunlu ve sorunlu dönüşümlerin ilk adımı oluyordu 90’lar. Türkiye’de 12 Eylül ve sonrası sessizlik dağılıyor. Bunun ardından siyaset yeniden renklenip hareketlenmiş, kitle iletişim teknolojileri yaygınlaşmış; yaşamın her alanında değişimlerin ardı ardına yaşandığı, teknolojinin küreselleşerek her şeye hâkim olmaya başladığı milattı artık. İletişim kuramcı Marshall McLuhan’ın daha 60’larda büyük bir öngörüyle dikkat çektiği ‘’küresel köy’’ formuna dünyanın ve Türkiye’nin dönüştüğü yıllardı.
McLuhan’ı haklı çıkarırcasına birbiri ardına açılan özel televizyon kanalları sosyo-kültürel değişimin de kaçınılmaz olduğunu gösteriyordu. Dünya gerçekten artık kocaman bir köydü. Ancak bu değişim en büyük etkisini bizzat gerçek köylünün ve taşralının öz yaşantısında kendini gösterecekti. Bu değişim ve dönüşümün öncü rolünü üstlenen televizyon, beraberinde yeni rekabet koşulları, etkili pazarlama teknikleri, yepyeni ve marjinal bir üretim-tüketim dengesi oluşturarak sosyal yaşantının her ayrıntısına sirayet ediyordu.
TELEVİZYON VE DENGBÊJLİK
Bir anlatı ve müzikal gelenek olarak dengbêjlik, Kürt toplumunun en büyük yazısız edebi kurumu olarak tarihsel süreçler içinde varlığını koruyarak 90’lara kadar gelmeyi başarmıştı. O güne kadar kendi klasik denklemlerinde müzikal üretimlerini yapan dengbêjler de yaşanacak savrulmadan habersiz, kaldıkları yerde olduğu kadarıyla geleneğe bağlı olarak müzikal uğraşlarına devam ediyorlardı. Ancak dijital teknolojiyle birlikte günlük alışkanlıklar değişmiş kentin şaşalı renkleri davetkâr görseller eşliğinde reklamlarla tahrik edici bir şekilde küçük ekranlardan taşraya doğru önü alınamayan bir salgın gibi yayılıyordu. Sosyal mesafe hiç olmadığı kadar açılmış ve televizyonun her eve girmesiyle birlikte, Kürt coğrafyasının sosyo-kültürel alışkanlıklarında da değişim hızlı ve yıkarak başlamıştı.
Televizyondan önce, Kürtlerin en büyük sosyal organizasyonu, yılın yarısından fazla süren kış günlerinin gecesi ve gündüzünde yapılan bir yerde toplanma, şevbêrk’ler yapma, hikâyeler anlatma, destanlar dinleme ve dengbêje kulak verme kültürü bitiyordu. Artık Kürde düşen evlere çekilip, televizyon başında oturup, propagandası diziler ve emlak sektörünün devremülk reklamlarıyla yapılan metropolün hayalini kurma vaktiydi. Dönemin siyasi atmosferi ve çatışmalı ortamı, Kürt’ü batı metropollerine göçmekle kalıp ölmek arasında zorunlu tercihe zorlarken bir yandan da televizyonlardan pazarlanan batı tarzı kent yaşamı da gitmeye tahrik ediyordu. Ve bu büyük değişimin en büyük öncüsü olan televizyon sözün de, kelamın da, kilamın da yerine geçmişti. Böylece uzun gecelerin anlatı geleneğini terke hazırlanan Kürtler bildikleri fakat yasaklı olan, bilmedikleri fakat serbest olan bir dilde anlatılanlara kulak vermeye mecbur olmaya başlıyordu.
Yeni kültürün biçimleyicisi televizyondu artık. Çeşme başındaki genç kızın köye gelen dengbêjin müjdesini ilk veren olma gururundan mahrum kalacağı zamanlardı artık. Köy köy dolaşıp hikâyesini anlatıp, kilamını okuyacak dengbêjler de küsmüştü kendi halkına. Çünkü dengbêjin halkı televizyon başından ayrılmıyor, günlük rutinini televizyondaki diziye ve magazin programına göre ayarlıyordu ve o programlamada dengbêjin de, kilamın da, kelamın da yeri yoktu artık.
Dengbêjlik için durum böyleyken, kentteki Kürt müzisyenleri için de yeni olanın denenmesi gibi geniş bir perspektif sunuyordu 90’lar. Televizyonla birlikte aksamaya başlayan dengbêjlik mirası ve küsüp giden dengbêj müzikte modern müzikal üretim tarzları için paha biçilemez bir altyapı bırakmıştı. Yeni müzik türleri şüphesiz bu yapı üzerinde yükselecekti ama yapının kendisi geleceğe kalma anlamında ağır bir darbe almıştı. Hal böyleyken 90’lara Kürt müziğinin Rönesans dönemi diye yapılan nitelemelere de bu vesileyse katılmadığımı söylemiş olayım. Özetle sosyolojik literatürün değiştiği, her şeyin yeni dijital medya aracılığıyla yeni bir şekle büründüğü, sosyo-kültürel başkalaşımın hız kazandığı Kürt coğrafyasında, Klasik Kürt müziği olan dengbêjlikte de 90’ların sonlarına doğru Serhat dengbêjlik ekolünün en popüler sesi dengbêj Şakiro’nun (1936-1996) İzmir’de vefat etmesiyle birlikte yüzlerce yıldır süren kadim geleneğin nefesi susmuş, ses ölmüş ve söz göçmüştü. Kürt’ün unutmaya mecbur kaldığı geçmişini eskiden sözcüğünün kıyılarına sığınıp yeniden ve tekrarlı olarak hatırlamak isteği de bu yüzdendi.