Putlar devrilirken

Muktedir yaşamındaki gökdelenler gibi, her şeyin boyutlarını abartarak, dünyasını büyüterek hakimiyetini sarsılmaz kılar. Diktatörlerin sarayları bu yüzden vardır ve bu yüzden saraylar ve gökdelenler gibi kamusal alan heykelleri de gitgide büyürler. Mısır piramitleri bu nedenle büyük ve karmaşıktır. Sömürgeci, sömürmeyi mümkün kılmanın sayısız hallerinden biri olan büyüklük ile kendini donatır ve bu aynı zamanda onun korkuyla tetiklenen hastalığıdır, o bir boyut hastasıdır.

Google Haberlere Abone ol

Nurettin Erkan 

Chicago Millennium Park’taki Anish Kapoor imzalı, ‘Cloud Gate’ adlı heykel, Dünyada en çok bilinen veya belki de en çok insan tarafından ziyaret edilen kamusal alan heykellerinden biri. Fasulye şeklindeki bu heykelin uzun kenarı 20 metre kadardır ve malzeme olarak da paslanmaz çelikten yapılmıştır. Bu nedenle heykelin bombeli olan bütün yüzeyi bir aynanın aynısı kadar yansıtıcıdır. Cloud Gate’i izlemeye gelen insanlar onun yüzeyindeki bombeli yapı nedeni ile, kendi yansımalarının deforme olmuş halleriyle karşılaşırlar.

Chicago şehrinin siluetine baktığınızda, sömürgeci sınıfın büyük şirketlerine ait gökdelenlerin bulutlara doğru yükselme yarışını görürsünüz. Bunlardan bazıları yine Cloud Gate gibi metalik, yansıtıcı yüzeylere sahiptir. Gökdelenler, inşaat endüstrisinin metal mühendislikleri ile sağlamlaşıp, gökyüzüne doğru uzadıkça, sokaklardaki insanlar da doğal olarak o oranda giderek küçülüyorlar. Bu nedenle Chicago’nun gökdelenlerden oluşan sokaklarında yürüyen bir insan, kendi hudutsuz küçüklüğünün farkına varır. Şehrin ve de dünyanın hakimlerinden bazıları, beton, çelik, cam, tuğla ve ayna gibi nesnelerden oluşmuş devasa temsilleriyle işte orada, gökyüzüne uzanmış durumdadırlar ve onlara bakmak için insanlar başlarını ‘yukarıya’ doğru çevirip ‘gökyüzüne’ doğru bakmaları gerekir. Cloud Gate’in ayna yüzeyinde yansımaları olan bu gökdelenlerin bazılarının tepesi sivridir ve en eski atalarından olan Mısır Piramitleri’ne benzerler. Ama başlarını yukarıya çevirip bakan şehrin insanların görecekleri şey bulutlara doğru uzanan gökdelenlerdirdir, onları şehre diken insanlar değil, onlar görünmezdirler. Bu manzarada insana yabancı olanın korku verici gücü, gücün temsilleri vardır. Onlar kendilerini temsil eden görünürlüğü inşa eden ama kendileri görünmeyenlerdir.

Bu görünmeyen sömürgeciler, sokaktaki insanlar veya Anish Kapoor heykeli önünde duran insanların ruh halinden ve var olma biçiminden epey uzaktadırlar ve çok iyi bildikleri şudur: Dünyayı sömürerek, kurdukları uçsuz bucaksız saltanat, vahşi bir hukuksuzlukla inşa olmuştur ve dolayısıyla her zaman tehdit altında olduğundan, kendilerini sokaklardaki insanlardan korumak ve onları kontrol etmek için yöntemler veya araçlar gereklidir.

Acaba araçlardan biri de bir sanat nesnesi olabilir mi? Yani sanat direk toplumların sömürülmesinde çok kullanışlı bir araç olabilir mi?

Kent meydanındaki devasa ve ayna kaplı bir fasulye çekirdeği nedir ve neden Amerika endüstrisinin en büyük merkezlerinden biri olan bu etkileyici şehrin meydanındadır. Mesela bu fasulye çekirdeği sadece üç santim boyunda ve yine büyük olanıyla aynı şekilde olsa, ve patronlardan birinin masasında dursaydı aynı güce ve etkiye sahip olabilir miydi? Bir an onu bir masa kenarının üzerinde ve bir misket veya golf topu büyüklüğünde hayal edelim. Aynısının küçüğünün bizi hayal kırıklığına uğratacağı, ve dikkatimizi dahi çekmeyeceği kesin olmakla beraber, bu küçük versiyonun şehrin insanlarıyla ilişkiye geçmesi de elbette mümkün değildir. O halde bu heykelin bütün özelliğinin büyüklüğünden kaynaklandığını söylemek doğrudur ve bu heykel kiminle, neler konuşur. Tıpkı Chicago’daki devasa gökdelenler gibi.

Muktedir yaşamındaki gökdelenler gibi, her şeyin boyutlarını abartarak, dünyasını büyüterek hakimiyetini sarsılmaz kılar. Diktatörlerin sarayları bu yüzden vardır ve bu yüzden saraylar ve gökdelenler gibi kamusal alan heykelleri de gitgide büyürler. Mısır piramitleri bu nedenle büyük ve karmaşıktır. Sömürgeci, sömürmeyi mümkün kılmanın sayısız hallerinden biri olan büyüklük ile kendini donatır ve bu aynı zamanda onun korkuyla tetiklenen hastalığıdır, o bir boyut hastasıdır. Onun bu doğası nedeni ile hakikati anlama, algılama şekli hayvanlarınkiyle aynıdır. Hayvanlar için gerçeklik büyüklükle doğru orantılı olduğundan, onların dünyasında çok küçük olan bir canlı asla canlı ve gerçek olmadığı gibi, var bile değildir. Ama sömürgeciyi hayvanlardan ayıran şey, yok saydıklar insanları ile aralarındaki görünmez sıkı bağdır. Bu nedenle başı bulutlarda gezen ofisinde oturan adamın, kaldırımda başını kaldırmış yukarı bakan insanlar ile sıkı bir ilişkisi vardır ve bunu düzenlemesi gerekir. Bu düzenleme işinde asker, polis, yasa yapıcı ve uygulayıcıları, sanayi devleri vs vs arasında elbette sanatçılar da vardır. Sokakta, kaldırımda yürüyen ve tek derdi geçimini sağlamak haline getirilmiş olan insanın sistem içindeki görevini, sesini çıkarmadan devam ettirmesi ve aynı zamada da hizmet etmesi gerekir. İşte Chicago şehir merkezindeki Anish Kapoor heykeli bu nedenlerden dolayı ordadır.

Fasulye karşısındaki insanlar, şehrin hakimlerinin gücüyle de karşı karşıyadırlar, fakat ayrıca, heykel üzerinde kendi yansımalarının olmasına benzer bir şekilde, sömürgecilerin hem karşısında hem de içindedirler. Bu heykeldeki kendi yansımaları gibi, onlar sistemin sahiplerinin yanında yapı bozumuna uğratılarak yeniden üretilmiş, sömürgecinin görkemli varlığından birazını, egosundan çok küçük bir parçasını, bu meydan aynasına yansıma yoluyla dahil oluşlarıyla sahip olurlar. Yansımaları heykelin üzerinde ve içinde olduğu gibi, sömürgeci ile özdeşleşip, ortak bir egonun ortaklarından biri olduğu duygusuyla zararsızlaştırılırlar.

İşte ordalar, muktedirin büyük bedeninin üzerinde ve onun bir parçası durumunda ve aynı zamanda kendisiyle, kendi yamuk yansımasıyla karşı karşıyalar ve kendi kendilerine bakan bu insanlar, muktedirin bedeni (sistem) ile girdikleri dolaylı temas sonucu bir kez daha kaybettiklerinin farkında değiller. Onlara verilmiş olan ve bir imkan gibi görünen neredeyse her şey, aynı zamanda onların köleleşmesinin de ana nedenidir.

Cloud Gate nesnesini şehir meydanına koymanın aracısı veya sanatçısı olan Annis Kapoor, dünya çapında tanınan en ünlü sanatçılardan biri olarak bilinir. Aynı zamanda İkiz Kuleler’e yaptığı saldırı ile üç bin kişiyi katleden Usame Bin Laden’in de dünyaca ünlü bir sanatçı olduğunun beyanatı var. Üstelik bu beyanatı yine batı sanatından başka sanatçılar yaptı. Laden’in yaptığı yıkımı kozmozun en büyük sanat eseri, ve kendisini de kozmozun en büyük sanatçısı olduğunu ilan ettiler. Onlar gibi düşünülürse, Laden’in muhteşem enstalasyonunun yanında bugüne kadarki dünya sanatı bir hiçtir ve elbette Cloud Gate gibi heykeller de bu hiçin içindedir. Bu korkunç beyanatı oksidentalist Türkiye sanat camiasından bir yazar da kendi kitabına aldı.

Acaba gerçekten Laden’in yaptığı yıkım ile Cloud Gate bu kadar karşıt nesneler midir, yoksa aralarında bir ilişki var mıdır? Bu ilişki varsa ne kadar yakın veya ne kadar uzaktır. İkisini de tastamam ayrı veya aynı yerlere koymamız mümkün müdür?

Sorumuzu güncelleyip şöyle de sorabiliriz; Acaba Anish Kapoor’un Chicago kent meydanında bulunan bu heykelini köle tüccarlarının kent meydanlarında dikili olan heykellerinden ayıran ve aynı zamanda birleştiren şeyler nelerdir?

Şüphesiz, birçok sanatçı kendi çalışmasının Chicago gibi bir kentin meydanına dikilmesini ister. Bu konuda sanatçılar kendilerini bir etikle sorgulamazlar. Bu ve buna benzer heykeller her gün yeniden dikiliyor ve birçok sanatçı, geçimini meydan heykellerinden sağlıyor. Bu nesneleri, devlet, belediyeler, şirketler veya benzeri kurumlar sipariş ediyor. Öte tarafta köle tüccarlarının heykelleri meydanlardan sökülüp parçalanıyor; nehirlere, çöplere atılıyorlar.

Sanatçıların çoğu, ne pahasına olursa olsun sanat endüstrisinin içinde var olmaya çalışıyor ve bunun için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Sömürgenin sokaklardaki uzantıları niteliğindeki heykelleri sürekli olarak dikmeye devam ediyorlar ve bu nesneler çok çeşitli yollardan sömürgecileri temsil eder durumdayken, sanatın dokunulmazlığı ilkesine sığınarak, kendilerini etikten ve hukuktan muaf kılmaları artık mümkün değil.

Öteki tarafta Amerika’da siyah olan George Floyd’un bir polis tarafından vahşice öldürülmesi sonrasında ayaklanan siyahiler ve onları destekleyenler, sokaklardaki köle tüccarlarının heykellerini devirip, parçalayıp imha ediyorlar. Utanç tarihinin temsilleri meydanlardan devrilerek parçalanıyor ve nehirlere, çöplere atılıyor. Bu eylemlerin etkileri, yeni dünya kritik biçimleri, elbette müzelerin, galerilerin kalbine, kadar uzanacaktır ve hem sanatı, hem de sanatçıyı sorgulayacaktır.

Çok önemli olması açısından hemen belirtmek istiyorum, ayrıca faşizmin heykellerini, köle tüccarlarının heykellerini, sanatçılar devirmiyor. Bu heykelleri, ezilenler, ayrımcılığa, ırkçılığa uğrayan halklar, George Floyd’un bir polis tarafından öldürülmesi sonrasında ayaklanan siyahiler ve onları destekleyenler deviriyor. Bu heykelleri Anish Kapoor aynası karşısındaki insanlar deviriyor bu çok önemli.

Sömürgeciler toplumların üzerine düzenlerini inşa ederlerken, her zaman sanatı ve mimariyi kullandılar ve kullanıyorlar bu açık. Kendi iktidarlarını temsil eden sözde heykelleri sanatçılara yaptırıp halkın tepesine dikiyorlar ve bu heykellerin dokunulmazlığını, kutsallığını ilk önce sanatçılara öğretiyorlar, bunu kamusal alanlarda ve özellikle şehir meydanlarında sonsuz hakka sahip Türkiye Kemalizmini temsil eden putlardan da biliyoruz.

Her şeyi kendine hizmet etmesi amacıyla değerlendiren sömürgeciler, insanları köleleştirip kullanmakla beraber, sanatçıları da bu sömürü düzeninin inşasında her zaman kullandılar ve kullanıyorlar. Şehir meydanlarındaki veya üniversitelerdeki heykel ve büstlerin, tapınak ve benzerlerinin ilk amacı iktidarların kendi sömürü düzenleridir, sanat değil. Sanat eseri dokunulmazlığıyla donattıkları bu nesnelerin dokunulmazlıklarından anlaşılması gereken sömürgecinin dokunulmazlığıdır sanatın dokunulmazlığı değil. İktidarlar için bu şekilde rol oynamış ve bu rolü karşılığında beslenmiş hiçbir ‘sanat’ doğal olarak bağımsız olamaz. Bu nedenle de böylesi bir sanat veya sanat üreticisi sömürgeciyi sorgulama yetisinden de tamamen mahrumdur. Müzede sergilenmeyi bekleyen hiç kimse müzeciye tükürmez.

Sanatın sömürgeci büyük sermayelerin tekelinde olması, müzeler, galeriler ve öteki sanat kurumlarının da bu sermayelerin araçları olarak faaliyette olması, sanatta vasatlığı ve kötülüğü normalleştirip kalkındırmakla beraber, buna karşı olan ötekinin sanatını ise her zaman ‘nefessiz’ bıraktı. Son ayaklanma ile ezilenlerin, bütün bu paradigmayı devre dışı bırakmaya başladıklarını söyleyemesek de, bunu yeni bir devrin başlangıcı olduğunu söyleyebiliriz. Sömürgeciyi temsil eden heykelleri devirmeye başlamakla beraber, onları gerçek anlamlarına bağlayarak yeniden görünür kıldıklarını kesinlikle görüyoruz ve bunu çok önemlidir bu bağlamda. Bu görünürlük köle tüccarlarının heykellerini aşıp, bütün bileşenlerini kapsaması zor ve bu zaman alsa da, bu yeni görünürlük, yeni bakış, paradigmayı değiştirmesi nedeni ile, artık meydan heykelleri, müzeler ve galeri gibi yerlerdeki sömürgecilerden az veya çok izler taşıyan bütün temsil nesnelerini, yeniden anlamlandırıp sorgulamaya kadar gidebilir. Sanatın muhteşem vasatlığı ve muhteşem kötülüğü artık global düzeyde huzuru kaçmış durumdadır.

İktidarların ve de onlara güdümlü olarak da sanatın koruması altında rahatı kaçmadan duran faşizmin nesneleri, artık sadece iktidarların ve sanatın sorunu olmaktan çıkarıldılar. Bu nesneler, muktedirlerin korumasıyla sadece kendilerine ve sanat dünyasına görünür olan ve koruyan ‘sanat maskesi’ ’inden koparılarak ve ezilenlerin kendileri tarafından hem kendilerine ve hem de bütün dünyaya en çıplak halleriyle görünür hale getirildiler. Bir uyku döneminin ayakta uyuyan putlarını da rahatlarını kaçırarak uyandırdılar ve meydanlarda paramparça ediyorlar.