‘Konut’ta barınmak, ‘ev’de yaşamak

“Ev" ile “konut” arasında önemli farklar vardır. Tıpkı “yalnız olmak” ile “tek başına olmak” arasındaki fark gibi. Bir kez ev, insanın kendini gerçekleştirdiği, özgür hissettiği, yalnızca kendine ait mahrem alanıdır. Konutsa, bireylerin hiçbir zaman tek başlarına sahip olduğu bir mülk değildir. Onun bir ortağı vardır: Devlet…

Google Haberlere Abone ol

Bütün dünyada insanların eve kapandığı şu günlerde, virüs salgını toplumların ve bireylerin ortak davranma bilincini öne çıkardı. Onların yararına davranmayan iktidarları neredeyse çırılçıplak gösterdi. Bu dönem geçtiğinde toplumların kendi iç dinamikleri, iktidar oluşturmada daha belirleyici olacak. Yurttaşlık bilinci daha gelişecek. “Demokratik düşünce” ve “demokratik yaşama biçimi” yeni ve karşılığı olan bir anlamla biçimlenecek. Toplumların genel çoğunluğunda niteliksel karşılığı olmayan yönetimler silinip gidecek. Yönetici adaylarının gerçek olmayan vaatleri, toplumlar tarafından daha kısa zamanda hissedilecek ve reddedilecek. İnsanlar kendilerine, çevrelerine ve doğaya daha çok sahip çıkacak. "Eşitlik" düşüncesi yaygınlaşacak. Elbette en çok “ev” bilinci gelişecek. Bunların bir ütopya olduğunu düşünüp, bu satırları gülümsemeyle okuyanları görür gibiyim. Hayır, ütopya değil. Kuzey Avrupa ülkelerine bir bakın, bu öngörülerim genel olarak zaten yürürlükte değil mi? Ülkemizi o ülkelerle aynı düzeyde düşündüğüm anlaşılmasın, bu öngörülerim hiç olmayan bölgelerde filizlenecek, şu ya da bu oranda zaten olan bölgelerde de artacak ve pekişecek. En azından bir kültür, bir davranış biçimi olarak insanların kendilerine ait, insani birer gerçeklik oldukları fark edilecek.

Şu da var; bu virüs, küreselleşme sürecine bir boyut daha ekledi, desek yanlış olmaz. Küreselleşmenin boyutlarını, “ekonomik boyut”, “siyasal boyut” ve “kültürel boyut” olarak değerlendirirken, şimdi bir boyut daha eklemek gerekiyor sanki: “Korona” boyutu. Dünyanın bütün insanlarını evlerine kapanmaya, aynı ortak davranışı göstermeye zorlayan korona, küreselleşmenin tek tipleştirici işlevini ve sonucunu alabildiğine artıran bir özellik gösteriyor.

‘EV’ İLE ‘KONUT’ KAVRAMLARI

Evet, korona sürecinde en çok “ev” bilinci gelişecek, demiştim. Çünkü bireyler bunun bilincine biraz daha varmış olacak: Ev, bireyin mahrem alanıdır. Yalnızca kendisine aittir. Fiziksel mülkiyeti ona ait olmasa bile, kiracı olsa bile bireyin özgürlük alanıdır. Ev, bireyin yalnız kalabildiği bir mekândır. Birey, gündelik yaşamının büyük bölümünü gerçekleştirdiği mekânı “ev” olarak tanımlamaktadır. Bu ev, onun kalesidir. Sokağa, ötekine karşı bir siperidir. Tehlikelerle dolu dış dünyaya karşı güven veren bir sığınaktır. Alver’e göre “dışarıya, ötekine, yabancıya, düşmana, kaçılana kapalı” olan ev, “insana başkalarından uzak kalmayı, saklanmayı, gizlenmeyi” sağladığı için mahremiyet özelliği bulunan bir mekândır (2007:73). Bu nedenle, “ev” ile “konut” kavramlarını ayırmak gerekiyor. Blunt ve Dowling’e göre, konut sadece barınma ihtiyacını karşılamaya yönelik bir mekândır, ev ise özgürlüğün ve kendini gerçekleştirmenin mekânıdır (2006: 10). Farklı değişkenlerden oluşan ev, aidiyet bağlarını da somut biçime getirir. Örneğin Behçet Necatigil’in şiirlerinin, daha doğrusu şiir evreninin atmosferini, mekânını oluşturan fenomen “ev” dir. Ama bu ev kavramı, yalnızca barınma ihtiyacını karşılayan bir mekân olmanın ötesinde, bireyin kendini gerçekleştirdiği bir yapıdır. Oysa konut, yalnızca birlikte yaşamak zorunda olan bireylerin bir araya geldiği, bu nedenle birçok yaşantıyı paylaşan, gündelik yaşamın gereklerini birlikte uygulayan bireylerin ya da ailelerin oluşturdukları barınma ve güvenlik amaçlı bir yerleşme türüdür (Arcan ve Evci, 1999). Edgü’ye göre ev, hiçbir zaman mimari bir terim olarak sınırlandırılamaz, çok boyutlu bir yapısı vardır ve anlamlar, semboller bakımından çok karmaşık bir yapıdır (2009:72) Bachelard’a göre “(ev), bizim dünyadaki köşemizdir. Çok kez söylendiği gibi, ilk evrenimizdir” (2008: 38)

“Ev ile “konut” arasında önemli farklar vardır. Tıpkı “yalnız olmak” ile “tek başına olmak” arasındaki fark gibi. Bir kez konut, insanın barınma ihtiyacını karşıladığı mekândır; ısındığı, kendini güvenlik içinde hissettiği… Dokunulmazlığı devlet ve yasalar tarafından belirlenmiş olan, hukuksal bir statüyle tanımlanmış kurumsal birimdir. Konut, bireylerin hiçbir zaman tek başlarına sahip olduğu bir mülk değildir. Onun bir ortağı vardır: Devlet. O, her zaman konutun ortağıdır. Bu ortaklığını vergi alarak, gerektiğinde kamulaştırarak gösterir.

YABANCILAŞMIŞ BİREYİN YAŞAMA BİÇİMİ: KONUT

Konut, aslında kentleşmenin gelişmesiyle birlikte biçimlenen kapitalist yaşama biçiminin ürettiği yabancılaşmış bireyin yaşama biçimidir. Yabancılaşma, en genel anlamda, bireyin kendi ürettiği nesnelerin, emek ürünlerinin egemenliği altına girerek kendi sorunlarına, bulunduğu ortama, toplumsal ve insani olana yabancı durumuna gelmesidir. Yabancılaşan birey mutsuz olur, sürekli kendinden arınmak ister ve toplumdan kaçar. İşte konut, “megakent”, “metropol”, “uydukent” gibi yerleşim biçimleriyle ortaya çıkan bir mekân biçimidir. Bağımsızlığı değil de bağımlılığı temel alan bir yapılanmadır. “Toplu konut”, bu bağımlılığın en gelişmiş görüntüsüdür. Bireylerin kullandıkları alanlar, ağaçlar, boşluklar, su, elektrik gibi altyapı gereksinimleri, hatta sokaklar üzerinde yapılabilecek bir değişiklik, bir farklılaşma, ancak bir diğer toplu konut sakininin rızasına bağlıdır.

BİREYİN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ GERÇEKLEŞTİRDİĞİ MEKÂN: EV

Oysa “ev”, bireyin iç dünyasının zenginliğine dayanan “kendi kendine yeterlik” anlamındaki yalnızlığını, bir bakıma özgürlüğünü gerçekleştirdiği mekândır. Bu anlamda yalnızlık, yaratıcı birey için gerekli olan yalnızlıktır. Özellikle sanat, bilim ya da başka yaratıcı etkinlikte bulunan bireyin, bu anlamda yalnız olması ve bu anlamdaki yalnızlığını mümkün olduğu kadar geliştirmesi gerekir. Bunun için uygun olan mekân biçimi, evdir. Bireyin bu mekân biçiminde yaşayabileceği gerçek yalnızlık, Baudelaire’in şair tanımındaki gibidir: “Şair, kalabalık içindeyken yalnız, yalnızken de kalabalık olmasını bilen kişidir.” Demek, yalnızlık bir iç sorun, bireyin geliştirdiği bir iç bireydir. James Joyce, Üzücü Bir Olay adlı öyküsünün kahramanı olan Mister Duffy’yi betimlerken, adeta bu yalnızlığa somut bir örnek verir: “Bedeninin biraz uzağında yaşar, kendi davranışlarını kuşkulu bir şekilde yan gözle süzerdi.”

Ev biçimindeki bir mekânda yaşayan bireyler arasında farklılıklar gelişir. Bireylerin kendilerine özgü yaratıcı özellikleri ortaya çıkar. Oysa konut, bireyleri tek tipleştirir. Dağıstanlı şair Resul Hamzatov’un, Benim Dağıstanım adıyla kitaplaşmış olan anılarında, Sovyet Devrimi’nden sonraki toplumsal gelişmelerden söz ederken, “ev” konusundaki ilginç saptamaları, tam da bu bağlamda konumuza verilebilecek güzel bir örnektir: Devrimden sonra Sovyet yönetimi, sanatçılara, yazarlara, şairlere bedelsiz oturmaları için günümüzdeki “site” lere benzer yerleşim bölgeleri yaptırmıştır. Bu sitelerdeki konutlara yerleşen insanlar, öncekine göre daha modern bir yaşama başladıkları için mutludurlar. Büyük şehirlere gidip gelenler, yeni konutları için ev eşyası alıp gelirler. Bunları gören ve beğenen diğer konut sakinleri de onlara özenerek, evlerini benzer eşyayla döşerler. Bir süre sonra bütün ailelerin eşyası, evlerinin içi, evlerin dışında olduğu gibi birbirine benzemeye başlar. Devrim, insanların bireysel özgürlüklerini yaşayacaklarını vaat etmemiş miydi? Demek, insanın bazı yapısal özellikleri karşısında, toplumsal devrimlerin yapabileceği bir şey olmayabiliyor.

BİR İTİRAZ BİÇİMİ VE UZLAŞMA

Konut ile ev arasındaki şu önemli farkı da belirtmeden geçmemeliyim: Konut genel olarak fakirliği, yoksulluğu çağrıştırmaz. Fakirlik ve yoksulluk sanki ev için geçerlidir. Çünkü genellikle konut planlı bir kentleşmenin, asgari konfora sahip bir mekân düşüncesinin sonucudur. Bir kez, konut için örneğin “gecekondu” modelinden söz edilemez. Konutun mutlaka tapusu vardır. Oysa ev, her nasılsa inşa edilmiş, tapusuz da olabilir. Konut, bütün boyutlarıyla kamusal yönetimin denetim ve gözetiminde iken, ev zaman zaman, hatta bazen daha fazla kamusal inisiyatifin dışında kalabilir. Demek konut her zaman yasal bir planlama içindeyken, ev, yasalara karşı kurulabilen bir mekân olabilir. Şöyle de söyleyebiliriz: Ev bir itiraz biçimiyken, konut bir uzlaşmadır.

KAYNAKLAR

  • Alver, Köksal (2007). Steril Hayatlar, Hece Yayınları.
  • Arcan, Enis, Fikret Evci (1999). Mimari Tasarıma Yaklaşım: Bina Bilgisi Çalışmaları, İstanbul: Tasarım Yayın Grubu.
  • Bachelard, Gaston(2008). Mekânın Poetikası, çev. A. Tümertekin, İthaki Yayınları.
  • Blunt, Alison ve Robyn Dowling (2006). Home, London: Routledge.
  • Hamzatov,Resul; 1984, Benim Dağıstanım, Çev.Mazlum Beyhan, Düşün Y.
  • Necatigil, Behçet, (1981) Evler, Cem Yayınevi.
Etiketler konut ev salgın korona