Cümbüş, cemaatini bekliyor

Cümbüş Cemaat ve Shantel işbirliği olan, 10 şarkıdan oluşan “İstanbul” albümü dijital platformlarda yayımlandı. Albüm, sözleri usulca güncellenmiş bir Tokat türküsünden Kara Üzüm Habbesi'ne, MFÖ bestesi bir Yunus Emre şiirinden Antep'e, Aşık Veysel'e uzanarak İstanbul'u ve uzun zamandır İstanbul'da yaşayan Anadolu'yu kayda alıyor gibi. Birçoğu geleneksel ve eski ezgilerin eşliğinde gezdiğimiz bu İstanbul nostaljik değil, canlı ve taze…

Google Haberlere Abone ol

Evrim Kaya

Beyoğlu'nun gece hayatının son on yılına hakim olanlar, Cümbüş Cemaat'in sahnesinin mutlaka misafiri olmuşlardır. Yıllar önce Boğaziçi Üniversitesi'nde kurulan grubun Balo Sokak'taki Araf'ta başlayan müzikal serüveninin merkezinde hep sahne vardı. Geniş bir coğrafyadan beslenen müzikleri, geride kaldı derken hep başka biçimlerde yeniden ortaya çıkan köklü, sözlü bir geleneğin uzantısıydı. Gücünü ve karakterini seyirciden alan ve bu yüzden yinelenemez olan, akan suyunda iki kez yıkanılamaz bir müzik.

“Sahnesi iyidir” klişesindeki o sahne, dinleyicisini bir şekilde icranın parçası kılmayı başaran ve müziğin gerçek rengini bu birleşmeden devşiren bir grubun ifadesidir. Yani kalabalık bir müzisyen ekibinden oluşan grubun adı, bir kelime oyunundan ibaret değildir: Cemaati cümbüş kadar önemsediklerine, cemaatle var olan cümbüşe işaret eder. Dolayısıyla misafir olmak tabiri öylesine değil: Seyircisini misafir gibi ağırlayan ve sahneden aşağı bakıp onu görmeyi başaran bir gruptur söz konusu olan. Hal böyle olunca, bir stüdyo kaydı yapmak için bu kadar beklemeleri (ve bekletmeleri) aslında biraz ontolojik bir bulmacayla ilgili gibiydi, mekanik yeniden üretim çağında baştan icat edilmesi gereken bir aura arayışı ile…

EKSİLMEDEN, ARTARAK ALBÜME TAŞINAN RUH

Batı Avrupa'nın kulüplerine taşıdığı Balkan nağmeleriyle ünlenen Frankfurtlu müzisyen ve DJ Shantel'le birlikte girdikleri stüdyodan çıkan bu ilk albümde gördük ki, söz konusu canlı aura kayda aktarılırken ölmemiş. Grubu bir arada tutan ve onları albüme adını veren kentin kıymetli bir parçası kılan ruhu albüme taşımayı başarmışlar. Eksilmeden, artarak. Bu işbirliğinin iki taraf için de doğru olduğuna kuşku yok.

CANLI VE TAZE İSTANBUL

On şarkıdan oluşan İstanbul albümü, hem şarkı seçimleri hem de altyapılarıyla iddialı ismini taşıyacak güçte bir enerjiye, kalabalığa, gün ışığına ve gölgeye, güçlü bir akışa sahip. Sözleri usulca güncellenmiş bir Tokat türküsünden Kara Üzüm Habbesi'ne, MFÖ bestesi bir Yunus Emre şiirinden Antep'e, Aşık Veysel'e uzanan albüm İstanbul'u ve uzun zamandır İstanbul'da yaşayan Anadolu'yu kayda alıyor gibi. Birçoğu geleneksel ve eski ezgilerin eşliğinde gezdiğimiz bu İstanbul nostaljik değil, canlı ve taze. Bunda grubun enstrümanlarının çeşitliliğinin olduğu kadar, Shantel'in geniş paletinin etkisi var: Hem geçmişten günümüze elektroniğin araçlarını ve renklerini, hem de İstanbul'un doğal seslerini kullanıyor. Shantel'in miksleri kimi zaman melodiyi bir paspartu gibi çerçeveleyip geride durarak, grubun renklerinin öne çıkmasını sağlıyor. Kimi zaman da grup Shantel'in soyut resimlerinin belirmesi için durup biraz bekliyor sanki. Albümün çıkış şarkısı olan Karakolda Ayna Var'da olduğu gibi bazen de metaforik anlamları olan dokunuşları yakalamak mümkün. O kara sevdayı sürekli takılan bir plaktan daha iyi ne anlatabilir?

Shantel'in dokunuşundaki oyunbazlık, Cümbüş Cemaat'in sahnedeki performanslarının önemli bir kısmını oluşturan şakaların, aynı anda hem ironik hem sıcak dillerinin albümdeki karşılığı niteliğinde. Bir yandan da yine en çok Karakolda Ayna Var'ın açık ettiği gibi sinemasal bir tarafları var. Bu içli ve içten, neşeli ve performatif havayı yönlendiren itici güç hiç kuşkusuz vokaller. Cem Köklükaya'nın zaman zaman bir trans haline doğru alçalmaya başlayan müziğe entegre olan, onunla dans eden, bazen saklanan ama kaybolmayan vokali, ironi ile birlikte adı konması zor bir nezaket ve inceliği içeriyor bu sayede dinleyiciyi zahmetsizce kendine çekiveriyor. Ona eşlik eden iki geri vokalin, bastaki Hakan Gürbüz ile kemandaki Ozan Çoban'ın sesleri ise sık sık şaşırtıcı duygulara çeviriyor şarkıların yönünü. Vokaller her şarkıdaki o “kendine has bir şeyi” vurgulayarak, İstanbul'a onu benzer projelerden ayıran karakterini veriyor.

İSTANBUL’UN MÜZİĞİ

Cümbüş Cemaat - Shantel işbirliğinin Shantel'i ve pek çok müzisyeni zirvelere taşıyan bir dönemin devamı olarak görülebileceği doğru. Ancak Doğu ile Batı'yı bir araya getiren işlerin tartışmasız bir çekiciliği olsa da, benzer projeler arttıkça hem bir yorgunluk baş göstermiş hem de yönteme dair sorular kaçılması zor hale gelmişti: Kimin gözünden, nasıl bir birliktelik? Hem Batı'dan hem Doğu'dan yorulduğumuz şu günlerde, füzyon uzun zamandır telaffuz etmesi güç bir sözcük. Albümü dinleyince bunların zaten başından beri afaki ve fuzuli sorular olduğunu fark ediyor insan. İstanbul, alet çantasında Doğu'nun ve Batı'nın araçları bulunan ve neye ihtiyaç varsa hızlıca onu çekip çıkaran ve kullanan müzisyenlerin yaptığı bir albüm. Elbette ancak böyle olduğunda İstanbul'un müziğinden söz edebiliriz bugün.

Tek sorun yine içinde yaşadığımız lanet zamanlar. Cemaatiyle birlikte sokaklarda ve kan ter içinde dans edilen Beyoğlu kulüplerinde olmayı hak ediyor zira bu cümbüş... Bütün zarafetine karşın, Cem Bey'in kaytan bıyıklarıyla bir rüya ışığında boş İstanbul sokaklarını dolaştığı bir videoyu sindirmek zor. Şarkılar daha güzel bir bahara doğru akıyor, başka bir yazı çağırıyorlar, buna dayanmak zor ama, neyse ki Cem Bey de Galata Köprüsü’nden hala hepimizi görüyor, sıkıntımıza ortak olmaya çalışıyor gibi...

İstanbul şimdilik online platformlarda, o güzel yaza ve cemaatine kavuşmayı bekliyor. Dinleyicisinin elinden tutarak - Hızır'ın tuttuğu gibi…