YAZARLAR

Kültür, sinema ve Zemmour: Sağ popülizmin klibi…

Mükemmel bir şekilde ‘assimile’ bir göçmen olmaktan gurur duyan Zemmour, özellikle İslam kökenli göçmen çocuklara ‘Ya sev ya terk et!’ demenin bilgece (!) bir tarzını bulduğunu sanmakta!

Fransa’da başkanlık seçimleri yaklaşırken, halkın ve basının büyük ilgisini çeken bir aday ortaya çıktı: Eric Zemmour… Ülkede Sosyalist Parti halen ortak bir aday üzerine uzlaşamamışken ve onların asıl tehdit olarak gördükleri aşırı sağ parti ‘Front National’ (Milli Cephe) hatırı satılır bir oy oranına (yaklaşık yüzde 18,5) sahipken, benzer söylemde ve 'mentalité'de bir adayın ortaya çıkması, ülkedeki hassas politik durumu daha da gergin bir hale soktu.

Bilindiği üzere ‘Front National’, aşırı milliyetçi, yabancı karşıtlığı ile bilinen bir politik partidir. Partinin kurucusu ve uzun süre lideri olan Jean-Marie Le Pen Fransa toplumundaki sosyal eşitsizlikler, işsizlik gibi birçok sorunu kullanarak, ciddi bir destekçi sayısı ve oy oranı kazanmıştı. Çözüm olarak Avrupa Birliği'nden çıkmayı, Fransız frankına geri dönmeyi, idam cezasını geri getirmeyi ve özellikle de Fransa’ya yerleşmek amacında olan yabancıları ülke dışına atmayı çözüm olarak öneriyordu. Ancak Le Pen’in hem bağırmaya, küfretmeye hatta yumruklaşmaya giden dengesiz hareketleri hem de oldukça ilerlemiş yaşı ‘bayrağı’ (biraz isteksizce) kızı Marine Le Pen’e devretmesini zorunlu kıldı. Marine Le Pen babasına nazaran çok daha nazik, toleranslı, genç, bakımlı ve medeni bir görüntü çizse de ideolojik olarak partisinin genel politik çizgisinden hiçbir şekilde ayrılmıyordu. Sanki babasını biraz ‘devre dışı’ bırakarak ona karşı oluşan ‘antipatiyi’ azaltacak şekilde kendisini çok daha açık, yumuşak ve adil gösteriyordu. Hatta bu yanını güçlendirmek için partisinin yönetim kuruluna Afrika kökenli kişileri bile yerleştirdi. Ancak dediğimiz gibi, babasının ‘haykıran’ taktiği yerine ‘sessiz ve derinden’ bir yöntemi tercih ederek belki ondan bile daha ‘tehditkâr’ oluyordu.

YENİ ADAY ADAYI ZEMMOUR’UN SAVLARI….

Başkanlığa adaylığını açıklayan Zemmour’un propaganda klibinden bahsetmeden önce kendisini biraz tanıtmakta yarar var: Eric Zemmour zamanında Fransa’nın en önemli (merkez) ‘sağ’ gazetelerinden Le Figaro'da çalışmış, Fransa hakkındaki vizyonunu dile getiren birkaç kitabı da bulunan biri. Cezayir asıllı Yahudi bir aileye sahip olan Zemmour, ciddi biçimde İslam ve yabancı karşıtı. Aynı zamanda kadınların haklarını kısıtlayan, eşcinselleri açıkça hor gören bir söylemi var. Sık sık çıktığı televizyon programlarında polemik yaratan bu sözler, doğal olarak ciddi tepkiler doğuruyor. Politik savlarını kendi içinde bir mantığa oturtmaya çalışan Zemmour, Fransa’daki sisteme karşı direnme, baskıya karşı isyan taşıyan ‘Touche pas a mon pote’ (‘Arkadaşıma dokunma’) veya ‘Gillets jaunes’lar (Sarı yelekliler) gibi toplumsal eylemleri ‘komplo’ olarak görüyor, eleştiriyor ve Fransa’da yaşayan yabancı kökenlilerin (vatandaşlığa hak kazananlar da dahil) Fransız ve Hristiyan bir isim taşımaları konusunda ısrar ediyor. Zemmour, bu İslamofobik, cinsiyetçi ve ırkçı yapısı yanında ‘göstermelik’ bir kültür ve akademik birikim taşıdığını sergilemek istiyor. Onun söylemi toplumun bir kesimine ‘Front National’ınkinden daha ılımlı hatta daha sevimli (!) geliyor. Bu izlenimi yaratmak için Zemmour, sık sık konuşmalarında (kendini biraz Mitterand tarzı bir entelektüel olarak göstermek amacıyla) bazı önemli yazar ve tarihçilerden alıntılar yapıyor, değindiği konulara onların bir sözüyle başladığı oluyor.

FRANSA GÜZELLEMESİ….

Zemmour’un adaylığını açıkladığı on dakikalık propaganda filmine gelirsek… Zemmour ve ekibi belki de farkında olmadan sinemayı kullanma konusunda tartışma yaratan bir ‘kolaj’ yapım çıkarmışlar. Bu, oldukça nadir bir durum. Beethoven'ın yedinci senfonisi eşliğinde başlayan klip, politik söylemlerde pek yer bulmayan, hüzünlü ve karamsar bir ‘kitsch’ estetik taşıyor. Zemmour’un kendi konuşması eşliğinde bazı eski seçim konuşmalarından başlayıp, şu anda Fransa’da bir sivil savaş yaşanmakta olduğunu ima eden güncel görüntülerle devam eden bu ‘yamalı bohça’ tarzı klip, kendi aklında olan ‘yüce’ Fransa’yı hatırlatan sinema filmlerinden parçalar da kullanmayı ihmal etmiyor.

Zemmour ve amatörlükle sertliği ‘harmanlayan’ film ekibi, Fransa’da yaşanan bazı olayların görüntülerini yayınlamak ve kullanmak için hiçbir izin almamışlar! Amaç, sadece ülkenin kültürü üzerine bir ‘tapınma’ ve hayranlık. Ama bunu yaparken kullanılan görüntüler (örneğin yaralı bir ‘sarı yelekli’, tanınmış birinin cesedi…) hiçbir telif hakkı aranmayarak internet üzerinden ‘ödünç’ alınmış ve basit bir şekilde birbirlerine yapıştırılmış gibi duruyor.

Bu izinsiz kullanım olayını bir kenara bırakırsak, garip bir yeşil/gri renk dokusu taşıyan bu klip, kültürün diğer öğeleri arasında sinemaya da epey bir yer ayırıyor. Sırasıyla Delon, Belmondo, Bardot, Gabin gibi oyuncular ve Henri Verneuil, Claude Sautet gibi yönetmenler belli bir ‘ucuz’ nostalji havasında ekrana gelmekte. Kendi reklamı için bu yüzleri ve isimleri kullanmak ister istemez bazı ‘ironik’ durumlara yol açmış: ‘Sol’ görüşlü olan Godard ve Antonioni bir kenara itilerek onlarla beraber çalışan Delon ve Belmondo öne çıkarılıyor. Hatta Zemmour’la tam olarak zıt fikirde olan Fransız besteci ve müzisyen George Brassens’i bile bir ara görüyoruz.

Napolyon’un ‘siluetinin’ yer aldığı görüntüler bir Sovyetler Birliği süper prodüksiyondan alınmış! Yine Fransa’nın sembol isimlerinden biri Jean d’Arc ise Luc Besson’un başarısız uyarlamasındaki haliyle ekrana geliyor. Yani kısaca Zemmour ve film ekibinin zaman zaman politik duruşlarını tamamen ‘boşaltarak’ veya alakasız yapımlardan getirdiği bu isimler veya görüntüler, sinemadan birazcık anlayanlar için, kendi savlarına bile hasar verebilecek tutarsızlıkta…

TARİHSEL ÇARPITMALAR…

Propaganda filminin buraya kadar kısmını ‘beceriksizce’ ve kafa karıştırıcı olarak sayalım… Bundan sonra ise yine izinsiz bir şekilde kullanılan arşiv görüntüleriyle ‘tarihi’ çarpıtma sekansları başlıyor: 2013 yılında yıktırılan Abbeville’in Saint-Jacques kilisesini ve bir vinç tarafından kaldırılan, parçalara bölünmüş bir Napolyon heykelini göstererek savunulan ‘Medeniyetimiz kayboluyor!’ söylemi olayların aslı anlaşıldığında neredeyse ‘gülünç’ oluyor. Film ekibinin Hristiyanlığa ve ülkeye saldırı olarak sunduğu bu görüntülerden ilki, son derece dayanıksız olduğu, hatta çanının bir kısmı düştüğü için, güvenlik amaçlı yıkılan bir kiliseye ait; ikincisi ise Rouen’da tamir ve yenileme için sökülen bir heykele ait…

Ayrıca klipte kullanılan Fransa yargısına yönelik, adil olmaları konusunda yine ultra milliyetçi bir çağrı da var ve bu sekanslarda hâkim tokmaklarını sert bir şekilde vuran yüksek yargıçları görüyoruz. Ama hatırlamamız gerekir ki Amerikalı yargıçların aksine Fransa mahkemelerinde bu, uygulanmıyor!

Aynı şekilde ülkeye hayranlık bağlamında gösterilen dağlar ise İtalyan Sergio Taccihini markası için kullanılan reklam filmine ait…

KÜLTÜRÜ ARAÇSALLAŞTIRMAK…

Ancak şunu da kabul etmemiz gerekir: Bütün bu çarpıtmalara ve garipliklere rağmen, Zemmour’un karanlıkta vakur bir şekilde konuştuğu ve bahsettiğimiz görüntüleri ‘boca ettiği’ propaganda filmi, kaynakları araştırmayan, ultra milliyetçi ve yabancı düşmanı Fransız vatandaşlarının duygusal yapısını titretecek türden.

Peki Zemmour, hangi amaçla böyle bir klip çekmiş bulunuyor? Klibinde kültüre ve bu arada sinemaya, daha önce hiçbir Cumhurbaşkanı adayının söyleminde yer almadığı ölçüde geniş bir yer vermesinin nedeni ne olabilir? Aslında Zemmour bu yolla kendisini göçmen bir aileden gelen ve kültür sayesinde başarılı bir şekilde ‘integre’ olmuş ideal bir Fransız vatandaşı gibi sunmanın peşinde. Mükemmel bir şekilde ‘assimile’ bir göçmen olmaktan gurur duyan Zemmour, özellikle İslam kökenli göçmen çocuklara ‘Ya sev ya terk et!’ demenin bilgece (!) bir tarzını bulduğunu sanmakta!

Youtube'da gösterimi içerdiği şiddet sahneleri nedeniyle çocuklar için yasaklanan bu klip amaçladığının aksine, kültür ve sinema ile gerçekten tanışık çevreler tarafından alay konusu olmaktan kurtulamıyor.
Nedense sağ popülizmin kaderi her yerde aynı oluyor!


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .